Gönderi

244 syf.
·
Not rated
·
Liked
NOT: Bu inceleme oldukça ayrıntılıdır. "ZORUNLU EĞİTİME HAYIR" İNCELEMESİ 16 Temmuz 1947 doğumlu Fransız gazeteci olan Catherine BAKER bir anarşisttir. Zorunlu olan her türlü kuruma, harekete, davranışa vb. karşıdır. Baker'ın yazarlığa yönelmesinde gazetecilik mesleğini bırakması etkili olmuştur. Ceza hukukunun kaldırılması gerektiği düşüncelerinin yer aldığı bir denemesi yayımlandı. Yazarın tüm bu eserlerine baktığımız da -okuduğum kitabı da buna dâhil ederek- sistemlere karşı bir isyanından söz etmek doğru olur. Catherine Baker'ın en önemli eserlerinden biri olan " Zorunlu Eğitime Hayır" kitabını inceleyeceğiz. Baker'ın kızı Marie'yi okula göndermemesi ve kızına onu neden okula göndermediğini gerekçeleri ile anlattığı bir eserdir. Yazar eserde tek amacının kızına bu durumu anlatmak olduğunu söylese de aynı zamanda kitabında okuyucuyu eğitime karşı başka bir pencereden bakmaya itmiştir, düşüncelerini kanıtlamaya çalışmıştır, onun gibi düşünen insanlar olduğunu göstermiştir. Kapak tasarımı oldukça sade, okuyucuyu cezp edecek bir tasarım değildir ve içerikle ilgili bir ipucuna sahip değildir. Kitabın baskı kalitesi yeterliydi. Gözüme çarpan bir baskı hatası ile karşılaşmadım. Kitabı Fransızcadan çeviren kişi: Ayşegül SÖNMEZAY. Çevirisi ise günlük hayatta kullandığımız, okurken bu kelimenin anlamı ne diye düşünmediğimiz sözcüklere yer verilmiş ve yazarın kendi dilinde anlattıklarını Türkçeye çevirirken bir anlam eksikliğine sebep olmadan aktarılmıştır. Kitabın içeriğine geldiğimizde ise eğitim sisteminin yoğun bir şekilde eleştirildiğini görüyoruz. Yazar, okulu zorunlu olarak görmüyor sadece eğitimi zorunlu gördüğünü dile getiriyor. Bu bizi okulların eğitim vermediği sonucuna götürüyor. Yazarın en dikkat çekmek istediği noktalardan biri de çocukların okulda eğitim verilmesinin sebebi yaşadığımız toplumun sistematiğini aşılamak, kurmuş olduğumuz düzene uyumlu bireyler yetiştirmek, siyasi düşünceleri çocuklara dayatmak olduğunu ve bu yüzden okula karşı çıktığını söylüyor. Eğitimin amaçlarına baktığımızda siyasi, ekonomik ve toplumsal amaçlarının olduğunu görüyoruz. Özellikle ilkokul ve ortaokullarda sistemimizi dayatıp sisteme zarar gelmesini engelliyoruz. Okullardaki birinci önceliğin okuma-yazma, temel matematiksel işlemleri vb. öğretmek olmadığını, sistemin gereklerini öğretmek olduğunu görüyoruz. Sadece bunu küçük çocuklara da yapmıyoruz. İnformal eğitimle çeşitli sebeplerle eğitim sistemimize dâhil olmayan bireyleri de sistemin içine almayı planlıyoruz. Tek amacımız sistemimiz bozulmasın. Bunun içinde elimizden ne geliyorsa yapıyoruz. Pek çok insanın zille koşullandırıldığını dar kalıplar içine döküldüğünü söyleyen yazarın bu sözlerine katılmıyorum. Modern eğitim kurumlarının -ülkemizde bu yaşanmasa da- bireylere düşünmeye öğrettiği hatta cevaptan çok soru sormanın daha etkili bir durum olduğu öğretiliyor. Temel bilgiler verilip öğrencilerden bu bilgileri kullanarak yeni bilgilere doğru gidilmesi bekleniyor." Bizim ülkemizde neden bu yaşanmıyor?" sorusu akıllara geliyor. Ülke olarak eğitim sistemimizde yanlış yaptığımız bir şeyler var. Unutulan şeylerden biri bence bugünün çocuklarının yarının geleceği olduğu ve sistemdeki yanlışlar şu an bulunup düzeltilse bile bu düzeltmenin