Düşte Görüp Hayra Yormak..."Beyin kitlesi hızla, içinde çakan milyonlarca mekiğin değişken örüntüler dokuduğu muhteşem bir dokuma tezgahına dönüşür; her örüntünün bir anlamı vardır ama hiçbiri kalıcı değildir; altörüntülerin sürekli değişen uyumudur bu."
Charles Sherrington 1930'lu yıllarda nörofizyoloji alanında yaptığı çalışmalarla Nobel Ödülüne layık görülmüş bir bilim adamı ve yukarıda geçen, beynin kıvılcımlar saçarak uyanması metaforu harikulade... Uyku halindeyken beyin derin bir sessizliğe gömülür, nabzı ve nefesi kontrol eden tek tük parlamalar dışında hiç bir kımıldama yoktur diye ekliyor. Fakât 50'li yıllarda vefat eden Sherrington'dan sonra uyku laboratuvarlarında bir keşfe imza atıldı. Bilim adamları Sherrington'ın mekiklerinin gecede 4-5 kere harakete geçtiğini ve şehrin ışıklarının aniden yanması gibi, dokuma tezgahının birdenbire yeniden çalışmaya başladığı ve bu süre zarfında muhtemelen beynin düş görme faaliyetini gerçekleştirdiği keşfedildi...
Rüyaların (düş görmenin), düş yorumlamanın, geçirdiği bilimsel evreler, psikolojik etkileri ve psikanalizde ki kullanım alanları, uykunun evreleri, rüyanın beyin fizyolojisinde ki etkileri, bilimsel bulgularla, adım adım izah bulmuş eserde.
Hepimizin sınavlarda ter döktüğü rüyaları olmuştur, kimi zaman sınav yerine ulaşamayız, kimi zaman salonu bulamayız, kimi zaman da soruları bir türlü yetiştiremeyiz... Aslında o günler çok geride kalmıştır, sabahladığımız vizeler, finaller, yabancı dizi izlemeye hasret kaldığımız kpss sınavları, uzmanlık sınavları, kpds'ler, alesler...
Ama o rüya bizi, o kabus gibi günleri, stresi şah damarımıza duyuruncaya kadar yaşamaya mecbur eder.
Psikiyatrlar diyor ki; O rüyanın geçmişle ya da bildiğiniz sınavlarla ilgisi yoktur... Bilinçdışınız, sizi içinde bulunduğunuz çetin duruma motive etmeye çalışıyor olabilir. 'Başarısız olacaksın' demez, başarısız olmamak için güçlü olmalısın, elinden geleni yapmalısın, 'ha gayret!' der bize, yüreklendirir...
Eserin beni sıkıntıya sokan tek yönü çok fazla bilim adamından söz etmiş olması, biriyle ilgili bir fikir oluşmadan diğerine geçmesiydi... İsimler ve çalışmalar yorucuydu, biz yaşlı okurlara fazla gelebilir :)
Psikologların parapsikolojiye bakışları, berrak düşler ve ilginç deneyler...
Rüyalarımızı siyah beyaz mı renkli mi görüyoruz?
Gözleri göremeyen insanların gördüğü düşler nasıldır?
Gözleri görmeyen başarılı bir sanatçının söyleşisi de yer alıyor.
Bu söyleşi de Vincent Bijio'nun bir soruya verdiği cevap sarsıcıydı;
"Körlük gibi doğuştan bir engel, yaşantıda bir eksiklik duygusuna yol açmıyor, düşlerde dahi. Yalnızca gözleri görenler körlerin karanlıkta yaşadıklarına inanıyor. Karanlık 'değil, tıpkı aynı nedenden aydınlık olmadığı gibi: Karanlık ve aydınlık görsel kavramlar ve eksik olan da zaten bunlar. Gelgelelim, edinilmiş engellerde durum farklı."
İnsan doğduğu an ne ile karşılaşmışsa ve idraki neyi kucaklamışsa aslolan odur. Peki aydınlık kimin aydınlığı ve karanlık kime göre...
Buradan felsefi bir çıkarım çok zorlama gibi duruyor olabilir ama beni saatlerce düşündürdü. Bizim karanlık dediğimiz şey, aydınlığı hiç tanımamış biri için aslında karanlık değil... Bizim görebildiğimiz şey, hiç göremeyen için bir hiçten ibaret... Bu 'ruhsal körlük' için, (ya da siz adına manevi körlük diyin) düşünüldüğünde, durduğumuz yerin çatırdaması, bir anda görebildiğimiz her şeyin karanlığa gömülmesi mümkün... Dahası asıl biz mi görüyoruz, göremeyen mi doğruyu görüyor bilemiyoruz... Biraz daha genişletirsek,'insan en iyi gözleri kapalıyken görür.' diyen yazarın fazladan gördüğü bir şeyler var demek ki...
