Gönderi

412 syf.
8/10 puan verdi
·
Read in 18 days
“Kırmızı hapı alırsan Harikalar Diyarı’nda kalırsın. Ben de sana tavşan deliğinin gittiği yerleri gösteririm. Unutma… Sana vadettiğim tek şey gerçek, fazlası değil…” İncelememe The Matrix filminden Morpheus’un Neo’ya yöneltmiş olduğu bu replikle başlamak istedim, zira yazar, kitabın belli başlı kısımlarında adeta o kırmızı koltuğa oturarak size bu repliğe benzer cümleler yönelttiği hissine kapılabiliyorsunuz. Ancak, vadettiği şeyin gerçekliği elbette ki okuyucunun algısına ve bakış açısına göre değişkenlik gösterebilir. Kitapta anlatılanlar, yazarımız
Yuval Noah Harari
Yuval Noah Harari
'nin Kudüs İbrani Üniversitesinde vermiş olduğunu tarih derslerinin kitaplaştırılmış halini oluşturuyor. Kitap içeriği, normal bir tarih anlatımının ötesine geçmiş durumda. Fizikten biyolojiye, antropolojiden iktisata kadar daha birçok bilim dalıyla iç içe geçerek geniş bir spektrumda okuyucunun anlayabileceği bir dilde sunuluyor. Kitabı okurken bile bu kadar keyif almış birisi olarak öğrencilerinin bu anlatılanlara canlı tanık olmuş olmasına gıpta etmemek pek mümkün değil sanırım. Öncelikle kitap, siz onu okurken verilen bilgiler ve okura yöneltilen sorular sonrası, sizi uzun düşünme ve araştırma aralarına itiyor. Bu şekilde, kendinizi gayriihtiyari şekilde daha kompleks ve bir o kadar da eğitici bilgiler cümbüşünde kaybolurken buluyorsunuz. Kitapta, aklımda yer eden ve nazarımda kayda değer olduğunu düşündüğüm yerleri elimden geldiğince incelemeye çalışacağım. Aksi halde kitabın barındırdığı tüm alt başlıklar için bir bitirme tezi bile yazılabilir. Neyse fazla uzatmadan başlayalım. Kitabımız dört ana kısımdan oluşuyor: Bilişsel Devrim, Tarım Devrimi, İnsanlığın Birleşmesi ve Bilimsel Devrim. Kitabın ilk sayfaları bir tarih çizelgesiyle başlıyor ve kabataslak bir biçimde kitabın içeriği hakkında kısa bilgiler sunuluyor. (14 milyar yıl önce Big Bang olarak adlandırdığımız fiziğin başlangıcından, günümüz ve geleceğe kadar.) İlk kısımda kitabın ana unsuru olan Homo sapiens ve diğer kavramların temel anlamlarıyla başlayıp daha sonra tarihte Homo sapiens’in aslında yalnız olmadığı, insanların ilk olarak nasıl evrimleştiği, atalarımız olan Neardertalleri (Homo neandertalensis), Homo erectus ya da Homo rudolfensis’e ne oldu da şu an sapienslerin yaşadığı dönemde bulunmadığı gibi sorulara farklı teoriler üzerinden cevap aramakla başlıyor Harari. Bu kısım, çarpıcı bilgilerle dolu olmakla birlikte benim gibi evrim ve doğal seçilim kavramlarına daha önce detaylı bakma fırsatı bulamamış okuyucular için harika bilgiler içeriyor açıkçası.
Yuval Noah Harari
Yuval Noah Harari
, ilk kısmın ortalarında bana kalırsa kitabın en çarpıcı önermelerinden birini yapıyor: kalabalık insan gruplarının bir arada, düzenli ve uyum içinde yaşamasının temel koşulu, sözlü iletişim sayesinde hayal gücüne dayalı ortak bir mit yaratmaktır. “Sadece Homo sapiens’in var olmayan şeyler hakkında konuşabildiği iddiası herkesçe kabul edilebilecek bir önerme. Bir maymunu, ölümden sonra gideceği maymun cennetindeki sınırsız muzla kandırarak elindeki muzu vermeye asla ikna edemezsiniz.” (s.39) Devamında bilişsel devrimin belki de en büyük devrimi olan “kurgu”yu icat eden Sapiens’in buna neden ihtiyaç duyduğu ve bunun nelere sebep olduğu detaylı bir şekilde aktarılıyor. Özellikle doğumundan itibaren, İslam kültürüyle yetişmiş bir neslin parçası olan ve ders kitaplarında evrime dair herhangi bir kalıntı dahi bulunmayan biz gençler için kitabın bu ilgili kısımları kavramanın, olayı farklı bir pencereden görmek ve okuyucuya farklı bir bakış açısı kazandırması açısından gayet faydalı olduğu kanısındayım. İkinci kısımda ise Tarım Devrimi, yazar tarafından tarihin en büyük aldatmacısı olarak ele alınıyor. Bu bölümde genel hatlarıyla yazarın amacı, ortak kanının aksine Tarım Devrimi’nin insanları daha müreffeh ve daha sağlıklı bir toplum yaptığı algısını, verdiği örneklerle birlikte ortadan kaldırmaya yönelik olmuş. Verdiği örneklere