Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

160 syf.
8/10 puan verdi
·
26 saatte okudu
Kierkegaard kendiliği hatırlayan ilk filozoftur. Felsefenin görevinin yalnızca tümel olanlarda değil, tikel olanlarda da işlemesi gerektiğini bize hatırlatan ilk isimdir belki de. Aydınlanmanın ilerlettiği rasyonalist anlayışa karşı çıkarak geleneksel din ve ahlak hakikatleriyle birlikte öznel hakikati öne çıkarır. Öznel hakikatleri ile varoluşunu ve varlık değerlerini hatırlayıp felsefeyi kişisele indirger. O bunu uygulayarak kendisi için hayattaki en önemli anını yaratmıştır zira kişinin kendi bilincine vardığı an onun için paha biçilemezdir. Başta tüm rasyonalistler ve aydınlanmacılar olmak üzere tüm insanlığı da bu ana davet eder. Korku ve Titreme yalnızca imana ve geleneksel teolojiye ilişkin bir sorgulama değildir. Kierkegaard Korku ve Titreme'ye neredeyse tüm felsefesini yapılandırır. İnsanın varoluşuna giden yolda etik ve estetik değerlerinin kullanımını, iman kavramı üzerindeki karakterlerin ayrımını ve varoluş kürelerinin nedensel ya da teleolojik yaklaşımlarını içerir. Yaratılış kitabında geçen İbrahim ve İshak hikayesi üzerinden oğlu İshak'ı kurban edişinin İbrahim'i ne ölçüde dindar veya cani yaptığını anlatırken bizi de tüm seçimlerimizi sorgulamaya iter. Onun iman ve akıl arasına koyduğu çizgi imanın nerelere kadar ulaşabileceğini de gösteren keskin bir hattır. Onun bakış açısından rasyonalizm ve nesnellik ideali de birtakım ön kabullere dayanır. Ancak imanın gücü, rasyonalizmin insanın kendi hayatına karşı gözlemci yerinde konumlanmasının üstünde ortaya çıkar. İman, Kierkegaard'a göre insanın yüzünü kendiliğine çevirir. Bir anlamda onun iman görüşü Tertullianus'un ''credo quia absurdum''unu hatırlatır. Fakat Kierkegaard ondan farklı olarak, akıl ile iman arasındaki çizgisini yaratırken imanın paradoksal olduğunu öne sürer. Onun fikri daha çok ''Paradoksal olduğu için inanıyorum,'' yönünde anlaşılmalıdır. Korku ve Titreme, Kierkegaard'ın Tanrı'yla arasındaki ilişkinin bir koşulu olarak içsel korkusunu barındırır. İbrahim'i canilikten evvel dindarlığa götüren bu içsel korku, ona göre insanın en önemsiz görünen kaygılarının içinde dahi yer alır. Bu kaygıyı doğuran şey de onun bakışından, aidiyet duygusudur. İnsanın kendi tarihsel sürecine, geleneksel anlayışlarına aidiyeti onu kuşatıcı bir tümel kavramının varlığına götürür. Onun tümellik kavrayışı her yerde eleştirdiği Hegel'in anlayışından farklılık gösterir. Kierkegaard'a göre insan bu tümelliğin dışında olmalıdır. İnsanla Tanrı arasında özel bir bağ vardır ve Kierkegaard'ın iman kavrayışı da burada ortaya çıkar. Fakat insanın tümele karşı da sorumlulukları ve ödevleri vardır. Tümel ve Tanrı, özel ve genel arasındaki gidip gelişlerimiz bizi bir gözlemci olarak etiğe ve estetiğe götürür. İbrahim'e bir cani veya iman şövalyesi olarak bakışımız bizim bir gözlemci olarak konumlandığımız yere göre değişir. Kierkegaard, kaygının veya içsel korkunun insanı özsel benliğine yabancılaştırdığı fikrini bireysel varoluş küreleriyle açıklar. Ona göre birey kendisinden uzaklaşmasının ardından estetik, ahlaki ve dini olma üzere üç yolu tercih edebilir. İşte bir dindar, bir cani veya bir baba olarak İbrahim'in İshak'ı kurban edişine bu kürelerden bakmak gerekir. Estetik varoluş küresinden gözlemlediğimizde İbrahim'i tikelliğin tamamen dışında, dışsal uyarıların yönlendirdiğine şahit oluruz. İbrahim’in benliği özüne değil dışarıya dönüktür. Eylemleri bir anlamda içgüdüseldir fakat onu sınırlayan ahlak veya din çizgileri de yoktur. Varoluşu tamamen dışsal ve estetik amaçlara uygun olarak belirlenmiştir