Gönderi

HEİDEGGER'DE VARLIK Heidegger felsefenin temel sorunu olarak gördüğü varlık felsefesine yönelir, ama varlığı varolus arayarak Varlığın araştırılması gereken yer varoluştur. Varoluştan öz çıkarılmalıdır. İnsanın özü varoluşundadır. Öyleyse var oluştan kalkarak varlık sorunu yeniden düzenlenmelidir. Buna göre bu felsefe eski öz (essentia) felsefesine karşıt olarak bir varoluş (existentia) felsefesidir. Bu felsefenin de büyük bir güçlüğü var: Varoluş bir taş ya da bir bitki gibi ele alınamaz, ayrıca tanımlanamaz da. Böyle bir şeye girişilir girişilmez eski öz felsefesine dönülmüş olur. Ama Heidegger varlık sorusunu yanıtlama dan önce, bizi varlığın çevresinde varolanı görebileceğimiz yere götürmek ister, kendi deyişiyle henüz bir varlık bilim yapmak istemez de, ilerideki varlıkbilimi olanaklı kılacak, ona temel olacak bir "temel varlıkbilim" yazmak is ter. "Varlığını sormamız gereken hangi varolandır?" sorusu ile araştırmasına başlar Heidegger. Varlığa hiç olmazsa aralığından bir göz atabileceğimiz "kapı" bize nerede açılıyor? Insanın "bir şeye" erişebileceği "delik" nerede bulunabilir? "Varlığa açılan bu deliği" insanda görür o. Yalnız insan, varlığımı sorabilir. Yalnız insan, varolandan, ki o kendisidir, varlığa doğru adım atabilir. Yalnız insan var. olanın sınırlarını aşabilir. Insan yalnızca varolan değildir, aynı zamanda kendini var olan olarak anlayabilendir de. Bütün öteki nesneleri anlayabilmesinin nedeni de budur. Varlıkbilim de böylece bütün öteki bilimlerin önkoşulu olur. İnsan Heidegger'e göre "varlığın çobanı" (güdücüsü) varlıktan bir örnek, bir eşbaskıdır. Yalnızca insan gerçekten burada olandır, gerçek varolandır. Bu varolana, her birimizin olduğu ve bütün başka varlıklar arasında varlığının sorusunu soran bu varolana kendi söz dağarcığı içinde "Dasein" (burada-olan) diyor Heidegger. Almancada Dasein genellikle varoluş karşılığı kullanılır, yaşam anlamına da gelir, ancak Heidegger bu terimlere başka anlamlar vermiştir, sözcükleri somut anlamlarına inerek kullanmıştır. Dasein (burada olan) insanla aynı anlama gelir Heidegger'in dilinde. Insanın varlık sorusunu sormakla doğru dan doğruya şu veya bu çeşilde bir bağlantı kurduğu varlığın kendisini de "Existenz" (Varoluş) olarak anlandırır. Demek ki varoluş (existentia) insanın varlığı ile bağlantı kurmasında belirir. Daha doğrusu yukarı ki deyişle, insanın bağlantı kurduğu varlığın kendisi varoluş oluyor. Bundan dolayı yalnızca insan burada-olandır (Dasein), böylece ancak insan varoluş (existenz) tır. Bundan böyle felsefenin çıkış noktası insandır Heidegger'de. Heidegger insan sözcüğünü kullanmıyor da onun yerine hep, çoğu kez yanlış da anlaşılabilecek olan "Dasein" sözcüğünü kullanıyor. Şundan dolayı: "Insan" mantıksal tür kavramı olarak anlaşılabilir, oysa Heidegger doğruya tek insanın bir defalak varoluşunu (existenz) ele almak ister. Heidegger'in felsefesi insana yöneldiğine göre, hümanist bir felsefe midir diye sorulabilir. Değildir, çünkü, ona göre, hümanizm soyut bir insanlık sevgisi içinde gerçek insanı gözden kaçırabilir. Oysa Heidegger varoluşsal kaygı larıyla birlikte somut tek insan bireyi araştırır; insanı insan olarak araştırmaz da, insanlar aracılığı ile insan "de... liğinden" varlığın kendisini temellendirmek