Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

141 syf.
·
Puan vermedi
Aşağıda yazanlar direkt Resul'ün incelemesi değildir, Gizli Emir'i (Melih Cevdet Anday) yarılamışken tesadüfen gözüme çarpan yazıdan, Türk Edebiyatının üç romanı için edindiğim güzel bilgilerdir. "Darbe denilen feci olayı edebiyatta anlatmanın iki temel yolu var sanırım: birincisi darbe yapan ‘düzeneği’ kişiselleştirmeden, soğuk bir mekanizmayı anlatır gibi, dışardan anlatmak, ikincisi ise darbeyi son derece şahsi bir yerden, içerden, soğuk değil, yakıcı bir mekanizma gibi anlatmak. Birinci yöntemde anlatılanlar dünyadaki darbelerin ortak yanlarını çıkardığı için neredeyse ‘evrensel’ bir nitelik kazanırlar. Bir ‘darbe mantığı’ şeması çıkarırlar. Ve bunu edebî dili bozmadan, mesafeli bir üslupla yaparlar. İkinci yöntemle aktarılan romanlarda ise darbe denilen şeyin açtığı kişiye özgü yaralar daha kişisel, daha yerel bir tonla, gerektiğinde dil de bozularak, dilin kendisi de felakete uğratılarak anlatılır. Anday’ın romanı tabii ki ilk kategoriye giriyor. Türkçe edebiyatta darbeyi ve olağanüstü hali en iyi anlatan fikir romanlarından biri olan Gece’de görülen o özne ve dil dağılmasını Anday’da görmüyoruz. Benzer bir korku atmosferini anlatmasına rağmen olanları, Karasu’nun aksine, üçüncü tekille, dışarıdan bir gözle anlatan Anday, dilin ve anlatının kendisini parçalamak yerine, gayet düzenli bir anlatı kurarak vaziyeti betimliyor. Soğukkanlı bir betimleme. Okurun konumu da soğukkanlı bir gözlemcinin konumu oluyor böylece. Bu da bir bakıma, iyi bir etki. Böylece, bu yazıda olduğu gibi, şemaya dair bazı soğukkanlı gözlemler mümkün olabiliyor. Uygulamalı bir düşünce metni gibi. Yine birinci tekilde yazılmış sarsıcı bir darbe romanı olan Hüseyin Kıran’ın Resul’ünde de parçalanmış bir dil ve ses var; o felaket ve işkence halini edebi bir felaketle anlatıyor Resul. Anday’ın metninde de fiziksel olarak işkence görmüş karakterler var ama bu kişilerin deneyimleri de dışarıdan bir gözlem olarak anlatılıyor, Resul’de ise dış göz diye bir şey yok; parçalanmış öznenin bedensel acısı dile yansıyor. Gerçi romanda iktidar odakları için “Aygıt” ya da “Daire” gibi daha mesafeli ifadeler kullanılıyor, tıpkı AYOT gibi ama burada o ‘aygıt’la kurulan ilişki, aslında, eleştirel bir mesafeyi yok edecek kadar güçlü bir hemhâl olma ilişkisi. Aslında hemhâl olmak da değil, bir yok- olma, yaşanan felaket karşısında bir namevcut özneye dönüşme hâli. Resul kendini o aygıt (işkence aygıtı) karşısında bir yok- varlık olarak tanımlıyor ve işkence denilen şeyin özneyi ve benlik duygusunu nasıl silebildiğini gösteriyor. Resul kendi sesine, varlığına ve benlik duygusuna kavuşabilmek için çırpınıyor, bir fırına benzettiği işkence odasında şöyle diyor: “Ben Resul üstüme kapatılan kapıyı tekmeliyor ve gemi lombozu gibi yuvarlak, her şeyi mikrop gibi gösteren ısı camından ses! ses! sesleniyordum.” Bu ‘Ben Resul’ vurgusu bir varlığı yeniden kurma çabası. Ama o aygıtın gücü ve vahşi ısrarı karşısında bir süre sonra Resul herhangi bir çıkış olamayacağını kabulleniyor: “Bu anlamı olmayan felaketten kurtuluş olmadığını kabullendi ve olduğu yere diz çöktü.” Olağan kurtuluş ve direniş ihtimalleri bittiğinde ve bedensel acıdan kurtuluş kalmadığında, Resul bedeni terk etmeye ve bir ‘düşünce yaratığı’ olmaya çalışıyor. Kendine “düşünsel tuğlalardan” bir barınak yapıyor: “Kendimi çepeçevre sarmalamalı, içeri sızılabilecek tek bir oyuk, delik… çatlak bile bırakmamalıydım… Kendime bir tür barınak yapacaktım.” Sonrasında, işkenceden kurtulduğunda ve dış dünyaya çıktığında da Resul o işkencenin izlerini bünyesinde taşıyor ve bu sefer çareyi iyice ‘ucubeleşmekte’ buluyor. Madem ki felaket insanî ölçütleri ortadan kaldırmıştır, Resul de gayri- insanî bir varlığa, insan- köpek karışımı bir varlığa dönüşerek bir tehdit gibi dolaşacaktır ortada. Kendi yaşadığı felaketi insanlara da hissettirecektir, bir felaket vesikası gibi. Hüseyin Kıran böylece yaşanan felaketi okurun da ‘tecrübe etmesini’ sağlıyor, felaketin kelimelerde ve dağılan roman yapısında hissedilmesini sağlıyor. Anday ise yaşanan olağanüstü hal ile anlatısı arasına bir mesafe koyuyor, düşünsel bir mesafe. Böylece fikri yoğunlaşmaya ve referans noktası oluşturmaya uygun, soğukkanlı bir anlatı sunuyor. Belki de bu hem gerçek hem de metaforik anlamda sıcak ve feci günlerde böyle mesafeli bir anlatı okumak daha iyileştirici ve zihin açıcı olabilir, kim bilir."
Resul
ResulHüseyin Kıran · Sel Yayıncılık · 201793 okunma
·
287 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.