Gönderi

Allah'ı Zikir (tekrar tekrar okunası)
"Allah Rahman ve Rahimdir," dedim. Allah'ın ihsanını beyazlık suretinde ve beyaz incilerden oluşmuş bir varlık biçiminde tasavvur ettim. Gözümü ihsanın özüne diktim. Ruhum onda huzur*bulmaya başladı ve ona sarıldı; "Ne güzel bir şey bu ihsan; çünkü her kolaylığı buluyorum onda!" Her acının ilacını, her derdin dermanını buldum. Kayar gibi yürüdüm onda ve hiçbir bezginlik belirtisi göstermedim. Gözlerimi merhamete ve lütfün özüne diktim. Kalbi ısıtacak her şeyi, bütün tatlıları, bütün sevgileri buldum onda. Ona ne kadar daldıysam, o kadar mutlu oldum ve lütfun özünü o kadar sevimli buldum. İhsan odur ki siz düşmüşsünüz de soylu, bilgili bir adam gelip size derman olmaktadır. Veya, darda ve umutsuzluk içindesiniz. Hayır sahibi ve kol kanat geren birine gidiyorsunuz, o durumunuza çare buluyor. Lütuf sahibi o kimsedir ki, darda kalmışı arar, işini bitireyim diye onu ister istemez kendisine çeker. Onu belalardan korur, ve asla yanından ayırmak istemez. Ona mahrem olmaya devam eder. Şimdi, "Allah büyük," diyorum. Güzelliğe bakınca, "Allah büyük," diyorum. Herhangi bir güce balonca, "Allah büyük," diyorum. Herhangi bir bilgiye bakınca, "Allah büyük," diyorum. Allah'ı zikre dalmayı ve Allah'ın muradını gözetiyorum; çünkü Allah'ın muradı her şeyden hayırlıdır. Dil kalbe anahtardır. Dil Allah'ı zikirde ne kadar kıpırdarsa, kalp o kadar açılır ve değerli şeyler ortaya çıkar onda. Öyle ki Allah'ı zikir âdeta Sevgiliden haber getiren bir sabâ rüzgarıdır. Bu rüzgar ölü bededenin toprağını meyve ve çiçek bahçeleriyle doldurarak tatlandırır. Bedenin her evinin kapısının önünden sular akar, ve her bir parça ve organ çimenliğine çiçekler boşaltır. Akıllı, tecrübeli bir adam tıka basa doymuş ve Allah'ı zikirden bitkin düşüp mecalsiz kalmış olabilir. O, bu şaşılacak şeyleri görünce, ve bu acayip şey ona görününce, âzâlari depreşir ve canlanır ve Allah'ı zikre koyulurlar. Âzâlarina zarar veren, sonra onları canlandıran şaşılacak bir hayattı sanki o. Ya da toprağının uyuyan parçalarını hayata döndüren İsrafil'in sûrunun o acayip üflenmesiydi. Bunun anlamı, Allah'ın solmuş parçaları nasıl dirilttiği ve onları mutluluk cennetine soktuğunun ima yollu bir açıklanmasıdır. Andolsun Dağ'a! [Tur 52:1]. Başka bir ifade ile, Sina Dağı'nın özü aşkın bilincine varınca, o paramparça oldu. Eğer senin iç özün de açık seçik bir şekilde görürse, bilinçlenir ve alır başını gider ve bunu çok neşeli bir şey olarak görür. imdi, Allah'ı öyle çok zikret ki Allah'ı göresin. Tıpkı Dağ'dan perdenin kaldırıldığı gibi, senin perdelerin de Allah'ı zikirle yırtıldığı zaman, göreceksin" Okur, Bahâ Veled'in Allah'ın adını ne kadar çok kullandığına dikkat etmiştir. Normal Farsça kullanımın tersine, o Farsça Hudâ yerine Arapça Allah sözcüğünü kullanmaktadır. Belki de o düşünce ve ru'yetleri Allah'ın ismini hatırlama bağlamında gerçekleştiği için böyle yapmaktadır. Kitabın, yukarıdaki gibi bazı pasajları bu duruma özellikle açıklık kazandırmaktadır, ki bu kısım 98 inci Bölümün tamamını oluşturur. Pasaj iki ilahi isim, yani Rahman ve Rahîm üzerine bir tefekkür olarak başlar; öyle ki bu isimlerin her ikisi de rahmet sözcüğünden gelmektedir. Bahâ Veled bu iki sözcüğü Farsça'ya Bahşeden (bahşâyende) ve Şefkatli (mihribân) şeklinde çevirir. Sonra "Allah büyük" (Allahu ekber) ibaresine döner, ve Allah'ın adını zikretme üzerinde odaklanır.
Sayfa 216 - Ma'arif, Baha VeledKitabı okudu
·
93 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.