Gönderi

96 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
HERKESİN KAMBURLARI, KAMBURLARIN DA BİR SEBEBİ VARDIR ELBET!!!
Recep Kayalı ‘Dip’ ve ‘Taşın Dediği’ adlı öykü kitaplarının ardından ‘Kamburuma Üç Sebep’ ile öykü yolculuğuna emin adımlarla devam ediyor. Recep Kayalı’nın öykü kitabı ‘ Öyküler hediye gibidir. Öylece çıkar gelir.’ notu ve imzası ile elime ulaştı. 8 öyküden oluşan kitabı bitirdiğinizde kitabın adı ne de güzel yer ediyor zihinlerde. Daha ilk öyküden derin bir vicdan muhasebesi ile baş başa bırakıyor okurunu Recep Kayalı. Kamburluk sadece fiziksel olarak değil, ruhsal olarak da insan yaşamında var olan bir olgu. Kayalı öykülerinde kamburları ile hayatlarına devam eden, giderek silikleşen acı hatırlarını bir yumru gibi boğazlarında taşıyan, yutkundukça acı hatırları ile yüzleşen kahramanlara da yer veriyor hikâyelerinde. Bizlere de toplum tarafından dışlanan, ötekileştirilen hatta insanlar tarafından ucube olarak görülen kahramanların penceresinden bakmak düşüyor. Her ne kadar öykülerde kambur, ucube, cellat gibi karakterler yer alsa da öz de anlatılmak istenen eninde sonunda hepimizin insan olduğu ve insan olarak kalabilmenin yolunun insanları ötekileştirmeden, dışlamadan, zayıf gördüklerimize merhamet kisvesi altında kibirle bakmadan onları kabullenmek olduğu gösteriliyor. Hepimizin görünen ya da görünmeyen, belki kendimizden bile sakladığımız kamburları var elbette. Kayalı öykülerinde her insanın kendi gerçekliği içinde bunun farkında olmasını anlattığı karakterlerin bizden farksız olmadığının ayrımına varmamızı istiyor bir bakıma. Öykülerini anlatırken sıradan olmayan insanları, sıradan olmayanlar sınıfına bizlerin dâhil ettiğini aslında onlarında bizim gibi sıradan hayatları olduğunu dikkatimize sunuyor. Kamburuma Üç Sebep adlı öyküde babasının kamburu ile dalga geçen okul arkadaşlarından dolayı utanç duyan kızına utancını yenmesi için mitolojik ve masalsı hikâyeler anlatan yüreği sevgi yüklü bir baba anlatılıyor. Kızı utanç duygusunu yenip anlatılan hikâyelerle babası ile gurur duyuyor. ‘ … Kızımın utancıyla büyüyor kambur. Kocaman bir seyahat balonu oluyor gözümde. Evleri, o evlerdeki yasları, insanları, otomobilleri, otobüsleri, ucu jiletten keskin, sarhoş kuşları öldüren dağları yüklüyorlar şekilsiz sırtıma…’ Gökte Uçan Hüma Kuşu adlı öyküde engelli doğan, yürüyemeyen ve konuşamayan kızına sıkı sıkıya bağlanıp hem çocuğuna hem de kendine umut aşılayan bir baba anlatılıyor. Baba kız arasındaki gönül köprüsü birbirlerini anlamalarına ve iletişim kurabilmelerine imkân tanıyor. Ne kadar doktorlar bunun mümkün olmadığını söylese de baba kız arasındaki güçlü bağ kızının babası ile zaman zaman konuşabilmesine kapı aralıyor. Persona Non Grata adlı öyküde içine kapanık, derin bakışları ve suskunlukları olan bir babanın beklenmedik bir anda balkondan atlayarak intihar etmesi ile dehşet ve üzüntünün ötesinde derin bir utanç hisseden bir genç anlatılıyor. Babasının intiharı ile derin bir boşluğa sürüklenen genç kendini