karşılığının 10-20 yıl sonra alınacağı unutuluyor. Böyle olsa dahi sistem sorgulanıp düzeltme adına adımlar atılıyor mu? Açıkçası pek sanmıyorum. Yazarın yakındığı başka bir durumsa okullarda harcanan zamandır. Okulun büyük bir zaman dilimini işgal ettiğini bu yüzden çocukların onların hayal gücünü besleyen en önemli aktivitelerden olan oyun oynamaya zaman bulamadıklarını söylüyor. Okul eyleminin zaten yeterince zaman aldığını üstüne bir de ödevlerin eklenmesiyle çocuğun hayattan alabileceği bütün renklerin soldurulduğunu dile getiriyor. Ayrıca çocuğun yaşıtları dışında çocuklarla zaman geçirmesinin önünde bir engel oluşturuyor. Okul günümüzde de bizim ülkemizde hayatımızın büyük bir zamanını alan bir etkendir. (Bazı gelişmiş ülkeler okullardaki harcanan zamanı azami ölçüde tutmaya çalışıp öğrencilerin spor, müzik, resim vb. farklı etkinliklere yönlendirmeye çalışıyor. Ders saatlerinin azalmasına karşı öğrenciler başarı düşüşü yaşamıyor aksine başarı seviyelerinde artış gözlemleniyor.) Günümüzde zaman bu kadar kıymetliyken öğrencilerin yıllarını çalmak bana pek doğru gelmiyor. Okullarda itaatin öğretildiği dile getiriliyor. Çok dikkat çekici bir deneyden söz ediliyor. Deneklere belleme süresinin ve sözcüklerin ezberletilmesi olduğu söyleniyor. Oyuncu öğrenci rolü yapıyor. Oyuncu elektrikli bir sandalyeye oturuyor. 1 ila 30 arasından 15 ila 450 volt arasında elektrik vermeleri isteniyor. Bu elektriklerin nelere yol açtığı söyleniyor. 450 volt elektriğin ölüme sebep olduğu biliniyor. " Deneyden çıkan sonuç şöyle: Deneklerin yüzde 98'i, öğrencileri cezalandırmaya dayanan bu öğretme tekniğini kabul ediyorlar. Kesin ölüme neden olan kırmızı anahtarları, deneklerden yüzde 65'i kullanıyor (oysa denekler, çok ciddi sakatlıklara hatta ölüme neden olabilecekleri konusunda uyarılmışlardı.)" Bu deney cidden çok şaşırtıcı ve çarpıcıydı. Birini öldürmek de olsa bize denilene itaat ediyoruz. İtaat etmenin temel sebepleri ise genelde çoğunluğa uyup bir sürüde herhangi bir koyun olma düşüncesi ve toplumun bize dayatmış olduğu sisteme ayak uydurup sistemin dışına atılmamak isteği olduğunu düşünüyorum. Çocukların, okul adı verilen yazara göre hapishaneden hiçbir farkı olmayan bu kurumlarda gerek psikolojik gerekse fiziksel şiddetlere maruz kaldığı söyleniyor. Disiplini sağlamak adına çocuklara cezalar verildiği ve bu cezaların bazen küçük düşürücü olduğundan bahsediliyor. Öğretmenlerin çocuklar üstünde ciddi baskılar uyguladıklarını, çocukların yaşıtları karşısında küçük düşürüldüklerini söylüyor. Kitabın yazıldığı dönemde çocuğu dövmek gibi cezalar verilse de günümüzde ceza kavramı minimuma indirilmeye çalışılıyor. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından engel olunuyor. Ne kadar engellenilmeye çalışılırsa da bazen engellenemeyebiliyor. Bu durum cidden çocukları psikolojik anlamda çok yıpratıyor. Eğitimde fırsat eşitliği ve imkân eşitliğinin olmadığını verilerle gözler önüne seriliyor. "İstatistikçiler 'Nesnel şans, üniversiteye girme olasılığı' başlığı altında bazı rakamlar verdiklerinde, bu acı gerçekleri acımasız bir dille yansıtmak için birbirleriyle yarışacaklarından kuşkun olmasın: Ücretli tarım işçisiyseniz, çocuğunuzun bir fakülteye gim1e şansı yüzde O, 7'dır; üst düzeyde görevliyseniz bu oran yüzde 