Gönderi

192 syf.
·
Puan vermedi
·
7 günde okudu
Simyacı
SİMYACI İlk 100 sayfa sıkıcı olsa da kitabın ilerleyen kısımları sıra dışı bir şekilde sürükleyici oluyor. Kitap genel anlamıyla kişisel menkıbe üzerinde duruyor. Kitapta İslam’ dan bahsediliyor. Bir Müslümanın yabancı olmadığı kavramları ele alıyor. Kader, gayret, İlah gibi kelimeler. Bir çobanın hayat serüvenini nasıl yazmak istediğini ve bu uğurda neleri göze aldığından bahsediyor. Santiago çobanlık yaparken rüyasında Mısır’ da piramitlerin eteğinde gizli bir hazinenin yerini görüyor. Fakat bu rüyayı aldırmıyor. Ertesinde tekrardan bu rüyayı gören genç çoban 100 koyunu karşılında İspanya’ dan Mısır’ a gitmek için gemiye biniyor ve serüven orada başlıyor. Yolda bir çobanın görebileceği şeylerden daha fazlasını görüyor. Kendi menkıbesini değiştirecek olaylara şahit oluyor. Daha hazineyi görmeden hazinden daha değerli şeylere sahip oluyor. Bunu da çölde yaşadığı amansız yolculuğuna bağlıyor. Eğer yolda edindiği tecrübeleri kazanmamış olsaydı, hazineyi gerçekten piramitlerde bulsaydı bile bu kadar emeğin ona değmeyeceğini bilirdi. Çünkü bu yolculuğun defalarca çölde yok olup gitme tehlikesi olduğunu biliyordu. Meseleyi daha fazla anlatmak istemiyorum. Çünkü verilen mesajlar hikâyeye bağlı değil özlü sözlerle verilmiş. Bundan dolayı alıntıları okumak kitabı hatırlamaya, anlamaya daha çok katkı sağlayacağını düşünüyorum. “Basit şeyler, en olağanüstü şeylerdir ve yalnızca bilginler anlayabilirler bunları.” “Ne var ki, hiç kimse kendisinin kendi hayatını nasıl yaşaması gerektiğini kesinlikle bilmez. Tıpkı şu, düşleri gerçeğe dönüştürmeyi beceremediği halde düş yorumculuğuna kalkışan cadı gibi.” "Ne mi? Hayatımızın belli bir anında, yaşamımızın denetimini elimizden kaçırırız ve bunun sonucu olarak hayatımızın denetimi yazgının eline geçer. Dünyanın en büyük yalanı budur." "Bazen işi oluruna bırakmak, ilişmemek daha iyidir," “Mutluluğun Gizi dünyanın bütün harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan.” "Bir şeyi gerçekten istersen," demişti yaşlı adam ona, "onu gerçekleştirmen için bütün evren iş birliği yapar." "Değişikliklerden pek hoşlanmam," dedi. "Ne sen ne de ben para babası tüccar Hasan'a benziyoruz. Bir şey satın alırken bir hata yapacak olsa vız gelir ona. Ama bizler, hatalarımızın bedelini ödemek zorundayız." "Bir şeyi gerçekten istediğin zaman, arzunu gerçekleştirmeni sağlamak için bütün evren iş birliği yapar," demişti yaşlı kral.” “El tarafından yazılmış olduğunu anladığımız zaman, bunu anlar anlamaz, bu korku uçup gider” “Daha sonra bana Evrenin Dili gibi, Evrenin Ruhu gibi çok güzel şeyler öğrettin. Ve bunlar, azar azar beni senin parçan haline getirdiler." “Aslında, nesneler kendiliklerinden hiçbir şey açıklamaz; insanlar bu nesneleri gözlemleyerek Evrenin Ruhu ‘nu anlama yöntemini keşfedebilir.” "Bir şeyler yapabilmek için," diye yanıtlamıştı deveci. "Ve olmasını istemediğim şeyleri tersine çevirmek için." "O zaman bu senin geleceğin olmaz ki," diye yanıtladı kâhin. "Ama belki de olacaklara kendimi hazırlamak için geleceği öğrenmek istiyorum." "Bunlar iyi şeylerse hoş bir sürpriz olacak." dedi kâhin. "Kötü şeylerse daha gerçekleşmeden acı çekeceksin." “Yüreğinin derinliklerinden garip bir neşe yayıldı içine: Kişisel Menkıbesi için ölecekti. Ve Fatima için. Uzun sözün kısası, simgeler doğruyu söylemişti. İşte düşmanla karşı karşıya bulunuyordu ve madem ki evrenin bir ruhu vardı, öyleyse ölüm vız gelir tırıs giderdi. Kısa bir süre sonra onun parçası olacaktı. Ve yarın, düşman da onun parçası olacaktı.” "Ben sadece bir ordu gördüm," dedi delikanlı. "Bir savaşın sonucunu görmedim." “Cesaretini sınavdan geçirmem gerekiyordu," dedi süvari. "Cesaret, Evrenin Dili'ni arayan bir kimse için en büyük erdemdir." “Çünkü bütün Evren sana ulaşmam için iş birliği yaptı." “Dirilmemek üzere sona ermiş aşklar, olağanüstü olabilecek, ama olamayan anlar, keşfedilmesi gereken, ama sonsuza dek kumların altında kalan hazineler daha aklımıza