postaneye girince Sabahattin Ali'nin İçimizdeki şeytanı.
Bir uçurtma görünce Uçurtma Avcısını.
Tarih dersinde Avrupanın reformlarını işlerken Charles Dickens ın İki Şehrin Hikayesini.
Yollarda dilencileri görünce,ekmek parası için çırpınan insanları görünce Victor Hugo nun Sefilleri.
Vayy aslında kitapları yaşıyoruz ama yaşadığımızı bize gösteren kitaplar.:)
Deniz kenarındayken Sait Faik'i, öğretmenin gülümsemesinde Reşat Nuri'yi, tarlada çalışan işçilerde Yaşar Kemal'i, kadın hakları mitinglerinde Virgina Woolf'u hatırlamak bana edebiyatın hayatla ne kadar iç içe olduğunu gösteriyor.
Tolstoy’un kitaplarında bazı karakterler gösterişten,dedikodulardan uzak yaşamak için çiftlik ortamında yaşarlar.Ne zaman bir çiftlik manzarası görsem aklıma hep Levin,Prens Andrey gelir..
Çevremdeki insanların çelişkili hallerini görünce de Dostoyevski..
Eski İstanbul'u geziyorsam Yaşar Kemal'i, doğanın içindeysem ve büyülenmişsem Jose Mauro de Vasconcelos'u, ne zaman bir martı görsem de Sait Faik'ı hatırlarım. :)
Çimlere uzanıp gökyüzüne bakarken, başka bir renge boyamayı hayal ederken Orhan Veli'yi hatırlamak, edebiyatın hayatla ne kadar iç içe olduğunu gösterir.