Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Mehmet Erikli
Edebi fikir internet sitesi Kediler, İzleyenler, İzlenenler  Çok uzun zamandır onu izliyor. Başından geçenleri de görüyor mu? Sanmam. Hemen her gün yüz yüze geldiği bir takım durumların içerisinden kendisini nasıl sıyırıyor, zihninde dönen türlü naneleri hangi çorak zihnin arsasında sulayacağını ne ölçüde mümkün kılıyor yahut zamanla geliştirdiği, âdemoğlunun çoğuna tuhaf gelebilecek birtakım özellikleri nasıl oluyor da kazanabiliyor gibi soruları kendine soruyor ve asla yanıt almamak üzere başka bir fasıla geçiş yapıyor. Bu bahsedilen kişiler, yani izleyen ve izlenilen şu iki âdem oradan nasıl görünür bilemem ama izlenen izleyenin gözünde bir tür muamma gibi dursa da izlenen izleyenin o kadar farkında ki, izleyen bile kendinin farkında bu kadar olamaz diyebiliriz. Nadiren de olsa açmaz olarak adlandırdığı şeyleri sokak kedilerine anlatıyor. Kediler her birimizden daha sabırlı, dinliyor. Onlardaki tez canlılık olsa olsa sabırlarının sonunda yakaladıkları bir tür mertebe. Çünkü bir kedi için kaçınılmaz sonun gelişi onun etrafına ilgisizliğiyle ölçülür. Bu da genellikle nasibinin sonuna yaklaşmış, kocakarıların kartaloz diye adlandırdıkları; fersiz, renksiz, miskin, hoplamaz, zıplamaz “kışşşşttttt” diyerekten kovulan kediler için geçerlidir. Tuhaf olan şu ki, sıkıntılarını taşa dökse çatlar diyebileceğimiz bu âdemin kedileri iç dökme yoluyla telef edebileceği de bir gerçek. Olmaz demeyin hemen, bal gibi olur. Ayın iki perşembesini mutlaka bağ evinde geçirir ve yanında tam yağlı beyaz peynir, iki domates ve beş diş sarımsak ona eşlik eder. Çocukluğundan kalma bir alışkanlıktır bağ evinin önünde beyaz peynirini domates ve sarımsakla yemek. Ben de denedim çok lezzetli oluyor. Benim bir bağ evim olmadığından doğal görünmesi için tüm yapaylıkların üzerinde denendiği bir masada yediğim için somut bir lezzetten fazlası nasibime düşmedi. Öte taraftan bağ evinin hemen aşağısında bulunan derenin soğuk suyu da şişelenmiş bir sudan çok fazlasını vadediyor. Öyle ya tüm hayatımız bir biçimde şişeleniyor yahut ambalajlanıp önümüze konuyor ya da bir tenekenin içerisinde beğenimize, belleğimize servis ediliyor. Çoğu zaman ağzımızın suyu aka aka böylesi somut zevkleri elde etmek için çabalıyoruz. Bir müddet sonra kedilerin yaşadığı o nasibin bitmişliğini belki de ölmeden yaşıyoruz. Miskinlik desen var, unutkanlık desen her gün bir yenisi… Sonra “için geçmiş senin birader” türünden laflara muhatap olunca da bizi izleyenlere kızıyor ve onlara “sen kendine bak!” diyerek mukabelede bulunuyoruz. Aslında izleyenlerimiz ve izlenenlerimiz belli aralıklarda rolleri değişip birbirlerine hiçbir zaman razı olmayacakları o yakıcı gerçekleri taşıyan aynalar tutuyor ve iki âdemle başlayan hikâye bir girdaba doğru yuvarlanıyor. Girdap dedimse de siz bunu mahvımıza sebep bir şeymiş gibi algılamayın. Eğer öyle olsaydı mahvolurduk. Şöyle bir bakının etrafınıza, Allah aşkına mahvolmuş kim var ki? Herkesin mahvolduğu yerde kimse mahvolmamıştır aslında. Bazılarımız bazılarına ayak uydururken, bazısı, bazısını taklit etmeyi marifet sayarken, kimimiz, kimilerini “mış” gibi yaparak eylerken nasılsa dönüyor bu dünya değil mi? Kedilere gelince. Onlar bana sorarsanız damdan dama atlamayı unuttukları dünyamızda, lastiklerin homurtulu karanlığında ezilip can çekişen yahut tıpkı şişelenmiş sular gibi beğenimize servis edilen birer biblodan ibaret artık.
·
75 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.