ister. Ama bu varlığa yönelmekle Skolastik felsefenin yaptığını yapmış olmuyor mu? Skolastik felsefe de öz (essentia) varoluş yapıyordu. Ama Skolastik felsefe (existentia) ayrılığını varoluş kavramı ile Tanrıdan kum tanesine dek her gerçek olanın gerçekliğini anlıyordu. Oysa Heidegger'de yalnızca ve yalnızca insanın varlığı sözkonusudur ve varoluşs (Existenz) Heidegger'de insanı bütün öteki şeylerden ayıran şeydir. Her insan özünü yaşamın kendisine verdiği bir yığın olanaklarla biçimlendirir. Bütün varlık biçimlerinin sözünü etmek olanaksızdır. Ama her insanın zorunlu olarak için de bulunduğu iki önemli varlık biçimi vardır, Heidegger'e göre: "Dünyanın içinde olmak" ve "Birlikte olmak". Her insan varoluşu dünyanın varoluşuna bir göstergedir. Ben ve dış-dünya birbirinden ayrılamaz. Felsefe dizgelerinin (sistem) dış dünyanın varoluşu için kanıt aramalarını "felsefenin skandalı" olarak görür Heidegger. Onun için dış-dünya sorusu diye bir şey yoktur, çünkü insan var oluşu aslında bir "dünya içinde olma"dır, dünyada olmaktır. Insanın dünyada oluşu bir nesnenin ya da bir hayvanın dünyada oluşu gibi değildir, bir dünyayla karşılaşmadır. Dünyayla nasıl karşılaşıyoruz? Bilgi ile değil, eylemlemle; bir iş yaparak, kurarak, üreterek, yenileyerek, ilgilenerek, kaygılanarak dünyayla karşılaşıyoruz. Eylem içinde ilgilendiğimiz, kaygılandığımız şeye yöneliyoruz. Yöneldi. gimiz şeyler birer "alet "tirler, her "alet"de bir alet bütününe yöneliktir. Bütün bir alet bütününün havale edildiği en yüksek doruk da insandır. "Insan bütün dünyanın bir havale merkezidir". Örneğin çekiç bir çivi çakma aletidir, çivi bir tahta parçasını sağlamlaştırma aletidir, bir kulübe nin tahtası ise insanların yağmurdan korunması için bir "alettir. Şimdiye dek insan dünyanın bir ürünü idi, şimdi artık dünya insanın bir "işlevi" haline gelmiştir. Dünya bir insan ürünüdür, insan yaratmasıdır. Insan ortadan kalkar kalkmaz, dünya da ortadan kalkar. Dünyanın kendi başına bir varlığı, kendine özgü bir değeri olmadığı gibi, aletin de kendine özgü bir varlığı yoktur, tersine ancak insan için bir "kendi elinin altında olan"dır, insan için burada olandır. Böylece artık bitkiler ve hayvanlar da yalınç birer alet baline gelirler. Dünyanın bundan böyle tümüyle insan bakımından anlaşılması gerekir. Insanın bu dünyasının artık şimdiye kadarki kategorilerle ölçülemeyeceği açıktır. Eski ölçüler "ben"imizin dünyasını değil, yalnızca nesneler dünyasını ölçerler. Insanın dünyasının ölçek olarak içdenlik ya da "varoluşça (Existential) ölçüye gereksinmesi vardır. Bir insanın bize yakın ya da uzak oluşu metre ve kilometrelerle ölçülemez. Bir anne uzakta tehlike içinde olduğunu bildiği oğlun üzerinde oturduğu koltuktan daha yakındır. Yüreğin ölçüleri varoluşça'dır, öznel nimler varoluşça'dırlar. Böylece öz (Essentia) felsefesinin ve niteliksel belirlenimler varoluşca'dır.Böylece öz(Essentia) Felsefenin kategorilerinin karşısında varolus felsefesinin varoluşça kategorileri yer alır. "Dünyanın içinde olmak" da uzayla ilgili bir belirlenim değil, varoluşça bir belirlenimdir. Her insanın zorunlu olarak içinde bulunduğu ikinci varlık biçimi de "birlikte olma"dır. Insan varoluşa yalnız dünyada gerçekleşmez, aynı zamanda öteki insanlarla birlikte