Gönderi

İlginç Bir Salyangoz … Hah, işte geldik Henry Miller'a. O, hiçbir yönteme bağlı kalmadan okur. Ne okursa da her kitap onu anabadula eder. Yemek kitaplarıyla bile kendinden geçtiği olur. Virginia Woolf'un tersine, Dostoyevski de tanrısıdır. “Budala”nın Prens Mışkin'ini bütün roman kişilerinin üstünde tutar. Rus yazarının kişilerinde bulduğu şeyi kendi kişiliğinde de yaşatır. Bütün düşüncesi, ikinci bir Dostoyevski, Amerikalı bir Dostoyevski olmaktır. Hiç değilse, onun yamaçlarına düşmek ister. Ne var, içinden bir ses, durmadan dinlenmeden, ona Dostoyevski ile boy ölçüşemeyeceğini fıslamaktadır. … Nedir, Miller'ın bir gizli tanrısı daha vardır. O da Norveçlı Knut Hamsun'dur. Dostoyevski kendisini konularıyla büyülemişse, Hamsun da biçemiyle (üslubuyla) gönlünün gözünü çıkarır. Miller, yaşamının son yıllarında şu açıklamayı yapacaktır: - Biçem için, o uğrunda un ufak olduğum, dizginlerini ele geçirmek istediğim biçem için, evet, tuhaf gelecek, Hamsun benim biricik öncümdür. Bugün bile kendime sık sık bunu anımsatırım. Hamsun gibi yazmayı çok isterdim. Şimdilerde de, bıkmadan, yeniden yeniden okuduğum bir iki yazardan biridir o. “Mystères” (Gizler) adlı kitabını okudum. Belki beş kez. Her defasında da başyapıtlığından bir şey yitirmedi. Bunlara karşılık, Balzac'ı günahı kadar sevmez. Onun romanlarını okurken dayak yemiş gibi olur. Ivır zıvır türünden şeyler sayar. Melville karşısında da kılını kıpırdattığı söylenemez. “Moby Dick”i hiç okumamıştır. Okumaya da hiç niyetlenmemiştir. Onun için: "Büyük kitap, ama bana göre değil" der. Stendhal'e gelince tutsak almak için ifilder durursa da onu da bir türlü okuyamamıştır. Bundan böyle yazacaklarımızı Virginia Woolf görmesin: Miller, Shakespeare'e de ilgi duymamıştır. Onu 20 yaşlarında okumuş ve içi dışına dönmüştür.
Sayfa 112 - Sel, 2. baskı
·
56 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.