Öte yandan, körlüğümüzün sarrafı kimdir diye sorarsanız, aynalardır derim... Hem bu bildiğimiz aynalardan değil, kendimizi olanca gücümüzle görmeye çalıştığımız insan kardeşlerim, evet bizi bize onlar inandırır. Çoğu kez hiç bilmeden yaparlar bunu... Öyle güzel severler ki, biz kendimize onun kör noktasından bakmaya cüret ederiz... Sonrası derin bir körlük... İnsan kendini göremeyecek kadar sevmemeli... İnsan bir başkasını onun kendisini göremeyeceği kadar yüceltmemeli...
İnsan... İnsan...
Görme engelli sanatkar Bijio, bir zaman sonra geçirdiği hastalığın zamanla işitme kaybına da neden olacağı gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalır...Telaşa kapılır ama bunun da üstesinden gelecektir... Şöyle anlatıyor;
"Odamda oturup gün boyu hiçbir şey yapmıyordum. Radyo açık uyuyordum hep, o zaman hâlâ işitebildiğimden emin oluyordum çünkü. Bir sabah annem radyoyu kapatmış, her yer sepsessizdi. Rüzgarın kavakları hışırdatışını duydum, leylakların, mavi yağmurun kokusunu aldım. Sonra kalktım, gidip pencerenin pervazına oturdum, o rüzgarın, o kokuların içine ve birkaç saniye içinde dünyam müthiş değişiverdi. Aklımdan, kendini niye zavallı yerine koyuyorsun ki, ağaçların sesini duyuyorsun hala, diye geçirdim. "
Her gün bu olağanüstü güzelliklerin yanından geçip giderken, Bijio'nun tevekkülünden öğreneceğimiz çok şey var.
Kabuslar üzerine bölümünde ;
"İnsanın, biri ya da bir şey boğduğu için nefes alamıyormuş hissine kapıldığı düşler." dendiğinde bizim karabasan dediğimiz rüyalardan söz edildiğini ve karabasan anlarında kımıldayamamanın bilimsel adının "uyku felci" olduğunu öğrenmiş oluyoruz :)
"Uyku felci" anında vücutta meydana gelen değişimler ve karabasan olarak görülen ürkütücü şeyin sülietinin bizim bilinçaltı malzemelerimizden oluştuğu gerçeği oldukça ilginçti.
İlgimi çeken ayrıntılardan birisi de karabasanın sırt üstü yatarken görülme ihtimalinin yüksek olduğu gerçeğiydi.
Mesela uyurgezerliğin babadan oğula geçtiğini biliyor muydunuz. Tam olarak budur, çünkü erkeklerde görülme olasılığı çok daha fazla olmakla birlikte, uyurgezer bir insanın çocuğunun uyurgezer olma ihtimali oldukça yüksektir. Uyurgezerlik çocukluktan sonra ki dönemde bir psikolojik sorun yaratmaz. Bilimsel araştırmalar uyurgezerliğin psikiyatrik veya nörolojik hastalıkla bağlantısı olmadığını söylese de, alkol almanın, aşırı yorgunluk, kaygı, stres, ilaç kullanımı gibi etkenlerin uyurgezerliğin başlıca nedenleri olduğunu görmüşlerdir.
Çocukların yaşadığı uyku terörü ile ilgili de çok kapsamlı bir bölüm var, bu durumdan muzdarip olan okurların bakmasını tavsiye ederim.
Eseri keyifle okudum ve bilmediğim pek çok şey öğrendim.
Tam Jung'dan söz etmeden rüyalar bahsi kapatılır mı diye yazara gönül koymuştum ki, son kısımda bir kısacık yer vermiş, Draaisma'yla atışma gibi olmasın ama notlarımı Jung' un cümleleriyle bitirmek isterim;
"Rüya, rüyayı gören kişinin aynı anda sahne, oyuncu, suflör, prodüktör, yazar, izleyici ve eleştirmen olduğu bir tiyatro oyunudur."
C. G. Jung, Toplu Eserler, VIII. Cilt, 509
Derin saygımla...