Hukukçu Armand Duval ile kamelyalarla süslenmiş Marguerite Gautier adındaki yosma bir kadının yürekleri titreten, ruhlarımızı 19. yy’ın Paris’inde gezintiye çıkaran eşsiz bir aşk hikayesi… Alexandre Dumas Fils sâyesinde. Sâye, Fars dilinde gölge demektir. Bu kitabı yazan ise Alexandre’ın gölgesine yaşamış olan gayrimeşru oğludur. Annesinin ve annesinin yolundan ilerleyen tüm kadınlar adına bu kitabı yazmaktan çekinmemiş.
Kitabın dili sade, yazılanların “anlamları” karmaşık ve de ağır.
Ötekileştirilmiş, öteye atıverilmiş her insanın acısını yaşıyorum en derinden. “Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkalarının acısını duyabiliyorsan, insansın.” der Tolstoy.
Bir fahişenin acısını duyumsadınız mı hiç?
Bu öyle bir dünyadır ki, bataklıktan ibarettir.
Çamura bulanmış bir insana tiksinti duymaktan başka neler yapışılmış ki?
Marguerite, hayata tutunmaya çalışan biri, herkes gibi.
Hayata ne şekilde tutunmaya çalışıldığı önemli değildir, mühim olan hayatın tüm darbelerine rağmen hayat ile mücadelede olmaktır. Bazısı mağlup olur, bazısı mahçup. Bunlar, ötekileştirilmiş insanlardır.
Marguerite gibi fahişe kimseler, öncüleridir ötekileştirilmiş insanların.
Armand, Marguerite için dönüm ve dönüşüm noktasıdır. “Aşk insanı ne kadar iyileştiriyor?” sorusu soruluyor kitapta. Marguerite ve Armand’ın özeti gibi. Aşk, ruhları iyileştirir, zihinleri pembe sislerle süsler. Aşk, Marguerite için büyük anlam taşıyor. Armand ile aralarında geçen aşkla ruhunu temizleme gayretine girecek kadar. Zihin girdaptır aslında. Elbette bir gün pembe sisleri de yutar ve karanlık sislerle boğar kişiyi.
Aşk, tesiri güçlü olan tek iksir. İçiversin biri, ulaşsın cennetine. Süzülsün hayali göklerde ve erişsin mutluluğun en yüksek katmanına.
Armand ve Marguerite yükseldiler semaya.
“Öptüm dudaklarını. Dudaklarını mı, bulut aklığını mı?” diyor Şükrü Erbaş. Semalarda yaşayan armand ve Marguerite için.
Armand ise bunu tekrarlıyor Marguerite için.
Şükrü Erbaş, her şeyin dili…
“Genelev Mektupları” şiirini ekleyeceğim incelememe, Marguerite için.
“Tenime yabancılaştım, etime
Acıma sevincime insan yanıma
Kendime yabancılaştım.”
“İğneucu acıları göz bebeklerimde
Taşısam taşısam da
Yüzümde bir erkek yüzü taşımasam.”
“Uykular benim zehirli sularımdır.
Geçip giden onca erkek
Onca erkek tüm yükünü
Üstüme yıkmış gibi
Gövdem tonlarca ağırlığında
Bir batık gemi;
Sularım dipsiz, denizim kıyısız
Yatarım bir ten çölüdür yatağım
En yorgun gecelerim bile uykusuz
Uykular benim en rezil korkularımdır”
“Babam karanlık bir adamdı
Korkularla besledi bizi
Annem zayıf mı zayıf
Sevgisini göstermeye korkardı.”
“Ne olmadık düşler kurdum.
İnce içlenmelere her akşam
Dalgın baktığım camlardan
Biz gizli mutluluk sızardı
Işık yerine..
Çocukluğum olmadı benim
Gençliğim olmadı.”
Kitaptan bir alıntı:
“Mademki Tanrı bir günahkârın tövbesiyle, hiç günah işlememiş yüz adilin sevabından daha fazla hoşnut oluyor, Tanrı’yı memnun etmeye bakalım o halde.
… belki tanrısal bir ümit onları kurtarır…”
Bu şarkıyı her dinlediğimde anımsıyorum Kamelyalı Kadın’ı.
Seks işçisi bir kadına aşık olan adamın cümleleri… toplumun onaylamadığı bir aşk. Marguerite ve Armand hikayesi gibi.
Bir de bu şarkıya denk geldiğinizde hatırlayın Kamelyalı Kadın’ı.
m.youtube.com/watch?v=l5Nz0QX...
Sonra ruhuna kamelyalar armağan edin.
Beyaz kamelyalar.
Kamelyalı KadınAlexandre Dumas (fils) · Ema Kitap · 201617.7k okunma
·
13.7k views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.