58,5'e çıkar (geri kalan yüzde 41,5'i kimse dert etmiyor)." Bu şans yüzdeleri o dönemde yaşanan adaletsizliği gözler önüne seriyor. Günümüzde böyle bir fark olamasa da uzaktan eğitim sistemi bazı öğrencilerin imkân yetersizliğinden dolayı derslere katılamamasına sebebiyet verdi. Bu tür durumlarda devletin bütün öğrencilerin eğitim haklarına sahip çıkmak adına adaleti sağlaması gerekir. Hiçbir dönemde eğitim konusunda öğrenciler arasında hiçbir sebepten dolayı ayrım yapılmamalıdır. Müfredatı da eleştiriyor. Müfredatın insanların işine yaramayacak bilgiler öğrettiğini, genel kültür başlığı altında birçok gereksiz bilginin beyinlere yüklenmeye çalıştığını söylüyor. Neden herkesin istediği bilgilere sahip olamadığını sorguluyor ve herkesin aynı bilgilere sahip olmasının bireylerin birbirlerinden ayırt edici özelliklerinin olmadığını herkesin standartlaştığını dile getiriyor. Yazarın bakış açısından baktığımızda bu fikirleri doğru olarak algılasak da devletin bakış açısından bütün bir toplumu belli bir düzeye çıkarmanın daha mantıklı olduğu görülüyor. Bireyler bu temel üstüne istedikleri bilgileri öğrenebilirler. Sınavların çocuklar üstünde çok ciddi baskılara sebep olduğuna değiniliyor. Çocukların aldığı notları ailelerinden gizledikleri ve dahası bunun intihara eşiğine bile sürüklediğinden bahsediyor. Sınavların asıl amacı öğrencileri zor durumda bırakmak değil anlatılanlardan ne kadar öğrendiğini ve bir üst sınıfa geçmeye hazır olup olmadığını anlamak için yapılır. Yazar ayrıca diplomaların çocuğun çok küçük yaşlarda aldığı notlara göre değerlendirilmesine karşı çıkıyor. Diplomaların etkisiz olduğunu; bir işi, o işte becerili insanların yapması gerektiğini savunuyor. İşi bilen kişilerin de isteyenlere severek öğreteceğini yani lafı dolandırarak okulların ve sınavların gereksiz olduğunu söylüyor. Ancak kişisel beceriler iyi bir eğitimle daha üst seviyelere ulaşılır ve ayrıca alanında uzman kişilerin bir işi öğretmesiyle sıradan birinin o işi öğretmesi arasında çok fazla fark olabilir. Tabi bu demek değildir ki uzman kişilerden işi öğrenen her öğrenci o konuda profesyonel ya da bilirkişi olsun. Tabi ki yetenekleri ve çalışma prensipleri olan bireyler bu konuda uzmanlaşabilecekken bu tür becerileri olmayan insanlar uzmanlaşamayacaktır. Yazarın dikkat çektiği bir bölümde ailelerin çocuklar hakkında söz sahibi olması durumudur. Çocukları yatırım olarak bile gördüklerini söylüyor. Böyle bir hakları olmadığını, çocukların isterlerse kendi kararlarını alabileceklerini dile getiriyor. Bu konuya kısmen katılmaktayım. Çocukların kendi kararlarını almaları demek sorumluluk üstlenmeleri anlamına gelir. Ama ebeveynler hayat tecrübesi olan bireylerdir ve çocuklarını her türlü kötülükten korumak isterler. Bazen çocukların verdikleri kararların yanlış olduğunu düşünerek çocuklarını korumak adına onların yerine kararlar verebilirler. Bence böyle bir durumda yapılacak en iyi çözüm çocukların ve ebeveynlerin karşılıklı olarak konuşup olayın artıları, eksileri üzerinde durup ortaklaşa bir karar vermeye çalışmalılardır. " Çocuklara Uygulanan Cinsel Baskılara Hayır" Başlıklı bölüm benim için dikkat çekiydi. Çünkü kitapta yer alan bütün bölümlerde katıldığım ya da katılmadığım ya da yazarın zamanında olan ancak şu an uygulanmayan kısımlarla