ve o susup yalnızca harekete geçmek durumundadır. Ahlaki varoluş küresinde konumlandığımızda ise karşımıza çeşitli problemler çıkar. Kierkegaard'ın Problema 1 bölümünde irdelediği etiğin teleolojik askıya alınıp alınamayacağı konusu bunlardan birisidir. Tüm nedensel kavrayışı tersine çevirerek etiği ereksel bir yere oturtmak ne ölçüde mümkündür? Şüphesiz etik tümeldir. Fakat birey için asıl problem de burada ortaya çıkar. Kierkegaard bireyin kendisini tümel olan karşısında tikel olarak göstermeye çalışmasının günahı doğuracağına işaret eder. İnsan bir kez tikelliğini keşfettiğinde kendisini tümelden veya evrenselden daha yüksek bir konuma taşıma eğilimine girer. İşte ahlaki küreden baktığımızda İbrahim'in tekil ve tümel arasında verdiği savaşa tanıklık ederiz. Bu sefer imanın evrensel mevcudiyeti bile kati değildir. İbrahim'in benliği ön plana çıkararak İshak'ı kurban etmesi ve sonra tümele dönmek zorunda kalması büyük bir paradoksu doğuracaktır. Kierkegaard'ın da belirttiği gibi, ''İbrahim’in hikayesi, etiğin ereksel anlamda askıya alınmasına içkindir.'' Bu yüzden onun tümele dönüşü de bizi İbrahim'in ahlaki varoluş küresinde bir cani veya yitik olduğu sonucuna götürecektir. Estetik ve etik küreleri arasındaki geçiş ne denli yumuşaksa bunlardan sonra dini varoluş küresine sıçrayış o kadar sert olur. Zira bu küreden bakıldığında tamamen inancın ve mutlak bir öznenin varlığı dikkat çeker. Bu özne her türlü nesnellikten bağımsız, her bireyle özel ilişki içinde olan Tanrıdır. İbrahim, etik ve estetik kürelerden bağımsız bakıldığında bir iman şövalyesidir. O, kendi benliğini bir kenara bırakıp bir anlamda Tanrıda tamamlanır. Bir adım ileri gidip etik değerleri bile tanrısal hale getirebilir. Fakat insan bir iman kahramanı olmak istediğinde trajik yanı onu rahat bırakmaz. Etik ve estetik elini eteğini çekemez üstünden, kendi isteğinin aksine. Bu yüzden trajik kahraman ve iman kahramanının arzu ve yükümlülükleri arasındaki amansız çatışma hiç son bulmaz. Kierkegaard'ın İbrahim'in hikayesi ile kurduğu analoji, bizim varoluşsal kürelerinde her sıçrayışımızda farklı paradokslar yaratır. Fakat her şeyden sonra, Kierkegaard'ın egzistans felsefesi yine kendini gösterir. Bizim bakış açımızdan bir iman şövalyesi, bir trajik kahraman veya bir cani… Sonuçta her şey soyutlanır fakat benlik asla. Kierkegaard kendisini uykuda bile unutamaz. Bir iman kahramınından trajik kahramana evrilmiş, kendi eylemlerinin yarattığı paradoksların içinde kaybolmuş insan da öyle.
Korku ve Titreme
Korku ve TitremeSoren Kierkegaard · Pinhan Yayıncılık · 20151,700 okunma
·
3.034 görüntüleme
Ömer Ökten okurunun profil resmi
Kierkegaard'ın felsefesinin temelinde kahkaha vardır aslında. Şöyle diyor: "Büyüyüp gözlerimi açtım ve gerçek dünyayı görünce gülmeye başladım ve hâlâ gülüyorum." Ve Kahkaha Benden Yana'da şöyle bir hikaye anlatıyor: "Başıma harika bir şey geldi. Göğün yedi kat yukarılarına çekildim. Tanrılar orda saf saf dizilip oturuyorlardı. Ne dilersin dedi Merkür, gençlik mi, güzellik mi, güç mü, uzun bir ömür mü, en güzel bakireyi mi, yoksa sandığımızda bulunan öteki nimetlerden birini mi? Sadece bir tanesini seçeceksin ama. Bir an şaşırdım kaldım. Sonra tanrılara şu şekilde hitap ettim: "Çok saygıdeger çağdaşlar, dileğim tek şudur ki, kahkaha hep benden yana olsun." Tanrılardan hiçbiri tek kelime etmedi; hepsi gülmeye başladı. Bundan dileğimin kabul edildiği sonucuna vardım, ve tanrıların kendilerini nasıl zevkli bir şekilde ifade ettiklerini keşfettim: Zira ciddi bir tavırla dileğin kabul oldu demek onlara yakışmazdı."
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.