Gönderi

632 syf.
10/10 puan verdi
Oblomov, Oblomovluğun has, asil ve yegane evladı. Oblomovluk bir uyuşukluk, tembellik; evet. Fakat salt bu iki kavramdan oluşmuyor. Onu besleyen çeşitli duygular var: Kurulu sisteme karşı anlamsız bir hayat bakış tarzı ve bu anlamsızlık içinde kendini eylemsizliğe adayış. Kargaşasız, debdebesiz, yorgunluktan uzak bir dünya hayali içinde yaşamak isteği olan Oblomov’un, insanların hiç durmadan çalışmak zorunda olduğuna anlam verememesi bu anlamsızlığı ifade ediyor. Onun çizdiği dünya hayali, süregelen yaşamın gerçekleriyle uyuşmuyor. Kendisi ise kafasında tasarladığı yaşamı, ki bu ancak ‘Oblomov’un Rüyası’ olarak kalıyor, bir türlü hayata aktaramıyor çünkü içinde bu şevk olsa da onu hayata aktaracak güç ve iradeden yoksundur. Böylece, ya hep ya hiç felsefesi içerisinde kendi hayatını rüzgârın emrine bırakıyor; kâh bir uçurumun tepesinde düşmek üzere kâh ise zifiri bir karanlık dehlizde buluyor kendini. Benim değinmek istediğim önemli hususlardan birisi, Oblomov’un bu Oblomovluğu ailesinden miras alması. Çocuk yetiştirmenin, ona sorumluluklar yüklemenin, hayata bırakmanın önemini kavrıyor ve bunların olmayışını hayıflanarak izliyoruz çizilen Oblomov ailesinden. Çocukluktan kalma bir alışkanlıktır çoraplarının, gömleğinin bile hizmetlisi tarafından giydirilmesi. Pamuklara sarıp sarılan, yaralanmasına izin verilmeyen, aşırı koruyucu ailelerin çocuklarının başına açtığı felaketlerden birisidir bu. O çocuk zamanla kendisini bu koruyuculuğa alıştırdığı vakit bir yaşam böylesi mahvolup gidebiliyor. İradesizlik sillesi o hayatları yıkıp geçiyor, işte böyle. Kitapta yapılan Doğu ve Batı insanı arasındaki ince nüanslar gözden kaçmıyor. Okura, Doğu insanını Oblomov, Batı insanını ise Ştols üzerinden anlatmaya çalışıyor yazar. Miskin karakterimiz Oblomov, Doğu Rusyasının o zamanlarki en somut temsili yazara göre. Ştols ise Batının, Almanya’nın çalışkan, gelişmekte ve değişmekte olan yanını temsil ediyor. Oblomov’un günlerce, aylarca aynı yatakta uyuması, dışarıya senelerce adım atmaması, temel ihtiyaçlarına bile kayıtsız kalması onun için bir övgü sebebi midir? Hayır, kesinlikle değil. O bilgili, asilzade birisidir aslında. Geometri, cebir, hukuk, ekonomi okumuştur. Fakat hayatta bunların ne işe yarayacağını kestiremez. Hatta yaramadığını düşünür. Gençlik çağlarında dünyaya karşı kurduğu büyük hayaller, planları vardır. Zamanla bunların unutulması, kendini tembelliğin kucağına bırakması ara ara onu bilinmedik bir hüzünle savaşır bırakıyor. O, içindeki sönmüş ateşini anladıkça kahroluyor aslında. Saatlerce planlar yapıp onu eyleme geçiremediğinde büyük bir iş başardığını düşünüyor ama bunları gerçekleştiremediğinde mutlu olmuyor aslında. Sadece kendini bu duyguların kucağında uyutuyor. Uyuşmuş bir zihinle her gününü, yıllarını heba ediyor. Oblomov’un aşk yaşantısına ne demeli peki? Ölü bir insan iken aşkla bir an olsun dirilmesi beni sevindirdi. Fakat burada beni üzen durum, aşık olduğu kişinin