Gönderi

376 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
Ahmet Hamdi Tanpınar, Tarık Buğra’yı en güzel tanıtan şu cümleyi kurar: "Yeni Türk Edebiyatı bir medeniyet krizi" ile başlar. Asıldan kopuşun moderne yönelişin krizidir aslında bu kriz. İşte tam bu noktada aslını inkâr edenlere karşı aslına sahip çıkan bir yazardır Tarık Buğra. O yüzden değerlerine sahip çıkan bir nesil yetiştirmek ister. Şu ana kadar, döneminin siyasi ve sosyal olaylarına bu denli ayna tutan bir kitap okumadığımı, Tarık Buğra kitaplarını okuyunca daha iyi anladım. Romanları ve makaleleri, medeniyet değişimi yaşayan Türkiye halkına çok şeyler anlatıyor bana göre. Objektif bir bakış açısıyla işlediği meseleler ve bu meseleler içindeki insan faktörü bize bir duruş, bir bakış ve bir anlayış veriyor. Ve ilginçtir; hemen bütün kahramanları bir arayış içindedir. Sanki savaşlarla yorulmuş, politik oyunlarla yozlaşmış; medeniyetini kaybetmiş bir toplumun arayışını kahramanlarına yüklemiş gibidir yazar, belki kendi arayışını da. Zaten kendisi de bu şekilde tanıtmıştır sorulunca: “ Benim hayatımın özeti 1938 ile 1950 arasıdır. İsteyen serserilik yılları desin ben ‘kendimi arayış’ diyorum. O yıllarda ben kendimi aradım ve buldum. Çok şükür buldum. Fakülteden kopuşum bu yüzdendir, politikadan kaçışım bu yüzdendir, bana verilen imkanlardan kaçışım bu yüzdendir; Sırf kendimi kurtarayım kendimle kalayım bana kimse yol göstermesin yapmak istediğimi engellemesin yapmak istemediğime zorlamasın diyedir bu kaçışlar. Benim hayatımın özeti bu…” İnsan olunmadan yazar olunmayacağına inanan Tarık Buğra, eserlerinde önce insan olmanın erdemlerini keşfettiren kahramanlar koyar önümüze. Bütün ihanetlerin üzerine, güzel bir arayış yolu izleyerek doğru güzergahı bulan kahramanlardır bunlar. Osmancık’tır. Küçük Ağa’dır, Fakir Halit’tir. Ya da Yalnızlardaki kendisidir. Ona göre roman, “kâinatı ve insanları bir mizaca göre yeniden yaratmaktır.” Bu yarattığı mizaç iyi de olabilir, kötü de; solcu da olabilir, sağcı da. Ama fikirlerini birbirine dayatmayan, at gözlüğü takmayan mizaçlar olmalıdır. Bu noktada insanın kalıba dökülmeyeceğine inanan yazar, eserleriyle; inandığı düşüncesini, sağ kesimden olduğu kadar, sol kesime de aktarmayı başarmıştır. Tarık Buğra'ya göre yazar: "ispatlamaz, gösterir; telkin etmez, düşündürür; hüküm vermez, hüküm vermeye yol açar; iddia etmez, okuyucunun ret ve kabul, hâl ve ruh tercihini serbest bırakan bir dünya kurar. Görevi budur ve bunu başardığı ölçüde değerlidir." Ve bir edebiyatçı sanatını politik duygularına kurban etmemelidir. Edebiyatın değiştirme ve dönüştürme gücünü “Bir modaya, bir ideolojiye hatta bir hizbe”alet etmememiz gerektiğini vurgular. Militanlaşmış bir yazar, belki şöhret kazanır ama kendinden ve sanatından çok şey kaybeder. Tarık Buğra’nın eserlerine konu olan dönemlerin bir çoğu, Türk siyasi tarihinin dönüm noktalarıdır. ”Küçük Ağa, Osmancık, Yağmuru Beklerken Dönemeçte, Gençliğim