Gönderi

Bir Zamanlar ve Her Zaman Taşra
Nuri Bilge Ceylan, Bir Zamanlar Anadolu’da filminde sıradan ve basit gibi görünen bir cinayet üzerinden Anadolunun karanlığını deşmektedir. Filmde bu karanlık bir cesedin bütün bir gece boyu aranması; nihayet sabaha doğru bulunması ve çıkarılıp otopsi için hastaneye götürülmesi sürecinde Anadolulu ya da Anadolu’ya mahkum olmuş karakterler eşliğinde ifşa olacaktır. Peki nedir bu Anadolu? Yolları denize ulaşmayan bozkır içinde hepsi birbirine benzeyen taşra şehirleri ve kasabalarıdır. Bu yerlerin en belirgin özelliklerinden biri tekdüzeliktir. Bu tekdüzelik Nuri Bilge Ceylan’ın fotoğrafik, geniş bakışlı ve durağan kamera çekimleriyle teknik olarak da vurgulanır. Anadolu bozkırdır; hem zamansal hem de mekansal olarak hem tekdüze hem de durağandır. O kadar tekdüzedir ki cesedin gömülmüş olduğu çeşmenin yanındaki; etrafında top gibi bir ağacın olduğu tarla bir türlü bulunamaz; çünkü her yer birbirine benzemektedir. Anadoludaki değişimsizlik kanıksanmış bir durumdur; bunu filmin bir çok sahnesinde hissederiz. Belki bu durumun en çarpıcı metaforu yol kenarında Arap Ali elma koparırken yere düşen bir elmanın yamaçtan yuvarlanarak dereye düşmesi ve derede biraz sürüklendikten sonra muhtemelen aynı ağaçtan düşmüş elmaların yanında durmasıdır. Buradan iki şeyin sürekli tekrarlandığı sonucuna varabiliriz. Arap Ali’nin elma kopardığı ağaçtan başkaları da elma koparmıştır veya burada elmalar bile aynı yere düşmektedir. Devlet de Anadoludaki hayatın bu tekdüzeliğinin bir sürdürücüsü ya da temsilcisi gibidir. Devlet , kurumlarıyla köhneleşmiş mevzuatını uygulayarak bu durgunluğa tuz biber eker sanki. Mesela burada devletin mevzuatçılığının bir temsilcisi olan Jandarma komutanı yol boyunca merkezden kaç km uzaklaşıldığının mücavir alanın dışına çıkılıp çıkılmadığının hesabı içindedir. Yani devletin mantığı işlevsel olmaktan ziyade mevzuata harfiyen uymakla ilgilidir. Anadolunun karanlıklarında bu durağanlığı bozan bir olay vuku bulduğunda bu çoğunluğunda bir şekilde monotonluktan uzaklaşmasına ve kendi bastırılmışlıklarının haklı olduğu sanısına kapılmalarına yol açar. Konuşulacak yeni bir şey ve dışlanacak bir günah keçisi bulunmuştur. Doktor kahvede otururken konuşulan mevzu cinayettir. Kenan’ı linç etmek ya da yuhalamak için toplanan kalabalık şeytan taşlamanın hazzı içindedir. Halbuki Kenan sıradışı insanlık düşmanı bir canavar değildir aslında Anadolunun baskıcı ortamının yarattığı tutkularını gemleyememiş bir kurbandır; yani Anadolunun koşullarının bir sonucudur sadece. Maktulün çocuğunun kendisinden olduğunu saklamasının sebebi kadının zor durumda kalmasını engellemektir belki de. Oğlunun attığı taş yüzünden arabada hüngür hüngür ağladığını polis Naci’nin ağzından öğreniriz. Doktora otopside yardım eden hastane çalışanı maktulün ölmeden gömüldüğüyle ilgili delillere rastlayınca büyük bir buluş yapmış gibidir. Fakat doktor bu durumu örtbas eder. Amacı belki de bunu ne katilin bilip daha büyük vicdan azabına sürüklenmesini; belki de halkın bunu öğrenince daha büyük bir infiale sürüklenmesini engellemektir. Bu arada Bir Zamanlar Anadolu’da ‘ya gerçekçi bir film olarak baktığımızda bu gerçekçiliği belki de tek zedeleyen noktaya değinmek de gerekir. O da Kenan’ın muhtarın evinde maktulün boğulmakta olan hayalini görmesidir. Bir dükkanda doktorla cinayet üzerine konuşan kişilerden birinin