gerçekleşir. Öteki insanlar aynı zamanda bizimle birlikte bulunurlar, bizim varlığımız öyleyse öteki insanların varoluşuna, birlikte olmaya da bir göstergedir. Ama öteki insanlar bizim için bir "alet" değildir, elimizin altında olmakla ilgimizi çeken bir alet değildir; öteki insanlar kendileri için kaygılandığımız kendileri için ilgilendiğimiz bir varoluştur. Ancak bu kendileri için kaygılanma iyilik severlik-sevecenlik (Karitas) anlamında değil, Heidegger'de, kayıtsızlığı başkalarına karşı savaşı da dile getirir. Başkalarına karşı kurabileceğimiz olumlu ya da olumsuz her türlü bağlantıyı anlar bu terimle Heidegger. Bu kaygı insanın eylemleri için bir kaynaktır, bir temeldir. Herhangi bir kaygısı olmazsa hiç bir eylemde bulunamaz insan. Insan varlığı yapısı gereği hep birlikte yaşadığı insanlar arasında bulunur. Birlikte yaşanılan insanlar ancak bizim varlığımızın "birlikte olan" bir varlık oluşu ile olanaklıdır. Birliktelik, insanlarla birlikte olma bizim kendi ben'imizin toplumsal yönüdür ancak. Birlikte olma her insan varoluşunun zorunlu bir varlık-biçimidir, böylecede ikinci bir varoluşça'dır, varoluş biçimidir. Bizimle burada birlikte olan kimdir? Bu "kim" hemen kolaylıkla ele geçmemektedir, kolaylıkla kavranamamaktadır. Bu "kim" şu ya da bu kimse, birkaç ya da hepsinin toplamı değildir. Kim "Neutrum"dur (yansız), "belirsiz adil"dır. Bu belirsiz kişilerin oluşturduğu alana Heidegger "Man sferi" diyor, (Türkçeye "onlar alanı" diye çevrilebilir. Almanca "man" Fransızca "on"la belirtilen adıl, Türkçede eylem arasında belirtilir: yapılır, konuşulur gibi. Kimi zaman çoğul adil olarak da kullanılır: diyorlar ki gibi kim diyor belli değildir burada). Ama işte bu "onlar" (Man) kavranamaz, algılanamaz olduğundan her şeyin içine girer, her şeye egemen olur. Biz eğlenildiği gibi eğleniriz; okumaları okuruz; biz sanat üzerinde yargılama yapıldığı gibi yargılama yaparız. Öfkelenildiği gibi öfkeleniriz. Büyük bir kitle karşısında gerilendiği gibi gerileriz. Bu onlar" olağandışına yer vermez. Direnmek isteyen herkesi durdurur. Olanğanüstü olmak isteyeni hizaya getirir, sıradan insan yapar onu da. Herkesi bir sıraya sokar. "Onlar" sorunsuzdur. Sorumluluk gerektiren yerde "onlar" silinip gitmiştir. "Onlar" vardı, ama yine de "hiç kimse" yoktu denebilir. Böylece" "onlar" hiç kimsedir, kitledir, "publikum"dur, kamusal ya da kollektiftir, ortaklaşadır. "Onlar" alanı da varoluşça (existential)dir, Heidegger'e göre. Bu alan, insan varoluşunu günlük durumu ve sıradan-oluşu içinde bulduğumuz varlık-biçimidir. Çoğu insanlar kendi gerçek varlıklarına yönelerek yaşamazlar da, bundan kaçıp kitle içinde saklanırlar, kaybolurlar. Kendine yönelip yaşayan bir insan kendi gerçekliği, kendine özgü oluşu içinde yaşar; bundan kaçan insansa kendini olmayan bir tutum içinde bulunur. Bu iki varlık biçimi de iki varoluşça'dır, iki varoluş biçimidir. Insan varlığının daha derin katmanlarını göstermek için başka varoluş biçimlerinin çözümlemesini de Heidegger. Varlığın ancak bilgide ortaya çıktığını sanması eski felsefenin bir yanılmasıdır ona göre. Varlık daha çok ruh durumlarında ortaya çıkar. Bu ruh durumlarımızı dinlersek yalnız ne olduğumuz değil, ne olmakta olduğumuz da kendini bize açar. Varlığımızın (burada oluşumuzun) nereden