Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

132 syf.
·
Puan vermedi
Teknik tabiriyle Hermesçilik Eski Mısır’da Hermes’in ardından kurulmuş olan öğretiye denildiği gibi bu tâlîmin verildiği ezoterik ekollerin çalışma sistemlerine de verilen bir ad olmuştur. Bu öğretinin kalkış noktası hakikatin araştırılmasıdır. Akılları gelişmemiş ya da gelişmeye elverişli olmayan kimseler gerçekleri anlayamaz ve onun yükünü kaldıramazlar. Nefislerini hesaba çekemeyenlerin bazı gerçeklere ulaşabilme şansları yoktur. Nefsanî istek ve tutkulardan sıyrılamayıp kötülüklerden bütünüyle arınamamış olanlar ise gerçekleri elde ederlerse bunları yanlış ve zararlı yönde kullanırlar. Hermesçiliğe göre, kainatın gerçeklerini anlayabilmek için önce erdemli bir ruh sahibi olmak şarttır. Hermesçiliğin temel öğretisine göre madde karanlık ile özdeştir. Işık ise ruhtur ve aydınlık ruhtadır. Yeryüzü hayatı ruhun maddeyle mücâdelesinden oluşan bir imtihan sürecidir. Hakikate erebilmek bu imtihanda başarılı olup olmamaya bağlıdır. Eğer ruh maddeye yenilip imtihanı kaybedecek olursa karanlığa tutsak olacak ve varlığını kaybedecektir. İmtihanı kazanan ruh ise ölümsüzlük ruhuna doğru yükselecektir. İlk kez 1868’de Paris’te yayınlanan eski Mısır metinlerinden Turis papirüsünde kendisine îmâlara rastlanılan Toth Kitabı’nın veya külliyatının on bin veya yirmi bin yıllık bir geçmişi olduğu, Mısır medeniyetinde kutsal sayılan tüm ilimleri içerdiği; Gramer, Mantık, Hitâbet, Aritmetik, Geometri, Müzik ve Astronomi’den teşekkül eden Yedi Serbest İlimi -ki bu yedi sanat daha sonra gelen tüm bilimlerin kaynağını oluşturacaktır- Hermes-Toth’un bulduğu rivâyet edilir. Ancak meşhur İskenderiye kütüphanesinin geçirdiği yangınlar ve tahripler sırasında bu tür eserlerin pek çoğunun zâyi olması da muhtemeldir. Hermes-Toth’a atfedilen yazılı metinler kesin tarihi bilinmeyen ama yaklaşık M.Ö.3000’li yılları olduğu tahmin edilen bir dönemde Grekçeye çevrilip tasnif edilmeye başlanınca günümüze kadar uzanan bir felsefî tarzın temelleri atılmıştı. Zaten birçok felsefe târihçisine göre Grek felsefesi orijinal değildi ve doğunun bilgeliğine dayanmaktaydı. Greklerin katkısı daha çok bu metinlerin nakledilmesinde olmuştu. M.Ö. 1. yüzyılın başı ve M.S. 2.yüzyılın sonu arasında Hermes’in Külliyâtı denen “Corpus Hermeticum”un ortaya çıkışı görülür. M.S. 2. yüzyılda Grek felsefesi bir durgunluk dönemine girmiş ve Grek diyalektiği artık bir yerlere götüremez olmuştu. Platoncular, Stoacılar, Epikürcüler üstadlarının sözlerini tekrarlamaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Fakat bütün bu fikri donukluklara rağmen hakikatin bilgisini elde etmek için ne pahasına olarsa olsun çaba sarfedilmekten de geri kalınmıyordu. Ancak ne var ki formel felsefî eğitimin cevap veremediği sorulara sezgiye dayalı mistik ve majik cevaplar aranıyordu. “Reason” yerine “Nous” daha bir ön plana çıktı. Felsefe bir diyalektik alıştırma olarak değil ilahî olana yaklaşma aracı olarak görülmeye ve zâhidane dinî yaşayışla bir tutulmaya başlandı. Bir üstad ve tilmizi arasında geçen diyaloglardan oluşan Hermetik metinler büyük vecd ile okunuyordu. Platonculukta ve Stoacılıkta kısmen var olan düşünceler Hermesçilik’de bir din veya bir dinî felsefe olarak yaşanıyordu. Yine bu dönemin insanına göre eski olan ilahî olana daha yakın görülmekteydi. Pisagorculuğun yeniden canlanışına şâhit olunmaktaydı. Grek rasyonalizminin başarıları M.