karşılaştım. Ancak bu bölüme pek objektif bakamadığımı düşünüyorum. Yazarın burada çocuk- yetişkin ilişkisinin olabileceğini söylüyor ve bu durumu "sübyancılık" olarak tarif ettiği bir durumdan ayrı bir kefeye koyuyor. Bir yetişkinle bir çocuğun aşk yaşayabileceğini söylüyor ve tanıklar göstererek kanıtlamaya çalışıyor. Bu durum benim gerek aldığım eğitim gerekse toplumun normlarına, inanışıma ve düşünce tarzıma ters düşüyor. Bana göre bir çocuk böyle bir ilişkiyi kavrayabilecek düzeyde değildir ve yetişkin birey bu durumdan faydalanabilir. Kitapta sıkça geçen kavramlardan biri özgürlüktür. Yazar özgürlük kavramını "Başkası için zararlı olmayanı yapabilmektir..." olarak anayasadaki tanımı kabul ediyor. Zorunlu olan her türlü eylemin özgürlük ile çeliştiğini belirtiyor. Eğitimi eleştirirken eğitimden bahsetmemesi beklenemezdi. Yazara göre eğitim bir kuruma ihtiyaç duyulmadan kişinin istediği her türlü bilgiye ulaşması ve sadece yaşamın belli bir döneminde değil hayat boyu devam eden bir öğrenmeden bahsediyor. Çocukluk kavramının yetişkinliğe geçişe bir adım olarak düşünülmesine karşı çıkıyor. "Çocukluk yapma" gibi deyimlerin "aptallık etme" manasına gelmesine sitem ediyor. Oyun kavramını ise hayal ile gerçek karışımı olduğunu vurguluyor. Demokratikleşme kavramına da değinilmektedir ve bu kavramın sadece kavram olarak kaldığını başka bir şey ifade etmeğini söylenmektedir. IQ kavramına değinilmiştir. IQ'nun zekâyı belirlemediğini sadece okulda verilen eğitimin çocuğun ne kadar kavrayabildiğini söyleyip sadece sistemimiz için oluşturduğumuz bir kavram olduğunu söylüyor. Ayrıca bu konu bağlamında "aptal" olarak nitelendirdiğimiz ve eğitim sistemimize dahil etmediğimiz çocukların aslında aptal olmadığını sadece eğitim sistemimizin birer parçası yapamayacağımız olduğundan dolayı böyle nitelendirdiğimizi söylüyor. Kitap sadece eğitim sistemini eleştirmemiştir. Aynı zamanda demokratik bir devlet olarak görülen Fransız hükümetini eleştirmiştir. Fransız hükümetinin zorunlu başlığı altında nitelendirdiği eğitim, askerlik vb. gibi etkinliklerin demokrasiyle çeliştiğinin dolayısıyla özgürlük haklarına birer darbe olduğunu belirtmiştir. Velileri eleştirmiştir. Velilerin çocuklarını sisteme kurban etmelerini, sessizliğe sığınıp olan bitenleri sadece izlemelerine karşı çıkmıştır. Öğretmenleri eleştirmiştir. Öğretmenlerin maaşlarına bile itiraz edemeyen bir topluluk olarak görmüş ve eğitim sisteminin bu kadar içinde olup yanlışlarını bilirken bu kadar sağduyusuz olmalarına tepki göstermiştir. Bu sistem içinde yer alıp sisteme hiçbir tepki göstermeyen insanları eleştirmiştir. Özgürlük adına yapılan zoraki uygulamaları eleştirmiştir. Kendisinin sisteme kızını kurban etmek istemediğini sistemin "insan kıyımı" yaptığını dile getirmiştir. Ayrıca insanların sosyo-ekonomik durumuna göre eğitim gibi zorunlu olan önemli bir kurumun ayırt edilip yüksek öğrenim şanslarının ellerinden alınmalarına sitem etmiştir. İnsanları maddi durumlarına göre sınıflamak yerine herkesi eşit bir kefeye koymanın daha etik olduğu düşüncesi sezdirilmiştir. Yazarın kitabın sonunda kızına saydığı bu sebeplerin hepsinden ötürü haklı olduğunu ve kızını kurban edemeyeceğini sisteme boyun eğmeyeceğini dile getirmiştir. Sisteme karşı çıkanların sayılarının az olsa