gelip nereye gittiği bize kapalı kalmıştır. Varlığımız (burada - olma - Dasein) raslantisal olarak ve kopuk kopuk açılır bize ve burada olmamızın kendi kökeni olmadığını görürüz. Bilinmeyen bir güç, bir Tanrı, bir Demon, bir alınyazısına bağladı bizim "burada" ("Da") "olma"mız ("sein"). Bu bilinmeyen güç bizi buraya fırlatmıştır. Insanın bırakılmışlığı, atılmışlığı, fırlatılmışlığı burada bulunur. "Burada" (das "Da") içimizden herbiri nin yaşamakta olduğu yer ve zamandır, iç durumlar ve diş durumlardır; öyleyse herbirimizin içinde bulunduğu durumlardır (situation'lardir). Kimse bize bu dünyaya gel. mek isteyip istemediğimizi sormamıştır. Kimse şimdi şura da şu durumlara girmek isteyip istemediğimizi sormamıştır bize. Burada-oluşumuz (Dasein) bize yalnızca zorlanmıştır; yalnızca taşıdığımız bir "yük" olarak bize açılmıştır. Bundan dolayı bizim içine konduğumuz dünya bizim dünyamız değildir. O bize yabancıdır, bizden uzak ve düşmancadır. Orada kendimizi evimizde hissetmeyiz, tam tersine "yabancı", "korumasız" ve "yurtsuz", "evsiz-barksız" hissederiz. Içinde bulunduğumuz durum burada oluşumuzu bir "fırlatılmış bırakılmış" olma durumu olarak bize açtığına göre, şimdi "anlama" bu bırakılmış varlığın özelliğini bize daha yakından göstermelidir. Ancak anlama (Verstehen) Heidegger felsefesinde anlama anlamına gelmez de, önde bulunan (vorstehen) yöneten anlamına gelir; anlamak, tanımak bilmek (kennen)" anlamına gelmez de, yapabilmek (können) anlamına gelir. Bir kimse yapabildiği işi anlar. Varoluş (existenz) da bir yapabilmedir (können). Varlığının kendi olanaklarını tasarlayabilen, yaratabilen ve ger çekleştirebilen kimse bununla "anladığını" gösterir. Kendini tanıma öyleyse, kendi üzerinde kılı kırk yararak düşünmekle olmaz, tam tersine kendi gücünü deneyerek ne kadar başarabileceğini anlamakla, denemekle olur. Öyleyse insan özgürlük içinde yarattığı ve gerçekleştirdiği kendi yapı planının kurucusudur. Kendinin yapı planıni insan kendisi kurar, bu planı özgürlük içinde tasarlar ve gerçekleştirir. Bu tasarlamaların, hepsi de geleceğe yöneldiğinden insan durmadan ileriye doğru gider. Bu geleceğe yönelen erek ancak, insan varoluşunu anlaşılır kılar. Kendi kendine öz planını gerçekleştiremeyen insan kendisine başkalarının sunduğu tasarıları gerçekleştirecektir, o zaman da artık kendi öz yaşamını sürdüremeyecektir. Böylece özgürlük bu felsefede doğrudan doğruya insan varoluşunun çekirdeğini kuran önemli bir rol oynar. Insan durmadan belli sınırları aşıp gerçekleştirilecek olan tasarılara atılır. Insan yaşam bundan dolayı ileriye giden bir süreçtir. Var oluş bir sürekli aşmadır. Anlamadan da bir üçüncü varoluş biçimi çıkarır Heidegger: "Söz" (Rede). Ama bundan dil anlaşılmaz, her dilden önce gelen ve konuşmayı olanaklı kılan şey anlaşılır. Bunu meydana getiren de anlıktır (Verstand). "Söz" henüz karışık ve düzensiz olanı düzene sokar, dile gelir duruma getirir. "Söz" öyleyse eski felsefede anlığa düşen ödevi yerine getirir: ayrımlaştırır, saptar, kavramlar kurar. Yalnız insanın anlığı, düşünme yetisi olduğundan yalnız onun dili vardır. Anlık bu felsefede ortadan kaldırılmamıştır, yalnızca yeni bir biçimde dile getirilmiştir; ancak, varlığın açılması, ortaya konması araçlarında en aşağı yere