Ö.3.yüzyılda Grek ruhuna yabancı doğu dinî düşüncelerinin tehditleriyle sarsıldı. İmparatorlukta doğu dinlerine ve kültürlerine büyük hoşgörü ile bakılmaya başlandı. Özellikle Mısır dinî düşüncesi bunların en başında geliyordu. Mitrayik sırlar ve mister dinleri de en yüce erdemler olarak görülüyordu. İnsan ve kozmozun açıklanmasında M.S.1.yüzyılın düşünürleri doğu Akdenizin rasyonel olmayan bazı doktrinlerine başvurmak zorunda kaldılar. Bu yüzden söz konusu bu dönemde Gnostikler, Yeni-Eflatuncular ve Hermesçileri birbirinden ayırabilmek bir hayli güçleşti. Hermesçiliğin ilmî yönü (İlmî Hermesçilik) daha sonra bazı Grek ekollerinin felsefî düşüncelerinin oluşumuna zemin hazırlarken daha alt düzey Hermesçiliğin (Vulgar, popüler Hermesçilik) içerdiği majik ameliyeler ise insanın kemâle erdirilmesi ve onun insan-üstüleştirilmesi için gerekli olan bazı ritüelleri veriyordu. Dolayısıyla Hermetik Külliyât “Corpus Hermeticum”muhteva olarak içerisinde bir çok eski Mısır dinî motifini, Tevratî, Zerdüştî, Stoacı, Platoncu, Yeni-Platoncu, Pisagorcu ve Gnostik temaları taşımaktadır. Mircae Eliade’ye göre bu metinler toplamı az bir İranî tesirle beraber tamamıyle bir “Mısır-Yahudî (Judeo-Egyptian) senkretizmi örneğiydi. Zaten kahramanlar, mekan ve mitler bu külliyatın Mısırlı bir ürün olduğunu açıkça göstermektedir. Meselâ Külliyat içerisinde yer alan “Asclepius”da Mısırlıların dinî inançlarına ve onların kozmozun güçleriyle majik irtibatlarına oldukça geniş yer verilir. “Poimander”de ise Tevrat’ın “Tekvin” babı ile hayli benzer bir üslupta dünyanın yaratılışından bahsedilir. Diğer metinler ise ruhların felekleri aşarak nasıl ilahî sahaya ulaşmaya çalıştıklarından ve ruhun bu yükselişine engel olan beden ve madde bağlarından nasıl kurtulunacağından bahsederler. Hermetik Külliyattaki öğretiler yer yer düalist Platonizme ve yer yer de panteist Stoisizme yönelir. Yani hem görülmez bir Tanrı âlemde mündemiçtir ve hem de âlem Tanrı’nın doğrudan yaratması değildir. Bousset’e göre Hermetik Külliyat “iyimser” ve “kötümser” olmak üzere iki doktrine sahiptir. İyimser olan monistik ve panteisttir. Buna göre âlem iyidir, güzeldir. Çünkü o Tanrı’yı indimaç eder. Onunla “görülmez Tanrı” kendisini tezahür ettirir. (C.H.8.1/5.2). Bu yüzden âlemin güzelliğini müşâhade ve murâkaba eden kimse ilahilîğe varır. Bir olan Tanrı (C.H.11.11) her şeyi yaratandır. Tanrı’dan ve âlemden sonra insan, üçgenin üçüncü köşesini oluşturur. İnsanın gayesi “semavî şeylere tâzîm ve ibadet ve arzî olan şeylerin tedbir ve tedviridir” (Asclepius, 8). Kötümser doktrinde ise tersine, âlem en temelde kötüdür. “Çünkü âlem hiç bir şekilde birinci Tanrı’nın işi değildir. Zira birinci Tanrı her şeyin fevkindedir ve varlığının sırları içerisinde gizlidir. Dolayısıyla âlemi terk etmeyen, ona sırt çevirmeyen Tanrıya ulaşamaz, dünya kötülüklerden mürekkep (C.H.6.4) olduğundan “ilahîliğe doğmak” (C.H.13.7) için o dünyaya “garib” kalmak şarttır (C.H.13.1). Poimander’deki âlemin ve insanın oluşumu tablosuna bakarsak androjenik en yüce aklın (nous) önce bir Demiurge yarattığını görürüz. Bu Demiurge önce âlemi sonra da semavî insanı (anthropos) yaratır. Bu semavî insan “sevmekle kandığı” aşağı katlara doğru iner ve orada “tabiat” (Physis) ile birleşerek yeryüzü insanını oluşturur. Fakat o günden beri ilahî anthropos olan ayrı bir şahsiyyet olarak semada kalır. İnsana can veren odur. Onun hayatı insanî nefse, ışığı da akla (nous) intikal eder. İşte bu yüzden yeryüzündeki nesneler içerisinde yalnızca insan hem ölümlü ve hem de ölümsüz çift tabiata yani hem ilâhî ve hem de dünyevî/cismânî iki yüze