Gönderi

alışmak bir toplumun en büyük kusurudur
Haber, insanların iftar sonrasında rehavetle esnemeye başladıkları bir vakitte geldi. Bu iftarlardan bazıları görkemli iftarlardı. Büyük otellerin salonlarında devletluların, yükselme arzusundaki bürokratların, kendilerini göstermek isteyen yerel yöneticilerin katıldığı, şu bitmez nimetler için dua edilenlerden. Böyle iftarlara alıştık artık, hayatımızın bir parçası oldu. Birisi sorgulamaya kalksa, ortaya tuhaf bir düşünce atmış gibi dönüp yan yan bakıyor, gözlerimizle sigaya çekiyoruz. Ama biliyoruz ki kitleye açık ya da özel davetlilere verilen iftarların pek çoğu bir güç gösterisi halini almaya başladı; bunlara, politik niyetler de taşıyan buluşmalar denilebilir. Politik niyetler de taşıyan bütün bu buluşmaların bir özelliği de hem gerçeklerden hem de sahicilikten kopmuş olması. Öylesine bir kopuş ki; fakirlikten, yardımlaşmadan, nefis terbiyesinden bahsedilirken, dil bir hurma tadıyla ezbere dönüp duruyor. Konuşanların da ağızlarından çıkan söze pek inanası yok. Sonuçta iftarın tertip edilişi gibi iftarda sarf edilen sözler de bir panayır mevzuatı haline geliyor… Oysa hayat arka mahallelerde, küçük kentlerin karanlığında, kasabaların fırınları önünde ve dağlarda bütün sahiciliğiyle hükmünü yürütmeye devam ediyor. Seyirciyi çekmek için yakışıklı oğlanların, tatlı dil ustalarının birbiriyle yarıştığı magazin iftar programlarının bizi çağırdığı akşamdan bambaşka bir akşamı var ülkenin. İşte biz öyle tatlı bir rehavet içerisindeyken, ekranlara bir haber daha düştü. Tam da iftar vaktinde, Şırnak’ın Uludere ilçesinin Şenoba beldesinden kalkan bir helikopter, kalkışından birkaç dakika sonra taşıdığı askerlere mezar oldu. Böyle kara bir haber almamış olsaydık, şehirlerimizde can şenliğiyle iftarlarımızı açarken, bazı askerlerin dağlardan dönmekte olduğunu, bazı askerlerin de dağlara doğru yola çıktığını aklımızın ucundan bile geçirmeyecektik. Unutkanlığın ömrü de çok kısaldı artık. Bir savaşta olduğumuz, her gün çocuklarımızın, kardeşlerimizin, rütbeli askerlerimizin şehitlik haberlerini aldığımız halde, bu uzak ve tenha yerlerden gelen haberleri hemen unutup, rehavetimize geri dönüyoruz. Haklarını yemeyelim, magazin adamları bir akşamlığına elim hadiseden teessürle bahsetmeyi ihmal etmiyor… Alışmak bir topluluğun en büyük kusurudur. Fakirlik yüzünden çocuklarını yetiştirme yurduna veren anne haberlerine alışırsınız; borçları sebebiyle cinnet geçiren adam haberlerine alışırsınız; şehit haberlerine de alışırsınız. Bütün bunlar, günlerin içinde olup biten öylesine hadiseler haline gelir. Ama bu kadar değil! Alışmanın bir de dili ve sunumu vardır. Bütün bu haberler karşısında hangi cümleleri kuracağınızı, nasıl bir beden dili takınacağınızı iyi bellemişsinizdir. Böyle durumlar yabancılaşmanın ve insani yarılmanın son merhalesidir. Başka bir deyişle hayat profesyonelleşmiş, aç kalmaları gerekenler aç kalmaya, ölmesi gerekenler ölmeye, onlardan bahsetmesi gerekenler de onlardan bahsetmeye başlamışlardır artık. Bir anlık bir duygulanmanın ardından herkes işe gönderilir gibi açlığının, ölümünün ve rehavetinin başına gönderilir. Biraz dikkat kesilenler fark edecektir ki uzunca bir süredir sahici bir hayattan çok bir ekranın içinde yaşıyoruz. Görüntü değişir değişmez, hafızamızla beraber yeni olaylara göç ediyoruz. Üzerinde derinleştiğimiz, acısını çektiğimiz, tefekkür edip dertlendiğimiz meselelerimiz yoksa hayatı nasıl tecrübe edebiliriz? Oysa hayat ekranlara, iyi halli iftar sofralarına, bürokrat odalarına sığmayan o dev gövdesiyle bir yerlerde devam ediyor işte! Şimdi, bilmediğimiz bazı dağlarda bazı çocuklar, namlularının ucundan iri bir karanlığı gözetleyip duruyorlar. Doğudan batıya taşınan her kara haber, annelerin yüreğini ağızlarına getiriyor. Onlar için bu haberlerin bambaşka bir akışı ve anlamı var. İlkin şehir, ardından da şehit isimlerini takip ediyor, büyük bir endişeyle ölüm listelerinin açıklanmasını bekliyorlar. Belki de en iyi onlar anlıyor birbirlerini; içlerinden hiç biri, ölmemiş oğlunu ölmüş oğullardan ayırt edemiyor. Onların tedirgin kapılarını çalmayan acının şu an bir başkasının kapısını çaldığını biliyorlar. Bu acı, ekranlarda bir süreliğine görünüp kaybolan acılardan değil, bunu da biliyorlar. Gövdenin içine yerleşen; anneleri, çocukları ve eşleri bir ömür boyunca mezar başına götüren, her yeni şehit haberiyle birlikte teri silinen bir acı. O akşam, hepimizin unutacağı ama sahipleri tarafından hiç akıldan çıkmayacak on üç acı daha indi dağlardan. Öncekilerden ve daha öncekilerden hiçbir farkı olmayan…
Ali Ayçil
Ali Ayçil
·
94 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.