gelir gelmez bizler, yürekler hemen ölürüz. Çünkü böyle bir durumla karşılaşınca ölümcül acılar çekeriz." *"Yüreğine, acı korkusunun, acının kendisinden de kötü bir şey olduğunu söyle. Düşlerinin peşinde olduğu sürece hiçbir yürek kesinlikle acı çekmez. Çünkü araştırmanın her anı, Tanrı ve Sonsuzluk ile karşılaşma anıdır." "Her arama anı, bir karşılaşma anıdır," dedi delikanlı yüreğine. Hazinemi aradığım sırada her gün pırıl pırıldı, çünkü her saatin, onu bulma düşünün bir parçası olduğunu biliyordum. Hazinemi ararken yolumun üzerinde öylesine şeyler keşfettim ki, bir çoban için olanaksız şeylere girişmek cesaretim olmasaydı bunlara rastlamayı kesinlikle hayal bile edemezdim." "Yeryüzünde her insanın kendisini bekleyen bir hazinesi vardır," dedi yüreği delikanlıya. "Biz yürekler, insanlar artık bu hazineleri bulmak istemedikleri için bunlardan pek ender söz ederiz. Onları küçük çocuklara anlatırız. Sonra herkesi, kendi yazgısının yoluna göndermek işini hayata bırakırız. Ne yazık ki, kendisine çizilmiş olan yolu, pek az insan izliyor; oysa bu yol, Kişisel Menkıbe ‘nin ve mutluluğun yoludur. İnsanların çoğu dünyayı korkutucu bir şey olarak görüyorlar ve yalnızca bu nedenden dolayı da dünya gerçekten korkutucu bir şey oluyor. O zaman biz yürekler, giderek daha alçak sesle konuşmaya başlıyoruz ama asla susmuyoruz. Ve sözlerimizin duyulmaması için dilekte bulunuyoruz: Kendilerine çizmiş olduğumuz yolu izlemedikleri için insanların acı çekmelerini istemiyoruz." "Hayır. Senin henüz bilmediğin şudur," dedi Simyacı: "Evrenin Ruhu, bir düşü gerçekleştirmeden önce yol boyunca öğrenilen her şeye değer biçer. Bize karşı kötü duygular beslediği için böyle davranmaz. Düşümüzü gerçekleştirmemizin yanı sıra, ona doğru ilerlerken aldığımız dersleri de iyice öğrenmemizi ister. Ama insanların çoğunluğu, işte bu anda vazgeçerler. Çölün dilinde biz bu durumu şöyle tanımlarız: vahanın palmiyeleri ufukta görünmüşken susuzluktan ölmek.” “Gözler ruhun gücünü gösterir.” "Umutsuzluğa teslim olma," dedi Simyacı alabildiğine tuhaf, yumuşak bir sesle. "Yoksa, yüreğinle konuşmana engel olur." “Genellikle ölüm, insanı hayata karşı daha dikkatli olmaya zorlar." "Aşk, şahinin senin kumlarının üstünde uçtuğu zamanki şeydir. Çünkü sen, onun için yeşermiş bir kırsın ve hiçbir zaman avsız dönmedi senden. Senin kayalarını, kumullarını, dağlarını biliyor ve ona karşı cömertsin sen..." "Evet, budur. O, avı şahine, şahini insana ve insanı yeniden çöle dönüştüren şeydir. Kurşunu altına dönüştüren ve altını da toprağın altına gizleyen şeydir." “‘Altıncı gün' olmasaydı insan yaratılmayacaktı; bakır hep bakır olarak ve kurşun hep kurşun olarak kalacaktı. Herkesin kendi Kişisel Menkıbesi kendine çok doğru, ama bu Kişisel Menkıbe bir gün gerçekleşecek. Öyleyse daha iyi bir şeye dönüşmek ve Evrenin Ruhu gerçekten bir ve tek şey oluncaya kadar yeni bir Kişisel Menkıbe ‘ye sahip olmak gerekir." "Bunun için simya var," dedi delikanlı. "Her insanın kendi hazinesini arayıp bulması ve daha sonra, daha önceki hayatında olduğundan daha yetkin olmayı istemesi için, Kurşun, dünyanın artık kurşuna gereksinimi kalmayıncaya kadar görevini yerine getirecek; o zaman altına dönüşmesi gerekecek.” “Çünkü sevdiğimiz zaman, olduğumuzdan daha iyi olmak isteriz her zaman.” “Ama Eyl’in bütün bunlar için bir nedeni vardı ve yalnızca o, bu mucizeleri gerçekleştirebilir, okyanusları çöle ve insanları rüzgâra dönüştürebilirdi. Çünkü bir yüce iradenin, Evren'i, dünyanın yaratılışının altıncı gününün Büyük Yapım’a dönüştüğü noktaya götürmüş olduğunu yalnızca bu El anlıyordu.” “Bir kere olan bir daha asla tekrarlamaz. Amma ve lakin iki kere olan mutlaka üçüncü defa da olacaktır.” "Ağlayacağın yere iyi dikkat et; çünkü ben oradayım ve hazinen de oradadır.” “Gerçekte kendi kişisel menkıbesini yaşayan kimseye karşı hayat cömerttir.”
Simyacı
SimyacıPaulo Coelho · Can Yayınları · 2023208,6bin okunma
·
1 artı 1'leme
·
375 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.