onu sadece birkaç yıl canlı tutabilecek bir güç umudu verebilmesi. Çünkü irade bizimle doğar, içerimizde bazen vehmini kaybeder ama çoğunlukla yeniden yolunu bulur. Aşk, geçici bir süreliğine uyandırsa da yetmedi daima diri tutabilmeye ne yazık ki. Olga, hayalindeki Oblomov'a ulaşamayacağını anlayınca vazgeçti. Bir insanın değişebilme ümidinden yoksun kalınca vazgeçmek yolu açılıyor insanın önünde çoğunlukla. Bu kitapta belki de en sevdiğim nokta insan zihninin, duygularının açıklıkla, akıcı ve derin tasvirlerle ifade edilmesiydi. Oblomov ve Olga arasındaki ilişkinin anlatımı, aralarındaki diyalogların psikolojik ve derin incelemelerle, ifadelerle süslenmesi çok hoşuma gitti. Bunu Olga ve Ştols arasındaki ilişkide de görmek mümkün. Her karakter öyle güzel tanımlanıyor ki, diline, akıcılığına hayran oluyor insan. Özellikle Ştols’un dünyaya, insanlara ve kendi hayatına bakış açısını, düşüncelerini çok beğendim. Ştols’un aşkı, evliliği sorguladığı sayfalar da kesinlikle çok kıymetli. Hayalindeki aşka, kadına ulaşabildi mi Olga ile diye sorguladığımızda, aslında tam olarak ulaşamadığını anlıyoruz. Büyüsünü yitirmeyen bir sevgiydi aradığı. Olga ile evliliği büyüsünü bazen yitiriyor ama onlar o durağanlıkta uzun süre kalmıyorlar. Zaten kendisi de hayallerindeki aşka tam olarak ulaşamayacağını anlamıştı evlenmeden önce. Fakat hayallerindekine en yakın olanı buldu, ki bu da çok kıymetlidir. Kendisi de bunun kıymetini bildi. Ştols benim favori karakterim oldu kesinlikle. Oblomov karakterinin miskinliğinden ziyade iyi yanlarını da es geçmemek gerek diye düşünüyorum. Hayatta daima saf, temiz, dürüst ve duru kalabilen Oblomov karakteri beni yer yer çok duygulandırdı. Onu tanıyan tembelliğine kızabilir fakat Ştols gibi iyi yanlarını görebilen insanlar onu asla sevgiden mahrum bırakamaz. Ben de Oblomov karakterini çok sevdim, onu kitapta sadakatle seven herkes kadar. İyi olmak bir erdemdir, ama aklına kötülük düşmeyecek kadar bir iyilik erdemi bambaşkadır ve bu herkese nasip olmuyor. Oblomov’un akıbeti geçmişinin tecellisi oldu. Sondaki şu cümle aklımdan çıkmıyor: “Öldü, hayatı yok yere harcandı gitti.” O kadar üzücü ki… Kitap, hayattaki amaçlarımızı, bulduğumuz anlamları ve bunların hayatımızdaki yerini, adımlarını, irademizi sorgulatıyor. Amaçlarımız ve eylemlerimiz arasındaki makasın ucunun açıklığını bize düşündürüyor. Amaçsızlığın boş yere harcanan bir hayattan öteye gidemediğini bizlere acı bir akıbetle gösteriyor. Oblomovluk içimize kaçıyor bazen, ama oradan kalkıp silkelenmek iradesi de bizim sınavımız oluyor. Burada hatırlamamız gereken şiar “Bir iş bitince diğerine koyul” ayeti olsa gerek. İradesizlik tokatı bizi yere çalmadan bizim onu yenmemiz gerekiyor. Çünkü hiçbirimizin bir Ştols’u yok ve heba olup gidecek kadar kıymetsiz bir hayatımız yok! :) Sevgiler.
Oblomov
Oblomovİvan Gonçarov · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 202139.9k okunma
·
133 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.