konmuştur. Öylesine ki, örneğin ozanlar, Heidegger'e göre, varlığı kendi dillerinde, dizelerinde, filozofların kavramlarında ortaya koyduklarından daha iyi ortaya koyarlar. Ama "söz, içinde bulunulan "durum"dan ve "anla ma"dan ayrılırsa salt bir "lakırdı" olur. Nesnelere ilişmek yerine salt sözcüklerle yetinilir. Insanları sansasyon ve skandallara götüren de bu yalın sözlerin temelsizliğinden doğar. Halisin sahteden, şarlatanın dahiden, boş lafin, safsatanin gerçek yaşantidan ayrılmasını olanaksız kılan çok anlamlılık ortaya çıkar. Her sey doğru anlaşılmış, kavramış gibi görünür, ama aslında anlaşılmamıştır. Böylece insan şöyle bir tehlike ile karşı karşıya kalır: temelsizlik tehlikesiyle. Kısaca yinelenirses "Durum" insanın (Dasein-burada olma) fırlatılmış olduğunu gösterir "anlama" bize varlığın olanaklarını, tasarılarını özgürlük içinde gerçekleştirebilen bilinci gösterir; "söz" de önünde giden olayları dile getirmek yeteneğini gösterir. Bu üç basamak içinde ilerleyerek varlık (Sein) kendini ortaya koyar. Varlığın temelini bütünlüğü içinde ortaya çıkaran araçlar da, Heidegger'e göre, "korku" (Angst), "Vicdan" ve "ölüm"dür. "Durum" bize varlığı "bırakılmışlık", "fırlatılmışlık" olarak göstermişti, bundan da ürküntü ya da iç-daralması diyebileceğimiz belirsiz bir korku (Angst) doğar. Bu iç daralması bu kaygılı korku sıradan korku ile aynı şey degildir. Korkuda belli bir tehlike karşısında çekiniriz: hastalık, sınav, kötü bir insan gibi. Iç-daralmasında ise belli bir şeyden dolayı değil, kendimiz için çekiniriz: varlık karşısında ve varlık için çekinmedir bu. Bu iç- daralmamız geçer geçmez rahatlayarak şöyle deriz: "hiç bir şey değildi." Bu, Heidegger'e göre şu demektir: Iç- daralması insanı hiçlik (Nichts) uçurumunun önüne koymuştur. İç-daralması ile hiçlik birbirine bağlıdır. Ancak hiçlik uçurumu üzerine sallanmış olan kimse, kendi varlığı için kaygılanmış olan bir kimse varolanın dar sınırını aşıp varlığa adım atabilir. Iç-daralması kaplayıcı bir şeydir. Onda bütün yaşama güvenleri kırılır. Insan bu korku içinde avunmasız kaIır ve yalnızlığa gömülür. Sıradan insan bu korkudan günlük yaşamın gürültü patirtısı arasına, işe güçe kaçar. Ama iç huzursuzluk yine kalır onda ve iç daralması yeniden ortaya çıkar. Ancak bu korku içinde kalmaya yüreklilik gösteren kimse, o zaman doğrudan doğruya kendinde olan iç çekirdeği, kendi varoluşunu (existenz) yakalayabilir. "Sı kıntı" için de aynı şey geçerlidir. Burada da bizi sıkan bir kitap ya da bir insan değildir, kendi benliğimiz bizi sıkar. Çıkışı olmayan bir boşluk insanı kaplar. Artık hiç bir şey gevşetmez, ferahlatmaz insanı, karanlık bir duygu kaplar ruhu. Bu öldürücü sıkıntıdan da sıradan insanlar yaşamın günlük işlerine, kitle içine kaçarlar. Ama bu sıkıntıda durup kalabilen kimse bir avuntu kabul etmez durumdan kendi varoluşuna ulaşabilir. Varlık temelini ortaya çıkaran bir başka araç da "vicdan"dır Heidegger'e göre. Ancak o bundan biolojik anlamda bir "doğa uyarısı" ya da dinsel anlamda bir "Tanrı sesi"ni kastetmez. Ona göre insanda kaygı var oldukça ancak, vicdan da gelişebilir. Bu ses bizi "onlar" (Man) alanının günlük işlerine düşmemek için uyarıyor ve bizi yeniden kendi benliğimize, kendine özgülüğümüze dönmeye çağırıyor. Bu, insanın