Gönderi

Yazmalısınız...
Bilgelikler çağındayız. Her yandan bilgece sözler akıyor. Fakat peşinden gidecek bir tek bilge bile yok. Ya da sen gitmiyorsun. Böyle bir çağ gerçek bir şamanın çağı değildi. Olsa olsa şaman imgelerinin çağıydı. Şaman fotoğraflarının, at fotoğraflarının, siyah beyaz yazar fotoğraflarının ve hayaletlerin çağı. Hayaletlerinizi icat etmekti marifetiniz. Çünkü göklerden haber alan vakur bir peygamber olsanız Ninova’da tek kişi aldırış etmeyecekti sözlerinize. Fenomenler çağıydı. Ve siz bir fenomen değildiniz. Ezoterik bir yazardınız. Pessoa gibi… Ama onun kadar sabırlı değilsiniz. Siz bir yazar mısınız? O zaman yazmalısınız. Sadece tuşlara basıp başlamalısınız yazmaya. Sormadan nedenini. Nedensiz bir fırtına gibi birden başlamalısınız esmeye. Yoksa kendi evinizde bir Schrödinger’in kedisisinizdir. Kurtuluşu arayan bir insanlık fikrini bırakmalısınız. Ruhun kurtuluşunu da… Bunun solucanların ölümden sonra solucan kalmak istemesinden bir farkı yok. Evet yazmalısınız. Ne kadar kibirlice bir eylem olsa da bunun yapmalısınız. Yoksa ağırlaştırıyor içinizdeki kelimeler sizi. Onlarla kirletmelisiniz boş bir sayfanın sonsuzluğunu. Çocukluğunuzu yazabilirsiniz mesela. Dünya değişti mi yoksa çocukkenki bakışınızı mı kaybettiniz. Uzaktaki kurumuş ağaçların dalları arasında koyulaşarak batan güneş… Askerden gelen saçları sıfıra vurulmuş yorgun ağabey, otobüsteki… İki apartman arasında oturarak lisede sevdiğin kızın karla kaplı arazinin ufkundan kırmızı mantosuyla yürüyerek gelişini beklemek… Sobalı ev… Sobalı evde televizyonun karşısındaki masada oturup çizgifilm izlerken hayattan memnun kalmak… Gecenin bir yarısı ya da sabaha karşı herkesler uyurken uyanıp sokağa bakan bir çocuk… Sonra kanepeye uzanıp elinde mantar dolu bir sepetle sana bakan iri memeli kadın resmiyle karşılıklı durmak ve sepetteki perspektif hatasına dalmak uzun uzun…
Barış Kahraman
Barış Kahraman
36 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.