Gönderi

ÇÖZÜM TEOLOJİKTİR!
Riyad da yapılan bir toplantıda ABD eski başkanı Bill Clinton'ın verdiği mesaj üzerine açılan tartışma, Atatürk'ten yaklaşık bir asır sonra şu soruyu tekrar yaşamsal hale getiriyor: İslam dünyasının problemlerinin çözümünde omurga nokta teolojik mi yoksa sosyolojik, ekonomik, siyasal mı? Yani müslüman dünyanın iflahı, İslam ilahiyatının dinamikleri işletilerek mi gerçekleştirilecek yoksa başka dinamikler işletilerek mi? Belki bunların tümü birden. Tümünden yararlanmaya kimsenin itirazı olamaz. Önemli olan, her hal ve bağlamda devrede tutulması gereken yani reçetenin olmazsa olmaz kısmı hangisidir sorusuna verilecek cevap... Bendeniz şuna inanıyorum ve aksini iddia etmeyi aldanış olarak görüyorum: Nereden, nasıl bakarsanız bakın, İslam dünyasının problemlerinin çözümünde 'teolojik' boyutun herhangi bir biçimde devre dışı tutulması, gayretlerin tümünü işe yaramaz hale getirir. Çözüm ya tamamen teolojiktir yahut da büyük kısmıyla teolojiktir. Aksi bir yaklaşımı, aldanmak yahut aldatmak olarak görenlerdenim. Bunları sayıp dökmeye gerek yok. İslam dünyasının ayağını prangalayan belanın çözümünün bir biçimde teolojik olduğunun tartışılmaz kanıtı, az önce andığımız Riyad toplantısının yapıldığı salonda tüm varlığıyla sesleniyor. Clinton'un, Türk devlet yetkililerinin de konuştuğu o salona bakın: Bir yanda erkekler, Öte yanda, büyük bir kafesin arka tarafında, kapalı burunlarından nefes almak için uğraşan kadınlar. Kadınlar, sorularını o kafesin arkasından sordular. Dahası var: Suut uleması denen sarıklı despotlar, kadınların bu manzara içinde bile bir toplantıya katılmış olmalarını din dışı ilan edip ilgilileri ağır biçimde eleştirdiler. “Ne günlere kaldık, başımıza bunlar da mı gelecekti , din elden gidiyor” der gibi bir tavır sergilediler. Çözümün hangi kulvarda olduğunun bundan yaman kanıtı olabilir mi? Yaklaşık yarım asırdır 'kadınların başını burma mücadelesi veren İslam dünyası, Kur'an'ı, kadın başını burma dışında önemli bir tezi olmayan bir kitaba dönüştürmüş bulunuyor. Öte yandan, Ortadoğu despotizmleri müslümanları kasıp kavuruyor. Böyle bir ortamda hiç kimse çıkıp da örneğin, Nisa 75, Neml 34. ayetlerin despotizm ve krallıkları reddeden o muhteşem mesajıyla servet babalarının ihtiyaç fazlası mallarının kamusal ihtiyaçların karşilanması için harcanması gerektiğini haykıramıyor, haykırmıyor, Yani, yirmibirinci yüzyılın çeyreğini geride bırakmak üzere olduğumuz şu zamanda, koca İslam dünyasından bir Ebu Zer çıkmıyor. Çıkamıyor, çünkü Emevi dinciliği, yeni bir Ebu Zer serüveni yaşamamak üzere her türlü şeytani tedbiri almış bulunuyor. Ne olur ne olmaz diye de küresel kapitalizmin Allahsız kodamanlarıyla işbirliğine giriyor. 4 Temmuz 1776'da Amerika'da yayınlanan Bağımsızlık Bildirgesi'nde şöyle deniyor: "Herhangi bir hükümet şekli, feragat edilemez haklara karşı tahripkâr bir tavır takınırsa o hükümetin değiştirilmesi ya da yıkılması ve kendini bu ilkeler temelinde var eden ve güçlerini bu doğrultuda organize eden yeni bir hükümetin kurulması halkın hakkıdır.” 1789 Fransız Devrimi'nin ardından yayımlanan İnsan Hakları Bildirgesi de şöyle diyor: "Hükûmet, halkın haklarını ihlal ettiğinde isyan, halk için ve halkın her bir kesimi için hakların en kutsalı ve görevlerin en vazgeçilmezidir." Bütün bunlar Nisa 75 ile Neml 34'ün bir tekrarı. Peki, siz hiç bunları İslam adına seslendiren bir İslamcı'ya rastladınız mı? Bırakın bunları seslendirmeyi, Atatürk Cumhuriyeti hariç, 1948'te imzaya açılan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin altında hiçbir müslüman ülkenin imzası yok. Bu nasıl İslamcılık? 