sahip varlıktır. İnsan isterse “bilgi”nin yardımıyla tanrı[sal] olabilir. Lactantius’a göre ise Hermes de Hristiyanlar gibi Tanrı’dan “Baba” diye söz etmektedir. Demiurgus karşılığında Hermes “Tanrı’nın oğlu” ifadesini kullanır. “Asclepius”da Hermes’in “Kâmil Kelâm” (Sermo Perfectus) isimli bir risalesinden alıntılar yapılır. Burada “Kelâm” Tanrı’nın iradesinden çıkmadır ve Demiurgus’u bu kelamı ile yaratır. Demiurgus kelâmdır (Logos). Külliyatta bazı Hristiyanî temalar gözüküyorsa da bunların aslında o kadar çok olmadığı ve bazılarının da bizzat Hristiyanlarca kendi inançları doğrultusunda öyle yorumlandığı söylenmiştir. Aslında Hermetik Külliyat’ta Hristiyanlıktan çok Yahudi dinî temaları bulunmaktadır. Bunlar yapı ve terminoloji bakımından Hristiyanlıkla alakası olmayan metinlerdi fakat daha iç bir realitenin diğer kültürlerde de parçaları olabileceği düşüncesinde olan bazı mistik Hristiyanların bu kitaplara diğerlerinden farklı baktıkları da bir gerçekti. St.Paul Frikya’ya gelmeden çok önce bu bölgede Ofitler denilen bir mezheb yaşamaktaydı. Bunların görüşleri ile Hermetik görüşler arasında bir çok bakımdan benzerlikler vardı. Daha sonra bunlar bu tavırlarını Hristiyan terminolojisiyle de sürdürmeye devam edince, İrenaus ve Hippolutus gibi Hristiyan otoritelerce zındıklıkla suçlandılar. Aslında diğer bütün Gnostik gruplar da “İncil dışında bir hikmet aramakla” bu zındıklık suçlamasından, kimi zaman sertçe nasiplerini almışlardı. İlk kilise babaları, Tertullan, Lactantius ve hatta St. Agustine gibi dini otoriteler birçok yönden Hermetik Külliyatı kabul ediyor ve eserlerinde kullanıyorlardı. Hristiyanlığın M.S.4. yüzyıldaki zaferlerinin ardından insanın ve kainatın mahiyeti hakkındaki bu tip spekülasyonlar yavaş yavaş zorla bastırılmaya başlandı. Ortaçağın başlarında Papalığın gittikçe artan gücü resmî Hristiyanlığın yegane ve tek geçerli yorum olmasını da beraberinde getiriyordu. Hermesçilik bu dönemde büyük saldırılara maruz kaldı ve yaklaşık dört yüz bin varak el yazması tahrip edildi. Kurtulabilenler ise taş, kil gibi nisbeten daha dayanıklı maddeler üzerine kazınarak mezarlara gömüldüler. Aslına bakılırsa Hermesçiliğin Hristiyan heretikleri olan Gnostiklerle de uyuşmayan bazı noktaları vardı. Bir kere Gnostisizmin radikal dualizmi Hermeşçilik’te yoktu ve yaratılış bizatihi kötü olarak görülmüyordu. Demiurgus, Tanrı’ya karşı bir isyankâr değil Yüce Tanrı’nın oğluydu. Hermetik Külliyat’ın Anthropos’u da, İsa Mesih gibir kurtarıcı değildi. Sonra teslis açıkça işlenmemekteydi. Netice olarak Hermetik Külliyat’ın resmî Hristiyanlıkla bir alakası şöyle dursun kendisinden Hristiyanlık düşülmüş bir Gnostisizmle bile irtibatını kurmanın hayli zor olduğunu söyleyebiliriz. Patrizzi’ye göre, Greklerin bütün felsefî sistemleri, Pisagorasçıların mistik matematikleri, Platon’un etiği ve teolojisi, Aristotales ve Stoacıların fizikleri hep bu Hermes’in yazdığı eserlerden alınmadır. Ona göre Hermetik felsefe Grek felsefesinden çıkma değilse o zaman şurası kesindir ki Grek felsefesi Hermetik felsefeden çıkmadır. Patrizzi kendi açıklamalarını da ilave ettiği Nova de Universis Pilosophia (Yeni Evrensel Felsefe) isimli kitabında o dönemde felsefeyle iştigal etmek için Tanrı’yı reddetmek gerektiğini halbuki bunun felsefenin esasına aykırı olduğunu söyler. Patrizzi Papa’dan ve ondan sonra gelecek bütün Papalardan bu Hermetik külliyatın bütün mektep ve manastırlarda okutulmasını talep eder. Aynı yerde, “Niçin Tanrı’ya düşman bir Aristocu felsefenin yayılmasına