da bugün olduğu gibi gelecekte de böyle bir azınlık olacağını dile getirmiştir. Okulların kaldırarak çocukların hayat önlerine ne çıkarırsa, ne yapmak isterlerse hiçbir dış etken (aile baskısı, sistemin ihtiyaçlarına göre devlet tarafından planlana durumlar, ekonomik sıkıntı vb.) olmadan talep ettikleri bütün bilgileri öğrenebilecekleri bir hayat istemiştir. Bir kuruma bağlı kalmadan öğrenmek yazarın gözünde muhteşem bir duyguydu. Kızının okula gitmeden öğrendiği her bilgiyi kendi özgür iradesiyle seçtiği için bu durumu benimsemiştir. Diğer çocukların da böyle bir öğrenme süreci yaşaması istemiştir. Okulların eğitim kurumları olarak değil hayatın kendisinin eğitim olarak görülmesini istemiştir. Kitabı genel itibarıyla beğendim. Eleştirilecek noktaları bulunsa da hala günümüzde de devam etmekte olan eğitiminin sorunlarına değinilmiş ve beğensek de beğenmesek de bir çözüm önerisi sunulmuştur. Baya eski bir kitap olmasına rağmen hala eğitim sistemimizdeki pek çok yanlışla örtüşmesi demek bu konuda çok fazla ilerleme kaydedemediğimizi ya da bu durumu ciddiye almadığımız gerçekleriyle insanın yüzleşmesini sağlıyor. Kitapda beni çarpan en önemli nokta ise eğitim sistemimiz çocuklara bir şeyler dayatmak üzerine kurulduğu ve sistemimizin kusursuz işlemesini istediğimiz için "aptal" olarak çocuklara kötü bir nitelik kazandırıp sistemi devam ettiriyoruz. Cidden bu durum bir tür "insan kıyımı" değil mi? Dayatmalar ne olursa olsun özgürlüğe bir zincir değil midir? Kitabı okuyup yorumlayınca bu tür düşüncelere hak vermemek nerdeyse imkânsızlaşıyor. Kitabı eğitimci bir arkadaşıma ya da bu konulara ilgisi olan bir arkadaşıma tavsiye ederim. Çünkü konuya ilgisi olmayan bir arkadaşım sıkıcı bulup kitabı okumayabilir. Tavsiye etme sebebim "Düşünce Modellerine Hayır" ve "Standartlaşmaya Hayır" bölümleridir. Özellikle bu iki bölüm insanlara "Cidden böyle bir eğitim sisteminin içinde miyiz? " sorularını akıllara getiriyor. Sistemin ihtiyacına göre insan yetiştirdiğini, eğitimin toplum için değil kişisel olduğu, eğitimin çağdaş olmadığı ve tek bir tip insan modeli yaratmayı amaçladığı konularında düşünülmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bir şeyler değiştirmenin ilk adımı hataları bulup onları nasıl ortadan kaldıracağımızı düşünmektir. Bundan dolayı bu kitap tavsiye edilmeli, okutulmalı ve üzerine düşünülmelidir. Bu kitap beni eğitime başka bir pencereden - şimdiye kadar hiç gösterilmeyen pencereden- bakmaya zorladı. Bazı yönlerine katılmasam da katıldığım noktalar bir hayli fazlaydı. Yazarın düşüncelerin günümüzde bile karşılık bulması beni düşünmeye itekledi. Bunca yıl ilerlememiş olmak, hatta başladığımız noktada bulunduğumuzu anlamak biraz üzücüydü. Ayrıca kitap tanık göstermeler yaparak insanın düşüncelerini değiştirebiliyor. Düşündüren her türlü eser kıymetli olduğu için bu kitap da öyledir. Eğitimde yanlış yaptığımız noktaların bu kadar keskin bir biçimde söylenmesi takdir edilmelidir. Bu kitaptan öğrendiğim bir şey daha var: Özgürlüklerimiz kısıtlanmıyor olarak gösterilse de sistemimizde hepimiz -bütün insanlar- bir şeyleri yapmaya mecbur bırakılıyoruz.
Zorunlu Eğitime Hayır
Zorunlu Eğitime HayırCatherine Baker · Ayrıntı Yayınları · 2000163 okunma
·
505 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.