özgür eylemidir. Vicdanın derinligi de yüksekliği de buradadır. Vicdan insana suçunu bildirir. Bu suç burada olanın kendisindedir. Biz isteme den, kendimizin seçmediği bir durumda buluyoruz kendimizi. Üstesinden gelemeyeceğimiz ödevlerle karşı karşıya bulunuyoruz. Kant "yapmam gerekir, çünkü yapabilirim" diyordu. Heidegger ise "yapmam gerekir, ama yapamam" diyor. Öte yandan vicdan insana kendi yüksekliğini de gösterir: Insanı kararlılığa çağırır. Bu da Heidegger'in en yüksek bir şey olarak gösterdiği şeydir. Kendi burada - oluşuna bağlı olsan da, bir yere fırlatılmış, bırakılmış olsan da,içinde bulunduğun durum sana yabancı olsa da, burada - olmakla suçu üzerine almış da olsan, dünya sana yabancı ve düşmanca da olsa, bilinmeyen bir alınyazısının elinde de olsan, bütün bunlara karşın, yine de, kendini alt olmaya, yenilmeye bırakma. Sıkı dur. Alınyazını, ölümün bile söz konusu olsa, kendi eline al. Göçüp gitmeye mahkumsan, o zaman da kendi ölümünle bir kahraman olarak öl. Böylece kararlılık insanın yaşamını güçlükler eline aldığı ve kahramanca üstesinden geldiği son bir du raktır. Varlık temelini en derinden açığa vuran ölümdür Heidegger'e göre. Ölüm insan varlığının bütün olanakları arasında en gerçek olanıdır: ölüm bir başkası tarafından yerine getirilemez, bunu herkes kendisi "başarır". Ölüm aşılamaz bir şeydir, çünkü ölümle bütün olanaklar biter. Insan ölüme giden bir varlıktır. Ölüm var olur olmaz insanı aşan bir biçim almaktadır. Ancak böylece insanın burada - oluşunun her dakikası ölümle içten biçim alır: ilkin ölüm, yaşamı bir bütünlük bir birlik haline getirir; ikinci olarak ancak ölüm yaşama anlam verir. Ölüm olmasaydı hiç bir şeye başlayamazdık. Ama ölümün ne zaman geleceğini bilmiyoruz. Her an gelebileceği için yaşamın anlamı her an gerçekleştirilmelidir. Herkes ölecektir, bunu herkes bilir. Ama insan ölüm korkusunu günlük işler arasında uzaklaş tırmaya çalışır. Aslında bütün bunlar kendi ölümü karşısında korkakça bir kaçmadır. Ama kendi ölümünü göz önünde tutan ve yine de sağlam kalan, kendini sağlam tutan, kendi varoluşuna doğru açılabilir. Her alanda dünyaya açılan yol bilmede olmayıp eylemde olduğu gibi, doğruluğun özü de eylemde bulunur Heidegger'e göre, Bu eylem de: varolanın bulgulanması,örtüsünün kaldırılması, açılmasıdır. Bu felsefede yalnız in san gerçekten burada-olan (Dasein) olduğundan, yalnız insan burada olduğunu algılayıp soru soran olduğundan, yalnız o var olanın örtüsünü kaldırabilir. Bundan dolayı doğ ruluk da hep bulgulayan insanın kendisindedir. Öyleyse ancak insan (Dasein) olduğu sürece doğruluk vardır. Ancak insan var olduğu sürece var olan bulgulanabilir. Newton yasası, çelişmezlik önermesi, her doğruluk ancak insan var olduğu sürece doğrudur. "Öncesiz sonrasız doğruluk lafı" felsefe sorunları arasında tanrıbilimin (theoloji'nin) bir kalın tısıdır. Dünya-dışı bir alanda doğruluğun geçerliliği bir "put-sözcüktür. Ancak insan saklı olanı açabilir: nesnelerle ilgilenerek, nesnelerle kaygılanarak. Bundan dolayı doğruluk her zaman bir insan eylemidir. Insanlar olmazsa doğruluk da olmaz. Doğruluk böylece saklı olmanın, örtülü olmanın karşı-kutbu olarak anlaşılmaktadır Heidegger'de.
·
1 artı 1'leme
·
744 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.