birisinin maktulü dün akşam şehirde gördüğünü söylemesi de buna eklenirse yönetmenin mistik bazı olaylara da belli belirsiz kapı araladığı düşünülebilir. Buralarda insanların taşlaşmış rollerini oynamak zorunda oldukları hareketsiz ve bunaltıcı bir atmosfer egemendir. Anadolunun bu atmosferinde alışmıştır buralılar acılarını, umutlarını biliçaltlarına itmeye. Anadolunun yazılı olmayan sert ahlaki yasak ve kuralları insanlara varoluşlarını özgürce yaşamalarına izin vermemektedir. Fakat insan doğası ne kadar bastırılırsa bastırılsın eninde sonunda bir yerlerden sızacaktır. Bilinçaltına atılmış tutkular, korkular ve duygular fırsat bulduğunda dışarı çıkar; bazen herkesten saklanan gözyaşı olarak bazen Anadolunun baskıcı ortamına rağmen yaşanan yasak bir aşk olarak bazen de cinayet olarak. Ceset aramak için çıkılan bu arayışta yağmurun çiselerken doktorla başbaşa kalan Arap Ali’nin- ki filmde en sert erkek rolünü oynayan karakterlerden biridir- gözünde tutunup kalmış bir damla gözyaşını görerek; Anadoluda bir erkeğin yapması gerekenleri anlattığı monoloğu dinleriz. Burada Arap Ali’nin içinden geçenleri acılarını ve mutsuzluklarını birisiyle paylaşmak istediğini anlarız. Arap Ali burada bir erkeğin sert olması gerektiğine dair konuşmasının gerçekten doktora mı söylediğini yoksa içinden mi geçirdiğini pek anlayamayız. Ama muhtemelen Arap Ali içinden konuşmaktadır; çünkü Anadolu’da bir erkeğin içinden geçenleri açıkça bir başkasıyla paylaşması da sert erkeklik rolüne uygun değildir. bu sahnede doktor arkası dönük başak tarlasını izlemekte muhtemelen içinden kendi durumunu geçirmektedir. Bunun bir monolog olduğunun bir başka ipucu da Arap Ali’nin dudaklarının kıpırdamamasıdır. Bu sahnede doktorun da kendi iç dünyasını ya sesli yada sessiz bir biçimde monolog olarak dışavurur. Burada da onun Arap Ali’yle mi konuştuğu yoksa bunları içinden mi geçirdiği pek belirgin değildir. Fakat bu monoloğun sonundaki bu topraklara yüzyıllardır yağan yağmurun hiçbir şey değiştirmediğine dair şiirini Arap Ali’ye söylediğini anlarız. Çünkü Arap Ali bu şiire karşı doktora daha genç olduğunu karamsar olmaması gerektiğini ilerde Anadoluda geçirdiği bu yaşadıklarını bir hikaye olarak torunlarına anlatabileceğini söyler. Zaten Anadoluda mecburi olarak bulunan ‘şehirliler’ hem Anadoluların gözünde hem de gerçekten buralarda gelip geçici insanlar; bir nevi yabancıdırlar. Bir başka sahnede polis Naci mal müdüründen bahsederken arabadakiler bahsedilen mal müdürünün hangisi olduğu konusunda kararsızlığa düşerler; biri sadece iki ay kalıp gitmiş; diğeri ise kimbilir ne kadar kısa kalmıştır. Yani Anadolulular hancı, yabancılar –özellikle devlet memurları- yolcudur bu diyarda bir bakıma. Böylece filmde Anadolulular ve yabancılar arasında belirli aşılmaz bir çizgi olduğu hissettirilir. Bu yabancılık iki türlüdür; hem yerlilerin yabancı algısından hem de yabancıların anadolululara karşı belli belirsiz ketumluğundan kaynaklanır. Aslına bakılırsa ketumluk bir şekilde Anadoluluların da doğasıdır. Çünkü paradan; yoğurdun ve etin iyisinden; ve bunun gibi gündelik şeyler üzerine kouşabilen insanlar iş iç dünyalarına gelince kimseye açılamazlar; bütün duygularını içlerinde yaşamaya çalışırlar. Yani Anadoluda herkes birbirini tanır ama aslında herkes birbirine ketum ve yabancıdır. Arap Ali doktora içinden geçenleri söylemez ama içini nasıl döktüğünü söyler: Araziye