Atatürk, Nutuk'ta kendisinde saklı bulunan ve tanrısal bir görev gibi tarihsel akış tarafından kendi ellerine tevdi edilmiş bulunan bir programın uygulaması biçiminde tezahür edecek bu tarihsel zorunluluk halini şu sözlerle ifade eder:
"Ben, milletin vicdanında ve istikbalinde ihtisas ettiğim büyük tekâmül istidadını, bir millî sır gibi vicdanımda taşıyarak peyderpey, bütün heyet-i içtimaiyemize tatbik ettirmek mecburiyetinde idim."
Bu ifadeler koca bir toplum karşısında doğru yolu gösterecek bir baş öğretmen edasını taşır. Bu öğretmen, henüz öğrencilerinin bilmediği ve bilemeyeceği bir müfredatı elbette bilmektedir ve onu zamanı geldikçe öğrencilerine aktarıp belletecektır. Bütün Kemalist reform programının arkasında bu mantık yatar. Toplum hep çocuktur, ancak içinde varsayımsal bir cevher vardır ve bu cevheri sadece birkaç kişi görebilmektedir. Bu cevheri toplumun içinden çıkarıp onun ilerlemesi için onun hizmetine sunmak, sadece ve sadece böylesi kararlı bir önderliği gerektirmektedir. Bu önderlik önce Atatürk’ün şahsında, sonra da Cumhuriyet Halk Fırkasının tüzel kişiliğinde tezahür edecektir. Bir taraftan Sokrates’çi bir "öğretme" deneyiminin, bir taraftan Platon’cu bir tözcülüğün, bir taraftan da karikatüre bir Aydınlanmacılığın (hatta biraz Hegelciliğin) karmakarışık haldeki bireşimini içeren, ve bu haliyle de pozitivist bir programın öngördüğü despotik uygulqma-uygulatma etkinliğinin meşruiyetini sağlayan bu bakış açısı, neredeyse Cumhuriyet tarihinin tamamında seçkinlerin zihnine kazınmıştır. Bu aynı zamanda ‘toplumun iyiliği” için devletin otoriter doğasına ikinci bîr meşruiyet zemini sağlamaktadır.