Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

T'u-küeler dendi onlara en başta...Orta Asya'nın bozkırlarından ve Altay’ın dağlarından doğdular. Çin'den Güney Sibirya'ya Afganistan’dan Anadolu’ya ve hatta bu kitabın yazarının ülkesi Polonya'ya kadar gittiler. Altaylılar, Beltirler, Çuvaşlar, Gagavuzlar, Karaimliler, Kırgızlar, Tengirler, Tuvalılar, Uygurlar... Sayısız coğrafyada sayısız adlarla anıldılar. Şamanist, Lamaist, Maniheist oldular. Hıristiyanlıkla ve İslamla tanıştılar. Hayata ve ölüme dair benzer tavırlar geliştirdiler; sadece dillerini değil, bu tavırlarını da gittikleri yerlere taşıdılar. Hangi inanç sistemine dahil olurlarsa olsunlar, ölüm gelip yurt'un kapısını çaldığında geçmişleri canlandı, ortak bir sezginin etkisiyle hareket ettiler. Ölüm yolculuğuna tedarikli çıktılar; öbür tarafın çayırlarında koşturabilsinler diye, atlarıyla gömüldüler; erkekler oklarıyla, mızraklarıyla, tütünleriyle, kadınlar en güzel elbiseleriyle, kulak temizleme kaşıklarıyla, dikiş iğneleriyle... Çocuk ölülerini ise ağaç dallarına astılar. Zaman geldi ölülerini terk ettiler, ölümü terk eder gibi. Zaman geldi onları bir değil, birkaç defa gömdüler. Ölülerini beslediler. Yakılarak ölmeyi şeref addettiler, yoksullar bu şerefe nail olamadı. Dost düşman görsün diye, liderleri için anıt mezarlar diktiler. Uzun yaşayan ihtiyarlardan işkillendiler, hele de 80’ini devirenlerden... Başlarına gelen felaketleri ölülerin huzursuz ruhlarından bildiler. Ruhların öfkesini yatıştırabilmek için dualar ettiler, kurbanlar sundular. Gaipten haber alabilmek için cansız gözlerine baktılar saatlerce. Mezarlara tahıl taneleri ve içki serptiler. Edward Tryjarski, Türkler ve Ölüm adlı kitabında, Türk halklarının ölüm ve yaşam hikayesi etrafında örülen tarihini muhteşem tasvirler eşliğinde anlatıyor. İnsanları şaşkınlığa düşüren, kederlendiren, ama bir o kadar gülümseten, eşi benzeri olmayan bir hikaye.
·
46 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.