604 sayfalık kitapta başörtüsünden başka hiçbir şey yok mu, ey akıl sahipleri?! “Hayır, yok” demeye getiriyorlar. Özellikle Bakara 219, Nisa 75 ve Neml 34 yok onlar için... Hele hele, Mâûn suresi hiç yok. Onlar, bu ayetlerdeki mesajın tam tersini din yaparak, dünyanın gözüne sokmaya çalışıyorlar. Gidin, Islam inanç manifestosunun içine bakın, görürsünüz: "Kral sultan/imam, ahlaksal rezillikler işlese de, zulümler sergilese de azledilemez!" Akait kitaplarımız böyle diyor. Ben bunları daha on iki yaşımda Arapçalarından ezberledim. Bana öğretilen din buydu. Bu dine göre, "Sultan/kral/imam, Allah'ın yeryüzündeki gölgesidir.” Ona yönelik eleştiri bile yapamazsın. Eğer Kur'an'a sorarsanız, bunun adi, din değil, dinsizliktir. Ama koca İslam dünyası bunu asırlardir din diye yaşıyor. Açın Osmanlı metinlerini, hatta 1876 meşrûtiyet anayasasını, okuyun: Padişaha verilen sıfatların birçoğu, Kur'an'ın Allah'a verdiği sıfatların kelimesi kelimesine aynıdır. “Zâti akdes, la yüs’eldir. Yani mukaddes padişah, kutsallar kutsalıdır, sorgulanamaz, sorumlu tutulamaz. Atatürk'ü her firsatta kendini ilahlaştıran adam’gibi lanse eden saltanat dincisi namussuzlar, bunları hiç görmezler mi? Atatürk'ün buna benzer bir talebi veya icraatı olmadığını, tam tersine, böylesi yaklaşımların telaffuzuna bile şiddetle karşı çıktığını bilmezler mi? Elbette bilirler ama namus ve haysiyet kıratları bunları itirafa yetmez, izin vermez. Haçlı emperyalizmin böyle bir itiraftan çok rahatsız olacağını bildikleri için efendileri olan süper kodamanları rahatsız edecek tek cümle söylemezler. "Çözüm Teolojiktir" derken neyi kastediyoruz? Çözüm teolojiktir demek, İslam mirasının ürünü olan kitaplardaki kural ve görüşleri müslümanların hayatına egemen kılmak değildir. Böyle bir talep olamaz, çünkü zaten perişanlığın kaynağı o kitaplardır, o kitaplardakileri hayata egemen kılmayı din sanan zihniyetlerdir. Neyi amaçladığımızı, ne demek istediğimizi açık ve net söyleyelim; Çözüm teolojiktir derken, Kur'an'ın gösterdiği temel adreslere yönelişi kastediyoruz. “Dinimizi ihmal ettik, başımıza gelenler bu yüzdendir. Dinimize daha iyice sarılalım, bak nasıl kurtuluruz!” iddiası asırlardır süregelmiştir ama kurtulan falan olmamıştır. Neden ve niçin? Çünkü “Dinimize sarılalım” sözünün anlamı, asırlardan beri, 'çöl fikhinin kristalleştiği fıkıh kitaplarındaki kuralları hayata geçirmek için biraz daha israrlı olalım'dan öte bir anlama getirilememiştir. “Dinimize iyice sarılalım”ın anlamı “Dinciliği bırakıp akılcılığa geçelim” olsaydı biz bugün bu satırları yazmak yerine müslüman dünyanın öncülük ettiği kim bilir hangi büyük hamleler hakkında fikir beyan ediyor olacaktık... Rahmetli İlhan Selçuk ne güzel özetliyor faciayı ve çıkış yolunu: “Felaket karşısında ne diyor dinci? "Suç İslam'da değil.'Suç İslam'da olur mu, canım, suç sende. Suç, Bati’daki aydınlanma sürecini görmezlikten gelerek insanlık tarihine boşverenlerdedir. Suç; tüm dünyadaki müslümanların gözlerini bağlayan dinciliği kullanarak Türkiye'de de siyasal iktidara geçenlerdedir. Suç; müslümanlığı siyaset ve ticaret tezgâhında utanmadan pazarlayanlardadır. Zavallı müslüman! Bu çakalların elinde perişan! Bakarkör! Gözlerini açtığı zaman, iş işten geçmiş olmasa, Anadolu öteki İslam coğrafyası gibi karanlığa gömülmese!.. Zavallı müslüman!.” (Cumhuriyet, 4 Şubat 2004) 149
Sayfa 146Kitabı okudu
·
196 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.