Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

177 syf.
7/10 puan verdi
Çocukluğa özlemin masumane bir olgu olduğu zamanlar vardır; ama sonra bu olgu o kadar çok kez karşımıza çıkar ki, bayağılaşır. Sadece bayağılaşmakla da kalmaz, bayatlar, küflenir ve çürür. Artık çocukluğa özlem duymak istemez hâle geliriz. Çünkü o olgu tarifsizliğinden süregelen benzersizliğini yitirmiştir, somutlaşmıştır bir bakıma. Olgunun bayağılaşmasına, maalesef ki, edebî eserler de sebep olur. Ancak bu durum edebiyatta ileri adımlar atılamadığı zamanlarda geçerlidir; zira ileriye adımlar atılabildiği zaman, olgu olduğu gibi kalmaz, genişler ve her bir eser okurun muhayyilesindeki namütenahi imgelem denizine damlacık oluverir. Bu bağlamda Çocuktaki Bahçe isimli romanın bu denize bir damlacık mı yoksa çocukluğa özleme bayağı bir katkı mı sunduğu, eserin kaderini belirleyen yegâne etkendi benim gözümde. İsminden dahi okuyup okumamanız gerektiğini anlayabileceğiniz bir roman aslında Çocuktaki Bahçe: “Çocuk” geçiyor isminde, demek ki çocukluk önemli bir tema, muhtemelen çocukluğa özlem vardır; bir de bir kelime oyunu var, demek ki biraz da dil açısından deneysel bir yön var; ayrıca çocuk ve bahçe kelimelerinin beraber kullanımı da kitabın sunacağı atmosfere dair bir fikir veriyor. Feyyaz Kayacan’ın otobiyografik nitelikli olan bu eseri, önsezilerinizin sevip sevmeyeceğiniz hakkında verdiği fikrin pek doğru olacağını düşündüğüm, deneysel yönleriyle ilgi çekici, genel anlamda iyi; ama parlayamayan bir roman. Romanımızda Feyzi isimli bir çocuğun anılarını okuyoruz. Feyzi kozmopolit bir semt olan Talimhane’deki bir köşkte yaşıyor. Yalnız bir hayat Feyzi’ninki, diğer çocuklar gibi dışarı çıkıp oynaması yasak. Sadece köşkün bahçesine çıkabiliyor bazen, topraklı yolda sönük bir hızla bisiklet sürmek dışında hayatında pek fazla heyecan olamıyor. Bu esaretin kaynağı olarak pek sert mizaçlı olan annesini görüyoruz. Aslında Fransız kültürünü özümsemiş bir kadın olarak tanıtılıyor anne; bu yüzden biricik evladına pek özenmesi gerektiğini düşünüyor insan; ama Feyzi’yi sürekli döven, ona sürekli bağırıp çağıran ve onu sürekli kontrol altında tutmaya çalışan bir anne görüyoruz onun yerine. Feyzi’nin babası ise çoğunlukla evden uzakta, kendisini romanın ikinci yarısında anca görebiliyoruz. Bunun dışında Feyzi’nin tek oyun arkadaşı diyebileceğimiz amcası ve biraz karikatürize bir yardımcı teyze var evde. Kimsesi olmayan Feyzi ne yapıyor; hayallere, düşünmelere sığınıyor. Melankolik bir roman Çocuktaki Bahçe; ama aynı zamanda sıcacık. Masum, hayallere dalan çocuk portresini Feyyaz Kayacan güzel bir şekilde sunuyor. Buna en büyük katkıyı şiirsel ve yetkin dili yapıyor. Kimi zaman bu anlatım dili çocuksu olması gereken anlatıyla ters düşse de, genel olarak esere faydasının daha çok olduğunu düşünüyorum. Roman anlar ve anılar dizgesi olarak ilerlediği için şiirsel dil akıcılığa katkıda bulunuyor. Bazı bölümler fazlasıyla anlaşılmaz ve kişisel olsa da, romanın atmosferi için gerekli olduğunu düşündüğüm bulutlanmayı sağladığı için pek yadırgamadım. Kitap yalnızca aileyi anlatıyor olsaydı biraz yavan kalacaktı; ama neyse ki genişliyor. Önce etraftaki esnafın hikâyelerine dahil olmaya başlıyoruz, burada Talimhane’nin kozmopolit yönü ortaya çıkıyor. Her milletten esnaf var ve hepsinin başka başka zaafları var. Esnafların hâl ve hikâyeleri Karagöz-Hacivat oyunlarındaki tiplemeleri anımsatacak güldürüler barındırıyor; bunların çocuk gözünden anlatımı da eserin sıcaklığını artırıyor. Roman daha sonrasında Feyzi’nin babasını ve arkadaşlarını hikâyeye dahil ederek karakter sayısını artırsa da, bu karakterler üzerinden esere gelen katkı esnaflarınkine kıyasla pek zayıf kalıyor. Hatta bu yüzden eserin ikinci yarısı akıcılık yönünden biraz daha sıkıntılı, bu karakterler kurguyu ileri götürse de anlatıyı pek derinleştiremiyor. Baba ile ilgili olan fasılalar da tamamlandıktan sonra romanın sonuna gelmiş oluyoruz. Görüyoruz ki Feyzi büyümüş, yaşlanmış ve ölüm döşeğine düşmüş de aklından çocukluğunu geçiriyormuş. Gariptir ki Feyzi geçip giden ömrünü değil de, yalnızca çocukluğunu düşünüp duruyormuş. Çünkü orada, oralarda kalmış, oralardan çıkamamış. Her ne kadar kitapta çocukluğun özellikle de saflığına özlem ve övgü bulunsa da, aslında çocukluk döneminde esir kalmanın, yalnız kalmanın, uzak kalmanın romanı Çocuktaki Bahçe. Feyzi köşkten çıkamamış bir çocuk olarak dışarıdan korunmuş; ama çürümekten korunamamış. Hayata çürümüş olarak başlamış olmanın çaresizliği içinde geçen bir ömür göz önüne alındığında, ölüm döşeğindeki ihtiyar Feyzi’nin, yaşam döşeğindeki çocuk Feyzi ile arasında neredeyse bir mesafe yok. Tüm bu arka planla beraber okunduğunda, Feyzi’nin ölümle yüzleşmesi olarak addedeceğim kısım eserin en parlayan noktalarından biri hâline geliyor, tabii pek ustalıkla yazılmış olduğunu da ifade etmeliyim. Sonra da, ölüm geliverdiğinde, işte, bu kadar. Hayat bazen bu kadar işte. Her roman ihtişamlı olacak değil, her sancı en ince ayrıntısına kadar deşilecek değil. Yetkin bir dil ve imgelem olduktan sonra, azıcık gördüğümüz bile bereketleniyor, derinleşiyor. Çocuktaki Bahçe de öyle. Bahçedeki çocuk değil.
Çocuktaki Bahçe
Çocuktaki BahçeFeyyaz Kayacan · Kırmızı Kedi Yayınevi · 074 okunma
·
238 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.