Bir arka kapak yazısı nasıl bu kadar yanlış tanıtır kitabı diye şaşkınlığımı belirterek başlamak istiyorum yazıma. “Dehşeti şiirsel bir anlatımla bütünleştiren” yakıştırmasının çeviriden kaynaklı bir tutarsızlık olduğunu kabul edebilirim ama bu kitap salt “Noboru’nun denizlerin fatihi olarak gördüğü kahramanın annesiyle evlenerek sıradan birine dönüşmesini” anlatmıyor. Ya da Denizcinin denizi yitirişi hikayede çok da üzerinde durulan bir mevzu değil. Sadece bir leitmotif.
14 yaşından küçük altı çocuğun kurdukları çetede babasız büyüyen tek çocuk olan Noboru, kendini şanslı hisseder çünkü arkadaşlarının babaları korkunçtur. Denizci, bir kahraman olmaktan öte, özgürlüğün, bağımsızlığın, gücün sembolüdür onun için ve olabileceği en kötü şeye yani bir “baba”ya dönüşür.
Çetenin Şefinin yaptığı şu açıklamada da olduğu gibi: “Ryuji Tsukazaki’ye gelince, o bizler için fazla bir anlam taşımıyordu. (…) Başlangıçta olduğu gibi işe yaramaz bir denizci olarak kalsa daha iyiydi.
Hep söylediğim gibi, yaşam basit simgelerden ve kararlardan oluşur. Belki Ryuji bilmiyordu, ama kendisi bu simgelerden biriydi.”
Bu çetedeki çocuklar, dünyanın boş olduğunu bilen ve bu boşluk içinde düzeni sürdürmeye çalışan oldukça sıra dışı çocuklar. Denizci ‘yi tekrar kahraman haline getirmenin yolunu da bulurlar kendilerince.
14 yaşından küçük bir çocuğun böylesi felsefi çıkarımlarda bulunabilmesinin olağanüstülüğünün yanında çetedeki çocukların hepsi yetişkinlerden daha çarpıcı konuşurlar. Hatta keşke Noboru’nun annesinin iş hayatı ve arkadaşlarına “harcanmış” onca sayfa yerine çetedeki çocukları daha yakından tanıtsaymış yazar, demeden edemedim.
Tüm dağınıklığına, konudan sapmış gibi duran yan olaylara, muhtemelen kendi dilinde çok şairane olan ama çeviride sırıtan onca betimlemeye rağmen kitabın felsefi alt yapısını çok sevdim. Arka kapakta ise tek bahsedilmeyen sanırım buydu.