Gönderi

160 syf.
9/10 puan verdi
·
4 günde okudu
Zülfü Livaneli'nin Serenad'dan sonra bitirdiğim ikinci eseri, Huzursuzluk.2016 yılında yayınlanan kitap Livaneli'nin son eseridir ve yürek burkan bir hikaye ile okuru Ortadoğu gerçeğiyle yüzleştiren bir kitaptır. Kitabı okurken Başından sonuna kadar bu huzursuzluğu hissediyorsunuz. Sanki kitaba başladığım andan itibaren diken üstünde gibi hissettim kendimi. Hikaye akıcı ancak bazı noktaların altı ne yazık ki boş kalmış fakat insanı rahatsız etmiyor bu boş kalmışlık. Zülfü Livaneli yaşadığımız toprakların acısını, hikayesini iyi biliyor. Aslında yerli yazarların okura dokunan en önemli noktası da bu olsa gerek. Ülkemizin de içinde bulunduğu Ortadoğu’nun her olayda, her seferinde yaşadığı hazin sonu anlatmış Livaneli Huzursuzluk kitabında. Kitabın çıktığı dönem en çok okunan kitaplar ve en çok satan kitaplar arasına girmesinin nedeni de bu fikrimce. Yazarın dili sade üslubu temiz fakat hikayenin karmaşasıyla yorucu bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Bu tür dramatik olarak adlandırabileceğimiz kitaplarda sevmediğim tek nokta yazarın durumu ajite etmesidir ki Livaneli de bu dürtüye yenilmiş yazarlardan.Toplum olarak kendi acılarımızdan beslenmeyi sevdiğimizdendir belki uzun süre Türkiye’de popüler kitaplar arasında kalmasının açıklaması. Tam da yeri gelmişken paylaşmadan edemeyeceğim bir bölüm var kitapta. Yazarın tespitinin çarpıcılığı insanı büyülüyor. Kitabımızdan daha detaylı bahsetmek gerekirse; “Ben bir insandım!” Bir insan neden öleceği sırada “ben bir insandım” der? Nedendir bu geçmiş zaman? Yahut yaşarken söyleseydi bunu ne değişirdi? Bir insanı bunu söylemeye iten ne olabilir? Romanları 40 dilde yayımlanan Ömer Zülfü Livaneli, 1946 yılında doğmuş, Ankara Maarif Koleji’nde okumuş, felsefe ve müzik eğitimi almıştır. 1972 yılında fikirlerinden dolayı askeri cezaevinde yatmış ve 11 yıl sürgünde yaşamıştır. Evet hani şu bildiğimiz Zülfü Livaneli: Karlı kayın ormanında yürüyorum geceleyin/ Efkarlıyım, efkarlıyım elini ver nerde elin/ Memleket mi yıldızlar mı gençliğim mi daha uzak/ Kayınların arasında bir pencere sarı sıcak… diye o sesiyle inleten Livaneli… “Bir şafaktan bir şafağa/ bir akşamdan bir akşama/ merhaba demeden daha/ bu gitmeler gitmek değil” diye ruhları sürgün eden Livaneli… Birçok ülkede kitaplarıyla ödül alan, besteleri sınırları aşan, bir dönem UNESCO tarafından büyükelçi olarak görevlendirilen, 2002-2006 yıllarında TBMM’de milletvekilliği yapan çok yönlü bir insan. Peki bu çok yönlü sanatkarımız ne anlatmış kitabında? “Harese nedir, bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Bildiğin o hırs, haris, ihtiras, muhteriz sözleri buradan türemiştir. Harese şudur evladım: develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdiği bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu, devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir. Demin de söyledim, hırs, ihtiras, haris gibi kelimeler buradan gelir. Bütün Ortadoğu’nun adeti budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.” Evet kitabın asıl bunu anlatmıştır ama nasıl? Mardin’den çıkan bir gazeteci çocukluk arkadaşının ABD’de öldürülmesiyle memleketine döner ve haberin peşine düşer. Bir süre sonra olay gazete haberi olmaktan çıkıp gazetecimizin hayatı olur. Arkadaşının gittiği yolları öğrenmek isterken; o yolları benimser ve kendini aramaya başlar o yollarda. Kitap aslında bize, ülke gündemimize hiç de yabancı olmayan bir konuyu ele almıştır. Günümüze bir eleştiri olarak kabul edilebilir. Suriyeli mülteciler, IŞİD, Ezidi inancı, Angelina Jolie’nin ülkemizdeki mültecileri ziyareti, toplumun bunlara bakış açısı… İncir Kuşları’nı okumuştum yıllar önce Sinan Akyüz’e ait mükemmel bir kitaptı o da. Onu anımsattı bana. Konular benzer: zulüm gören insanlar… Tarihin hangi döneminde olursak olalım bazı acılar hiç geçmiyor, farklı milletlerin başına gelse de hep tekerrür halinde. İsminden de anlaşılacağı gibi aslında yüzünüzde gülücükler açarak okuyabileceğiniz bir kitap değil. İnsanlığı sorgulatacak, “nereye gidiyoruz ?” dedirtecek, yaşananları ve yaşayanların neler hissettiğini daha iyi anlamamızı sağlayacak , aynı zamanda Mardin’i daha yakından tanımamızı sağlayacak bir kitap. Artık okuyup detayları öğrenmek de size kalmış. Son olarak beni vuran cümlelerden biriyle veda edeceğim size… “Beni alıp tekrar karnına soksan bile koruyamazsın artık anne!” Kitabı Okurken, Hüseyin’in, Meleknaz’ın Zilan’ın ve daha nicelerinin hikayesine tanık oluyorsunuz. Her biri yürek dağlayan hikayeler olsa da Livaneli, her zaman ki dingin ve uysal anlatımıyla bir sayfadan diğerine geçiriyor bizi. Derken merhametin ne olduğunu yeniden sorgulamaya başlıyorsunuz. İşte tam da bu noktada zihinlere yerleşmiş tanımları yerle bir ediyor, yazar.… Doğunun haresesi ve görmezden gelinen gerçekleri ile yüzleşirken merhametin en sert ve huzursuz eden yüzü ile karşılaşıyorsunuz. Uslubunu asla bozmadan yapıyor bunu Livaneli, Kitabı bitirip kapattığınızda içinizde Meleknaz’la bir kez olsun karşılaşabilme ve o çekik kara gözlerine bakma isteği uyanıyor. 160Yazar Hakkında1946 Konya doğumlu olan Türk politikacı yazar müzisyen ve yönetmen. Kardeşimin hikayesi serenad huzursuzluk mutluluk leylanın evi. Huzursuzluk Kitap Özeti Huzursuzluk kitabında Zülfü Livaneli okuru sevda ile acının iç içe geçtiği bir Ortadoğu gerçeği ile buluşturmakta.
Huzursuzluk
HuzursuzlukZülfü Livaneli · Doğan Kitap · 2017100bin okunma
··
472 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.