şiire veriyor. Yazdığı şiirlerin eşi benzeri olmadığını düşünüyor. Bir bakıma var olma savaşı veriyor hayata karşı şiirlerle. ‘…Yok sayılmak konusunda iyiyim. Vapura binip dönüyorum evime. İçimdeki hayvan o dergi ofisinde baş gösterdi. Görünür olmak adına tırmaladı beni. Dışımdaki insan yeni fark etti onu. Var olduğumu ilan etmeliyim herkese. Ellerim, yüzüm, sözlerim var benim. Bunu bilsin insanlar…’ Varlığını kanıtlama güdüsü ile hareket eden genç şair bu duygunun ezilmişliği ile her yere gönderir şiirlerini fakat onu fark eden olmaz ve sonunda içindeki hayvanı dışarı çıkarır. ‘…Bütün gece havlıyorum. Evlerin ışıkları yanıyor. Salyalar akıyor ağzımdan. Küfürler duyuyorum…’ Kör Kuyulardan Çıkarılan ‘Hikâye’ de totaliter devlet anlayışına karşı bir başkaldırı göze çarpıyor. Bu başkaldırı eleştirel bir yaklaşımla semboller aracılığıyla ele alınıyor. İnfaz köyüne getirilen mahkûmlar önce halkın tepkisi ile karşılaşır. Mahkûmların ne suç işlediklerini bilmeyen halk mahkûmlara beddualar eder. Fakat infazlarını seyrettikten sonra da bu insanlar için merhamet gözyaşları dökerler. Mahkûmlar idam edilmeden önce halk kin ve nefretlerini kusarlar. ‘…stres atmaya gelen halkımız, vatanseverlik kisvesi altında hayata, zamlara, vergilere, kısaca aklınıza gelebilecek her şeye olan öfkelerini mahkûmdan çıkarıyorlardı…’ İdamları çocuklarının izlemesi yasaktır fakat gizlice idamı izleyen çocukları cellat fark eder ve yanlarına gider, çocuklar bir anda ne yapacağını bilmez halde donup kalırlar. Cellat çocuklardan birinin babasıdır. Çocuk dehşete kapılır annesi babasını bir kahraman olarak anlatmıştır ona. Fakat babasının cellat olması çocuğunun kafasını kurcalar. ‘…Bir insan başka bir insanı öldürdüğünde ölüm cezasına çarptırılan aşağılık bir suçlu olurken onu öldüren kişi nasıl oluyor da adaleti sağlayan bir kahraman olabiliyordu…’ Çocuk ileride otoriteye karşı ayaklandığında o da idam cezasına çarptırılır ve celladı da babası olur. Önce Dağlar Kar Tutar adlı öyküde babası tarafından çocuk yaşta terk edilen ve uzun süredir babasını görmeyen ve babasının ölüm haberini almasıyla ne yapacağını bilemeyen bir evlat anlatılıyor. Annesinin ısrarı üzerine cenazeye giden karakter üvey kardeşinde eksik kalan yönlerini görünce köksüzlüğünü derinden derine hissediyor. Çünkü babasının onları terk etmesi ile bir yanı hep eksik kalmıştır. Hikâyenin sonunda babasının mezarı başında ne yapacağını bilemeden mezarı yumruklar, vurduğu yerden bir koku sızar, bu koku onu rahatlatır. Çürüyen Gölgeler Sonatı Barnabas İncili’nden bir bölüm ile başlıyor. ‘’Sonunda Eyüp ağzını açtı ve doğduğu güne lanet edip şöyle dedi: ‘ Doğduğum gün yok olsun, ‘ Bir oğul doğdu’ denen gece yok olsun!’’ ( Eyüp 3: 1-5) Bu hikâyede sirkte çalışan ucube görünümlü, yüzünde derin yaralar olan Eyüp anlatılıyor. Sirkteki gösterilerin sonunda yüzünde maske ile sahneye çıkan Eyüp maskesini indirerek izleyicileri dehşete düşürür. Sirk sahibinden Başkan satın alır Eyüp’ü ve evinin etrafında bekçilik yaptırarak insanlara korku salar. Bir gün kalabalık artar Eyüp’ten korkmayan bir kız ona yaklaşır Eyüp ne yapacağını bilemez bir haldeyken kafasına taş gelir ve kalabalığa engel olamaz. Kalabalığı ekip araçları dağıtır ve halk Başkana olan tepkilerini yeterince gösteremez. Hikâye düşündürücü bir sonla biter. ‘ …Kasaba halkı son kanlı sabahına uyandı o gün. Elleri bağlanan Eyüp ayna karşısında geçirdi ömrünü. Başkan ölünce heykelini diktiler kasabaya. Ülkeyi gezen sirkler buralara bir daha uğramaz oldu.’ Son iki hikâye birer üçleme olarak çıkıyor karşımıza: ‘ Fikret Üçlemesi’ ve ‘ Kenan Üçlemesi’. Bu hikâyelerde Kayalı Fikret’in ve Kenan’ın hayatlarından üç farklı dönemi aktarıyor okuyucuya. Fikret kanseri yendikten sonra avlanmayı bırakır fakat köylülerin ısrarı üzerine ava çıkar. Domuzu avlar ama yavrularını avlamaya vicdanı el vermez. İkinci bölümde gençliğinin bir kısmını yatılı Kur’an Kursu’nda geçiren Fikret’in yaşadığı bunalım ele alınıyor. Üçüncü bölümde ise Fikret’in çocukluğunda arkadaşlarıyla oyun oynadıktan sonra sırt üstü uzanıp gökyüzünü seyretmesi, yüzüstü dönmesi ile sararan otların kokusunu aklını başından alması, esen rüzgâr ile ruhunun rahatlaması anlatılıyor. Fikret bu kokuyu ömrü boyunca taşır ve bu kokuyu duyduğunda huzur bulur. Kenan uyku problemi yaşayan bir çocuktur ve ömrü boyunca bu problemi beraberinde taşır. Çocukluğunda rüyasında bir kuzuyla konuşur, bir el başını okşar ve avucuna hurma bırakır. Uyandığında hurma avucundadır. Peygamber Efendimizin Kenan’ın rüyasına gelmesi anlatılmıştır. İkinci bölümde Postane Memuru olan Kenan’ın eşini ve çocuğunu bir kazada kaybetmesi silik birer anı olarak anlatılır. Bu kazada Kenan da kolunu kaybetmiştir. Anne ve babası ile sofrada bağdaş kurup yemek yerken kolunu utanarak sofranın altına saklar. Aslında onu etkileyen kolunu gördükçe hatırına düşen kazadır. Son bölümde Emekli olan Postane Memuru Kenan’ın rutine bağlanan hayatı anlatılıyor. Günün sonunda evine döndüğünde peşinden gelen köpeği içeri alır ve hikâye sona erer. Kayalı öykülerinde mitolojik ve masalsı unsurlara , kurgusal düzleme, distopik toplum eleştirisine yer veriyor. Akıcı bir dille anlatılan öyküler bir solukta okunacak türden. Dili sade ve akıcı olmasının yanında alışmamış bağdaştırmalara yer vermesi ve özenli sözcük seçimi ile karşılıyor okuru. Her öyküde çevremizde yer alan fakat farkında olmadığımız ya da görmek istemediğimiz, ötekileştirdiğimiz karakterleri görünür kılıyor bizlere Kayalı. Büyük bir dikkatle okunup çevremizdeki insanlara farklı bakış açısı geliştirmemizi sağlayan öyküleri keyifler okudum. Sizler de bu hissiyatı yakalamak istiyorsanız mutlaka okumanız gereken bir öykü kitabı.
Kamburuma Üç Sebep
Kamburuma Üç SebepRecep Kayalı · Bilge Kültür Sanat · 2020278 okunma
··
551 views
Yasemen okurunun profil resmi
Recep Kayalı'nın hikâyeleri gerçekten çok güzeldi... Hocam sizin yapmış olduğunuz değerlendirme de muazzam olmuş. Kaleminize, yüreğinize sağlık...
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.