bakacak olursak, ortalama bir avcı toplayıcının ortalama bir tarım devrimi köylüsünden çok daha sağlıklı, dinamik ve özgür olduğunu söylememek imkânsız olacaktır. “Tarım Devrimi insanlığın elindeki toplam gıda miktarını kesin olarak artırdı ancak daha iyi bir beslenme veya daha çok keyifli zaman yaratmadı. Daha ziyade nüfus patlamasına yol açarak şımarık seçkinler yarattı.” (s. 91) Buradan açık bir şekilde görüyoruz ki, daha iyi bir yaşam arayışı düşüncesiyle yola çıkan insanlar, hiçbir şekilde avcı toplayıcılardan daha mutlu olamadılar. Ne yazık ki bunun gibi bütün büyük devrimlerden sonra nüfusu ve sorumluluğu daha da artan insanoğlu, kendisini geri dönülemez bir döngü ve sistemin içinde buldu, tarım devrimi bir tuzaktı ancak iş işten geçmişti artık. Bölümün sonlarına gelirken yazar her seferinde “daha mutlu değilsek bunca çaba ne diye?” sorusunu sorduruyor okuyucuya. Ayrıca yazar, günümüz dünyasının hâlâ tartışma konularından biri olan ataerkil toplum düzeninin, tarım devrimiyle paralel olarak ne şekilde ortaya çıktığını akıcı ve sade bir biçimde aktarmaya çalışıyor. Yazar, kitabın üçüncü bölümüne geldiğinde “kültür” kavramına genişçe bir yer ayırıyor ve kültürü yapay içgüdüler ağı olarak tanımlıyor. Bu kısmın başlıca konu başlıkları: kültür, para, imparatorluklar ve din olarak gerek birbirinden ayrı gerekse de müttehit şekilde anlatılıyor. Örneğin, imparatorluklar kısmında bu yapıların günümüz ulus devletlerini nasıl şekillendirdiğini, birden çok etnik yapıyı uzun süreler boyunca nasıl bünyesinde barındırabildiğini, zarar ve yararları çok yönlü olarak ele alınıyor. Bu başlık altında dikkatimi çeken diğer bir bölüm de, günümüz birleşik dünyasının temellerini nasıl atıldığıyla alakalı olan kısım oldu. “Hikâye tarihteki en büyük fatihle başlıyor, bu fatih olağanüstü hoşgörülü ve uyumlu, dolayısıyla insanları ateşli taraftarlara çeviriyor; bu fatihin adı para. Aynı tanrıya inanmayan veya aynı krala itaat etmeyen insanlar seve seve aynı parayı kullanıyorlar. Amerikan kültüründen, Amerikan dininden ve Amerikan siyasetinden nefret eden Usame Bin Ladin, Amerikan dolarlarına bayılıyordu. Peki tanrıların ve kralların başaramadığını para nasıl başardı?” (s. 177) Harari, paranın ortaya çıkışını, küresel topluma geçişin en önemli yapıtaşlarından biri haline gelişini ve herkesin kabul ettiği bir değişim aracı olarak nasıl katalizör rolü oynadığını, tarihî olaylar üzerinden örneklendirerek gözler önüne seriyor üçüncü kısımda. İlerleyen bölümlerde de din tanımı yapılarak tek tanrıcılık, çok tanrıcılık, düalizm ve semavi dinler kavramları irdelenerek birbiri arasındaki benzerlik ve farklılıklar ortaya konuluyor. Yazar bununla yetinmeyip, bazı modern ideolojileri de (Liberalizm, komünizm, milliyetçilik vb.) din çatısı altında değerlendirerek, olaya farklı bir perspektiften bakmamızı ve biz okuyucuları farklı yollardan düşünmeye iterek, belli düşünce kalıplarının dışına çıkmamıza olanak sağlıyor. “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir.” -Socrates Kitabın son bölümü olan Bilimsel Devrim ise açıkçası en keyif aldığım kısım oldu diyebilirim. 16. yy.da başlayan devrimde, insan hâkimiyetinin en büyük yükselişine tanık oluyoruz. Dahası ve en önemlisi “cehalet”i keşfederek o andan itibaren cahilliğimizi kabul ediyoruz. “Modern bilim ‘bilmiyoruz’ anlamına gelen Latince öğüde dayanır ve hiçbir şeyi bilmediğimizi varsayar. Hiçbir kavram, fikir veya teori kutsal ve eleştiriden muaf değildir.” (s. 253) Kitapta bariz şekilde olmasa da gözüme çarpan bir nokta da, diğer birçok din birkaç noktada karşılaştırmaya ve dolaylı da olsa eleştiriye tâbi olurken Eski Ahit (İslam inancına göre Tevrat olarak da kabul edilir) ve Yahudilik genellikle konunun görece dışında tutuluyor. Bu da kitabın başlangıcında korunmaya çalışılan objektif bakış açısını (sonlara doğru bir hayli subjektife dönüşüyor çünkü) zedeleyen bir durum oluyor açıkçası. Neden Avrupa? Bu soru, yüzyıllar boyunca Osmanlı ya da Çin İmparatorluğu’ndaki yüksek rütbeli insanlardan, yakın