gelip kurşun atarak. Zaten bahsi geçen monologta da burada insanların kendi adaletini kendisinin sağlamak zorunda olduğunu söyleyerek Anadolunun paranoya yüklü güvensizliğini de dile getirmiştir. Yani yukarda söylendiği gibi burada herkes birbirini tanısa da aslında kimin ne olduğu belirsizdir buna çelişik olarak. Herkes her an düşman olabilir o yüzden buralarda herkesin silahı vardır. Burada Anadolunun acımasız ve paranoyak yüzü dışa vurulur. Filmde cinayetin nasıl işlendiği tam olarak seyirciye verilmez. Bu mesele seyircinin bilinçaltının karanlıklarına bırakılır. Filmin başında aslında birbirinin arkadaşı olan katil ve maktulü içki masasında neşeli bir biçimde muhabbet ederken görürüz. Filmin ilerleyen sahnelerinde katil Kenan polis Naci’ye bir itirafta bulunur. Bu itirafın Naci muhtarın evinde gizliden Kenan’ı döverken alındığını Naci’nin konuşmalarından anlarız. Lakin bu dayak yüzünden edilmiş bir itiraftan ziyade; Kenan’ın Naci’ye kendini yakın hissetmesinden ve onun dürüst ve iyi bir insan olduğunu düşünmesinden dolayı paylaşılmış bir sırdır; daha ziyade. Kenan içki masasında maktulün oğlunun aslında kendi oğlu olduğunu ağzından kaçırdığını ve cinayete bu hatanın sebep olduğunu söylemiştir. Yani Anadolu her ne kadar insanların kendi varoluşlarını yaşamasını baskılamışsa da Anadolu’nun karanlık derinliklerinde gizliden gizliye yasak aşklar yaşanabilmektedir. Bunun bir yasak aşk olduğunu maktulün çocuğu kendi çocuğu olmasından anlarız. Demek ki maktulün karısı ve Kenan arasındaki ilişki maktul evliyken gerçekleşmiştir. Bu durumdan insanların baskıladıkları bilinçaltının bağlarının çözülmesinde alkol içmenin etkili olduğu ortaya çıkar. Zaten Anadolu’da pek çok cinayet içki masasındaki konuşmalardan dolayı olmamakta mıdır. Kenan’ın bunu Naci’ye asıl söyleme sebebi ona oğlunu emanet etmek istemesidir. Bu sır bize cinayetin aslında bir nefsi müdafa olabileceğini de düşündürür. Bunlar Anadolunun karanlığında yaşananlardır. Oysa aydınlıkta herkes erkek ve kadın rollerine sıkı sıkıya sarılıdır. Kenan’la yaşadığı yasak aşk ve ondan doğan çocuğu dolayısıyla Binnaz’ın Kenan’a karşı hisleri olması gerektiğini düşünürüz. Oysa Kenan’ın kasabaya getirildiği sahnede Binnaz ile oğlu da oradadır ve çocuk Kenan’a taş atar. Orada bulunan kalabalığın Kenan’a hakaretlerinden daha çok Kenan’ı etkileyen oğlunun attığı ve yüzüne gelen taştır. Burada Binnaz’ın çocuğa bunu tembihleyip tembihlemediğini bilmeyiz; fakat en azından çocuğun bu hareketine engel olmaz. Bu kadının sahih tavrı mıdır yoksa topluma karşı oynamak zorunda kaldığı rol müdür; bilinmez. Zaten kadınlar filmde hem kişilik olarak hem de gerçekten pek gözükmezler; Anadolunun kamusal hayatı erkeklere aittir. Buradan şu da çıkar ki kadın güzelliği ve cinselliği simgeliyorsa onlar gizli kapaklıdır Anadoluda. Anadolu erkeği güzelliklerden uzakta yaşamaktadır. Muhtarın evinde muhtarın güzel kızı Cemile çay dağıtırken görülür ve herkesin içindeki güzellik açlığının ortaya çıkmasına vesile olur. Bu sahnede Cemile’nin doktora belli belirsiz gülümsediğini görürüz; ama Cemile’nin Anadolunun bu baskılı ortamında duygusunu dışa vurabileceği tek yoldur ve o an içinde kalmaya mahkum gelip geçici bir dışavurumdur bu. Çünkü Cemile ve doktor Cemal’le aralarında gerçek bir ilişki olabileceği düşünülemez bile. Bu duyguda Anadolunun karanlığında yok olmaya mahkum bir kıvılcımdan başka bir