güzellik tende değil altındaki kalpte gizlidir.Şekiller içinde bir anlam barındırmadıktan sonra bir manaları kalmaz. Göz alıcı etkilerini kaybedip sadece harfleri dağınık kelime yığınları ile anlatılabilen kavramlara evrilirler.
Size güzel gelen herhangi bir şey bir anlama sahip değilse o güzelliğin üstünü önce bir gölge alır, gölge karanlığa kavuşur ve en sonunda da güzel olarak tabir ettiğiniz kavram bir taş duvardan farksız kalır.
Oysa insan hep aynı yanılgıya düşmekte ve anlamı şekilde aramakta, bulamayınca kendini hırpalamakta, göze güzel geleni kalbe de uydurmaya çalışmakta. Aynı hataları defalarca yapsa da bu huyundan vazgeçmemekte. Maalesef sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek falan yemiyor, sütü biraz daha ısıtıp tekrar şansını deniyor. Simgelere takılıp duruyor, ihtişamlı makamlara, güzel bedenlere ve güzel gözlere. Lakin hiçbir zaman o güzel gözlerin ardında kalan anlama bakmak istemiyor ve o gözler surları yıkılmış bir sarayın çatırdamış pencereleri olmak dışında hiçbir şeye yaramıyor.
Kitap incelemelerine genellikle kitabın bana hissettirdiği şeylerle başlama taraftarıyım. Çünkü ilerde bir gün bu incelemeleri okuduğumda konu ve şeklinden çok bana hissettirdiği şeyleri anımasamanın çok daha güzel olacağı inancındayım. Eee birinci basamağı bitirdiğimize göre kolları sıvayıp ikinci basamağa geçebiliriz.
Notre-Dame'ın Kamburu uzunluk olarak ortalamanın biraz üstünde ve bu da kitabı okuyacak okurun biraz gözünü korkutmakta. Ama gözünüz hiç korkmasın hemen bitiyor.
Ara ara yazarın girdiği Parîs tasvirleri ve uzun uzun betimlemeleri gerçekten de insanın canını çok sıkıyor ve okura "Bu ne yaw" dedirtiyor ki buralar da kitabın en çekilmez yerlerini oluşturuyor bana göre. Eminim buraları okuyup kitabı yarıda bırakan birçok okur olmuştur. Eee buralara da nazar boncuğu kondurup devam edelim.
Kitabın karakter yapısı bize çok şey anlatmakta. Yazarın bize iletmek istediği mesajların büyük çoğunluğu tam olarak burda yatıyor sanırım.
Ortaçağ toplumunun yobaz kafası ve karakterlere oturtuluşu, toplumda iyi çerçevesine bürünen insanların yaptığı kötü şeyler tam olarak insan kavramını güzel bir şekilde anlatmakta ve bunu olaylar çerçevesinde bir güzel irdelemekte.
En büyük günahları işleyen kişinin toplumun günahlarını çıkartan rahip olması, sahte sözler ve sevgi uğultuları arasında kendini dışa vuran şehvet,nice okullar okuyup en orijinal ahmaklar olarak kalan gençler, simgelerle örtülmüş içi boş güzellik tasvirleri ve daha nicesi...
Notre-Dame'ın Kamburu kitabında bulacağınız çok anlam var gerçekten. Toplumun gerçekleri güzel bir şekilde tasvir edilmiş. Kitaptaki olaylar bir kaç asır öncesine dayanıyor kitap ise 1900'lü yıllarda okuyucuyla buluşmuş. Bu da bize şunu anlatıyor.
Ne kadar zaman geçerse geçsin ister yüzyıllar olsun istersek milenyumlar. İnsan takılıp kaldığı kabuktan çıkamıyor. Bazen bir ayağını çıkarttığı oluyor, gövdesini kurtarmış oluyor ama yine ne olursa olsun o kabuğa dönüyor, ağzı sütten yandıkça o daha da yakmak istiyor ve hiç dindirmiyor sütün altındaki o ateşi.