geçmiş tarihçilerine kadar birçok insanın aklında merak uyandıran bir soru olarak yer etmiştir. Avrupa’yı çağdaşı olan imparatorluklardan ayıran, onları tarih sahnesinde bu denli öne çıkaran faktörler nelerdi? Coğrafi keşiflerin başladığı dönemde teknolojik olarak neredeyse aynı konumda bulunmamıza rağmen neden Osmanlı değil de Avrupa, sonu gelmez keşiflerine hız kesmeden devam edip 16. yüzyıl ve sonrasında kıtalar arası tek süper güç haline geldi? Harari, bu ve daha fazla soruya adeta işin kökeninden başlayıp verdiği çarpıcı örneklerle “neden”i gayet iyi bir şekilde kavramımızı sağlıyor. Yazar daha sonra kapitalizm kavramını ve kökenlerini irdeleyerek başlıyor. Ardından, Adam Smith’in (kapitalizm ve ekonominin babası olarak görülen, Ulusların Zenginliği adlı kitabın yazarı İskoç ekonomist) “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” temelli serbest piyasa görüşünün kâğıt üzerinde iyi durduğunu fakat devlet tarafından kontrol edilmeyen bir ekonominin açgözlü kapitalistler tarafından pervasızca monopol piyasaya dönüşümünün işten bile olmadığını ileri sürerek, bu noktada piyasanın tamamıyla serbestliğine karşı olumsuz bir tutum sergiliyor. Bölümün sonlarına doğru, genel hatlarıyla kapitalizmin gidişatının olumlu olduğu ve artık onsuz yaşamayacağımız gibi tartışmalı çıkarımlarda bulunuyor. “Kapitalizm”, “bırakınız yapsınlar”, “serbest piyasa” gibi kavramlara vakıf olmayan okurlar için, 21. yy. dünyasına halihazırda egemen olan bu ekonomik sistemin anahtar kelimelerini ana hatlarıyla öğrenmenin, konu hakkında temel bir bakış açısı kazandırması açısından gayet yararlı olacağını da belirtmek istiyorum. Kitap kapanışında ise Homo sapiens’in geleceğine dair öngörülerde bulunurken, bir yandan da okuru, “Homo sapiens’in sonu mu geliyor? Gelecekte kendimizden daha üstün bir ırk yaratabilir miyiz? Yaratırsak ve bu ırk bize, geçmişte bizim Neandertallere baktığımız pencereden bakarsa olası yeni bir felaketin başlangıcına tanık olur muyuz?” gibi kompleks ve bir o kadar da bazı insanlarca düşünülmeye dahi çekinilen birtakım soru-cevap yağmuruna tutuyor. Not: Temel hatlarıyla bir şeyler karalarım diye başlamış olduğum bu yazıyı biraz uzun tuttuğumun farkındayım, ancak bu yazdıklarım buzdağının görünen kısmı. Elimden geldiğince spoiler vermeden önemli bulduğum yerlere değinmeye çalıştım. Bu kitabı neden okumalı kısmına gelirsek: kitap, sizin hali hazırda bildiğiniz veya yeni öğreneceğiniz bilgileri, geniş bir bakış açısıyla sunarak farklı düşünme metotlarına aşina olmanıza katkıda bulunuyor. Yer yer kendinizi “hiç bu şekilde düşünmemiştim” derken bulabilirsiniz. Kitabı yalın bir biçimde “tarih” kitabı olarak tanımlamak yanlış olacaktır fakat konunun merakları için, harika bir tarih yolculuğu vadediyor. İncelemeyi, kitabın genel temasına uygun olduğunu düşündüğüm ve girişte de kullanmış olduğum The Matrix filmden bir replikle sonlandırmak istiyorum. Şimdiden keyifli okumalar. “Every mammal on this planet instinctively develops a natural equilibrium with the surrounding environment but you humans do not. You move to an area and you multiply and multiply until every natural resource is consumed and the only way you can survive is to spread to another area. There is another organism on this planet that follows the same pattern. Do you know what it is? A virus. Human beings are a disease, a cancer of this planet. You're a plague and we are the cure. “Bu gezegendeki her memeli çevresiyle uyum içinde yaşıyor fakat siz insanlar öyle değil. Sizler bir yere gidiyor ve durmaksızın çoğalıp doğal kaynakları kurutuyorsunuz. Hayatta kalmanızın tek yolu başka bir alana yayılmak. Gezegende bunu yapan bir organizma daha var: Virüsler...İşte bu yüzden insanoğlu bir hastalıktır, bu gezegenin kanseridir. Sizler birer vebasınız ve biz de bunun çaresiyiz."
Hayvanlardan Tanrılara: Sapiens
Hayvanlardan Tanrılara: SapiensYuval Noah Harari · Kolektif Kitap · 201936.7k okunma
·
6.1k views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.