"Siz Unutursanız, Beden Hatırlatır."Daha önce Nihan Kaya'nın 'İyi Aile Yoktur' kitaplarında sıkça bahsettiği yazarlardan biriydi Alice Miller. Bu nedenle Beden Asla Yalan Söylemez kitabını okuma listeme aldım ve okudum. Yazar, biz anlamasak da neye ihtiyaç duyduğumuzu, neyi inkar ettiğimizi, neyin bizimle ters düştüğünü, neye alerjimiz olduğunu bedenlerimizin bileceğini söylüyor. Çocukken susturulan yetişkinler yardımı, kendi hakikatlerini arama yolunu kapatan ilaçlarda, alkolde ya da uyuşturucularda ararlar. Peki neden diye soruyor, Alice Miller. Cevabını ve aslında neye ihtiyacımız olduğunu gelin birlikte öğrenelim.
« Hastalıklar, genellikle bedenin, hayati işlevlerinin sürekli görmezden gelinmesine gösterdiği tepkilerdir. »(s.15)
Beden Asla Yalan Söylemez; Yahudiliğe göre Sina Dağı'nda Musa'ya vahyedilmiş, İbrani Tanrısının İsrailoğulları'na emrettiği 'On Emir'den biri olan '4. emre' vurgu yaparak bu durumun; bizim gerçek duygularımızı kabul etmemizi nasıl sürekli engellediğini ve bu fedakarlığın bedelini çeşitli fiziksel hastalıklarla nasıl ödediğimizi -pek çok ünlü yazarın hayat hikayesinden- örnekler vererek anlatıyor.
★ Dördüncü Emri;
« Uzun yaşamak istiyorsanız, onlar bunu haketmese de, anne babanıza hürmet
etmeniz gerekir; aksi halde erken ölürsünüz.» (s.21) şeklinde yorumlayan Alice Miller; bu durumun gerçek duygularımızı kabul etmemizi sürekli engellediğini ve bu fedakarlığın bedelini çeşitli fiziksel hastalıklar ile ödediğimizi savunuyor. Yazar, kendinden örnek vererek bu kurama boyun eğmeye çalışmanın - kendinden imkansızı talep ettiği için - sonucunun her zaman stres altında yaşamak olduğunu söylüyor. Ne zaman sevgiyi talep etmeyi bırakır ve dayatılan ahlaki emirlere boyun eğmeye son verirsek kendimizi özgür hissederiz, olumsuz duygular da dahil duygularımıza açık oluruz ve gerçek sevgi hissinin kendiliğinden ortaya çıktığını görürüz.
★ Dostoyevski, Çehov, Kafka, Nietzsche, Virginia Woolf, Arthur Rimbaud, James Joyce, Marcel Proust, Yukio Mişima ★
Daha sonra Alice Miller, ebeveyn dehşeti ve trajik etkileri üzerinde duruyor. 'Zehirli pedagoji'ye maruz kalmış, bastırdıkları öfke ve gazap duygularını başkalarına değil de, kendilerine yönelten yazarların, trajik yaşam öykülerini inceleyerek, anne-babalarının ellerinden çekmelerine rağmen hayatlarının geri kalanını kin beslemeden yaşamalarının aslında kendi hayatlarını nasıl kısalttığı trajedisini anlatıyor. Anne ve babalarıyla yüzleşmeyi göze alamamışlar, hayatlarını anne ve babaları için feda ettiklerini hiçbir zaman görememişlerdir. Hakikati, ürettikleri edebiyat ve sanat yapıtlarında ortaya koymuşlar ama hepsi bunu kendi hayatlarından ayrı tutmuşlar ve bu ayrılığın bedelini ise hastalıklarla ödemişlerdir.
Kitabın son bölümünde benzer sorunları yaşayan, anoreksiya hastası, on altı yaşındaki Anita Fink'in 1997 yılında yazdığı günlüğünden bazı kısımları paylaşan Alice Miller, Anita'yı hastalığa götüren ruhsal sebepleri ortaya koyar. Hastalığının asıl sebebi, Anita'nın doyurulmayan iletişim ihtiyacı, anne-babası ve erkek arkadaşıyla kurduğu samimi temasın eksikliğidir. Anita doğru bir terapistin yardımı ile kendi duygularını anlamayı, yaşamayı başarır ve onları ifade etme cesaretini bulur. Artık kendi ihtiyaçlarını bedeninin ona hatırlatmasına ihtiyacı yoktu, kendini aç bırakmasına gerek yoktu çünkü hayatının tekrar yaşanmaya değer olduğunu öğrenmişti.
Eğer siz de ebeveynler ile ilgili yaşadığınız sorunlarınıza bazı cevaplar arıyorsanız, geçmişin yaralarını sarmaya, iyileştirmeye çalışıyorsanız bu kitabın sizin yanınızda olduğunu söyleyebilirim. Çünkü çocukken maruz kaldığımız istismarların, kötü yetiştirilmiş olmanın etkileri bir yetişkin olduğumuzda peşimizi bırakmaz; başa çıkamadıklarımızın, biriktirdiklerimizin izi bedenlerimizde kalır. Gerçek duygularımızı bastırmak, anksiyete ve depresyon gibi kaçınılmaz sonlara bizi götürürken; migren, anksiyete, anoreksiya, obezite, ... gibi şikayetlerle fizyolojik sorunlar olarak da kendini gösterebilir.
Kısacası yazarın da dediği gibi üzerini örttüğümüz her şeyin altında kalırız. Bu nedenle kendimizle yüzleşmemiz, olumlu ya da olumsuz olsun duygularımızı inkar etmememiz, bastırmamamız gerekiyor. Aksine duygularımız kucaklamayı öğrenmeliyiz. Beden Asla Yalan Söylemez'i kendi hakikatine, gerçekçi bir pencereden bakmak isteyen herkese öneriyorum.
« Bu kitap ilk başta bazılarını sarsabilir. Ancak kendilerini anlamak isteyen pek çok kişi, bu kitabı anlayacaktır. İnsanlar bildikleri konusunda yalnız olmadıklarının farkına vardıkça ve daha da önemlisi çocukluklarındaki tehlikelere açık olmadıklarını gördükçe şok etkisi de azalacaktır. » (s.122)