şey değildir. Anadolu insanı sadece kadınlara değil çevresindeki sanatsal güzelliklerden uzaktır. Doktorun işemek için yoldan biraz uzaklaştığında tarihi bir kabartmayla karşılaşır. Bunu Arap Ali’ye söylediğinde Arap Ali bunlardan buralarda çok olduğunu söyler umursamazlıkla. Tarihi ve sanatsal eserler kimsenin umrunda değildir. Burada Anadolu insanına yasak olmayan serbest bırakılan belki de tek zevk yemektir. Karakterlerin konuşmalarının konusu çoğu zaman yemektir: Arabadaki manda yoğurdu sohbeti; muhtarın evindeki kuzu eti sohbeti) Arap Ali geçtiği her yerden meyve toplar; tok da olsa muhtarın evinde kadınların yeni yaptığı bazlamadan yer. Bu boğaz düşkünlüğü yada damak zevki belki de Anadolu insanının elinde kalmış tek zevktir. Bu durumun en çarpıcı sahnesi yine Arap Ali’nin cesetin bulunduğu yerdeki bostandan iki tane kavun toplaması ve bunları araba bagajına cesetin yanına koymasıdır. Anadolu’ya biraz da mecburen burada olmak zorunda kalan devlet memurları ya da yabancılar açısından bakarsak; Anadolu uzak ve ücra bir yerdir. Doktor Cemal’in odasında kendisiyle başbaşa kaldığı ve eski fotoğraflarına baktığı sahnelerde doktor sanki ‘her şey Anadolunun bu ücra köşesine gelmek için miydi?’ der gibidir. Kasabanın sokaklarında gezdiği sahnelerde ise doktor aradığı ya da alıştığı şehir hayatından çok uzakta bir yabancılığı temsil etmektedir sanki; kiminle konuşacak kiminle sohbet edecektir; uzakta ve yalnızdır. Savcı Nusret ise anlaşılan daha uzun zamandır buradadır ve Anadoluyu kanıksamıştır artık. Zaten mümkün olduğu kadar kendi işlerini de (sorgulama) polis Naci’ye bırakmıştır; ayrıca cesedin aranmasına lütfen gelmiş gibidir. Sabah Ankara’ya gitmesi gerekmektedir. Yani bir bakıma Anadoluyla arasına belli bir sınır çizmiş gibidir. Beri yandan o da en az Anadolu insanı kadar ketumdur. Karısının ölümüyle ilgili görmezden gelmeye çalıştığı şüpheyi doktora tam olarak açmaz. Kendi karısından başkasının karısıymış gibi bahseder. Beri yandan savcı Nusret devleti temsil etmektedir ve tıpkı devlet gibi onun da duyguları gözükmez. Karısının intihar etmiş olabileceğini öğrendiğinde bile sahte bir gülümseyiş düşmez yüzünden ama yüzündeki yara izleri savcının içsel çöküşünün simgeleri gibidir. Savcı devlet gibi Anadoludaki saf aklı temsil etmektedir. Savcı tutanak tutturduğu sahnelerde ezberlediği tutanak biçimini sürekli tekrarlayan işinde kişiliğiyle ilgili hiçbir bağlantısı olmayan bir adama dönüşür. Yerde domuz bağıyla yatan ceset Anadolunun bilinçaltıysa ayakta soğukkanlılıkla tutanak yazdıran savcı devletin duygusuz yanıdır. Sonuç olarak doktor da savcı da Anadoluya mahkum yabancılardır ama savcı hem bunu kanıksamış hem de Anadoluyla arasına görünmez bir duvar örmüştür. Aslına bakılırsa Anadolu herkes için terkedilmek istenip terkedilemeyen bir yerdir. Bu isteği polis Naci çocuğu için reçete yazdırırken dışavurur. Ama ne fayda herkesi burada tutan bir şeyler vardır: aile, iş, alışkanlık vb. Burada doktorun Naci’ye cevabı da doktorun iç dünyasındaki boşluğu sergiler. Evet buralardan gitmek gerekir ama nereye? Filmde bulunan ceset bagajı daha geniş olan arabaya değil bagajında LPG olan araca koyulur. Bu yönetmenin bir hatası mıdır? Yoksa filmdeki karakterlerin dalgınlığının bir sonucu mudur? Anlaşılmaz.
Barış Kahraman
Barış Kahraman
, Mavi Yeşil 91, 2015, s. 22-24
·
415 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.