Eyvah” bu dönüm noktalarının siyasi ve sosyal olaylarını insan açısından ele alırken, insanı etkileyen fikirler üzerinde de durması, yazarın ideolojik baktığı anlamına gelmez. Gerçekte politik değil, bağımsız düşünceye sahip olduğunu ispatlar. Aslında Buğra, edebiyatın gücünden istifade eden politikacılara savaş açmıştır. Ve bunu da en iyi bildiği yöntemle, tenkitle ve edebiyatla ortaya koymuştur. Onun kahramanlarındaki, ‘hayata meydan okuyan insan’ tipi kendisidir aslında. Yazarımız Dönemeç romanında:” Bir millet ki, aydını halkından kopmuş; halkını inkar ettiği, kötülediği, horladığı, ama yerine hiçbir getiremediği töreleri, görenekleri, gelenekleri ve diğer yargılarıyla başıboş bırakıp gitmişti.” Der. Özellikle Gençliğim Eyvah romanında, gençlerin politik kavgaların içine nasıl çekildiğini, hangi ideolojiler pompalayarak birbirine düşman militanlar yetiştirildiğini uzun örneklerle anlatır. İyi yetişmemiş insanların ülkesinde düzen tutmayacağını, gençliğin yanlış yollarda heder edilmemesi gerektiğini eserlerinde çığlık çığlığa anlatır. "Bir öğretmenin düşünceyi ve hür düşünmeyi öğretmeyi değil de; bir düşünceyi aşılamaya kalkışması olabilecek namussuzlukların en iğrencidir" der Düşman Kazanmak Sanatı kitabında. Oysa tüm ideolojik hareketler birbirinin zıttıdır ve birbirini yok etme çabasındadır. Hür düşünen beyinler, ancak hür düşünce üretebilir. Bu anlamda eğitimcilere ne denli sorumluluk düştüğünü de görmek lazımdır. Bu yaklaşım, kültür ve tarih bilincimizi, geçmişten geleceğe taşıdığımız manevi mirası görmemizi ve korumamızı engeller. İşte, suskunluğun, konuşmaktan daha geçerli olduğu böyle zamanda, Tarık Buğra, susmamış yazmıştır. O eserlerini bilinç düzeyi yüksek bir millet, toplumun yeniden doğuşu için gerekli kudreti, kendi köklerinde arayan aydınlar yaratmak için yazmıştır. Tüm fikirlere bağımsız yaklaşmıştır. Ona göre devlet, millet ve bayrak kutsaldır. Kutsal değerler kişisel fikirlerin önünde gelir. Tarık Buğra’nın, o günden bu güne, bizlere, seslenişiyle bitireyim; “ Büyük ve belâlı fırtınalar atlattı bu deniz. Hâlâ durulmuş ve gökyüzü tamamen mavileşmiş değildir. Fakat gemimiz için, devletimiz için, güçlenmemiz, büyümemiz için varmak istediğimiz liman uzakta değildir, ulaşılamayacak gibi değildir. Yeter ki biz, bu hiç de uzun olmayan mesafe içinde, kişileşmenin, kişiliğimizi ispatlamanın gerçek yolunu, tek tek vatandaşlar olarak, artık kavrayalım. Kişileşmenin, üstün kişilik edinmenin sâdece itirazcı zekâ ile mümkün olamayacağını, karşı çıkmakla, kötülemekle, karalamakla bir yere varılamayacağını; iyiyi, yararlıyı, doğruyu desteklemenin kişiliğimize, hele hele büyüklüğümüze halel getirmeyeceğini kavrayalım. Doğrudur: İnsana bir de düşman lâzım, insan düşmansız yapamaz. Ama gerçek düşmanını bilemeyen insan ve toplumdan da hayır gelmez; unutmayalım.
Osmancık
OsmancıkTarık Buğra · Ötüken Neşriyat · 201816k okunma
··
4,666 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.