göz yumuyorsunuz?” diye de cüretle Papa’dan sorar. Zîra ona göre Hermetik metinler Aristo’nun risalelerinin hepsinden çok daha fazla derin felsefe içermektedir. Skolastiklerin yalnızca Aristo’ya önem atfetmelerini Patrizzi çok tehlikeli bulur. Dinî Hermesçilik İtalya’ya giden ve Ficino ve Pico ile görüşen Lefévre d’Etaples tarafından Fransa’ya getirilir. Zira Ficino ve Pico “prisca theologia”yı ve Neo-Platonizmi Hristiyanlığa bir temel olarak görmekteydiler. Bunların tesirleriyle XVI.yüzyılda gittikçe büyüyen bir Katolik Hermesçiliğine şahid olunacaktır. Kıta Avrupasından yayılmaya başlayan bu kabil hermetik düşünceler Britanya adalarına da ulaşır. Thomas More Ütopia’sında bu doğrultuda bir yaklaşım sergiler. Söz konusu dönemin belki de en önemli Hermesçi düşünürü Griordano Bruno’dur. Onun Hermesçilik anlayışı Hristiyan karşıtı bir Hermesçilik’dir. Böyle olması da sonunda bedelini hayatıyla ödemesine neden olacaktır. Yazdığı Spaccio isimli kitapta Hristiyanların Hermesçiliği yanlış anladıklarını ve kasıtlı olarak da yanlış yorumladıklarını ileri sürer. Ona göre bu bilgeliğin aslı Mısır Hikmetinde yatmaktadır. Mısır’a çok önem verir zîra ona göre ilk “Hikmet Mâbedi” Mısır’da inşa edilmiştir. Kildânîlerin bunda payı büyüktür. İkinci olarak bu mâbedi Zerdüşt kurmuştur. Üçüncü olarak Hind yogileri tarafından, dördüncü olarak Traklar arasında Orfe’de, beşinci olarak Thales ve diğer bilgeler tarafından Grekler arasında, altıncı olarak Lucretius ve diğerlerince İtalyanlar arasında, yedinci olarak da Albertus Magnus, Cusanus, Copernicus ve Palingenius tarafından Almanlar arasında inşâ edilmiştir. Görüleceği gibi Bruno da tıpkı İslâm mistik filozofu Sühreverdî gibi insanlık tarihinde hikmetin yayılış halkalarını bir zincir olarak resmeder ve bunun başına Hermes’i oturtur. İşte dönemin diğer pasif dinî öğretilerine nispetle Hermesçiliğin insanın kudretlerine büyük önem vermesi ve onun isterse her şeye kadir olabileceğini, Kozmos’un sırlarını öğrenebileceğini, maddeye, tabiata hakim olabileceğini ve hatta ilahlaşabileceğini söylemesi, bilahere insanlık tarihinde büyük dönüşüme yol açacak olan Rönesans’ın bu dönüştürme işlemini üzerinde gerçekleştireceği mirası oluşturacaktı. Tüm anti-tradisyonel fikirlerin tradisyonun tersine çevrilmesiyle elde edilmesi gibi Rönesans da hermetik görüşlerin tersine çevrilmesiyle gerçekleştirilmişti. Hermesçiliğin dinî içerikli üstün insan ideali ve bunu yaratmak için kullandığı bazı pratikler, daha sonra Rönesans düşünürlerinin hümanizme yapacakları önemli vurguda kullanılacaktı. Rönesans döneminde Hermetica’ların tam yirmi iki baskı yapması da bu gerçeği gözler önüne serer. Ancak ne var ki dinî üst prensib unutulunca Hermesçilik öğretisi Rönesansın elinde profanlaştırılır ve iç boyuttaki ilerleme metodları dış boyuttaki teknolojik ve bilimsel ilerlemeler için fikir kaynağı olur. Okült bilimler, maji, astroloji, simya orijinallerinden farklı doğrultuda çalışmaya başlarlar. Bir hedef kayması olur Rönesans’ta ve bu ilimlerin “tecrübe”ye verdikleri önem deneysel ilimlerin ve amprizmin doğmasına sebebiyet verir. Daha sonra da deneyciler dinî prensibi bir kenara bırakarak sadece yaptıkları deneyi kutsallaştırmaya ve bir müddet sonra da bunun teorisini yapmaya başlarlar. Rasyonel gelişmeler gittikçe hız kazanır. Hermes’in ruhta gerçekleştirmeyi düşündüğü devrim Rönesans aydınlarınca dışta yapılmaya çalışılır. İlk dönemlerin kutsal ve bütüncül simya anlayışı, modern kimyaya; Astroloji anlayışı, modern astronomiye; Maji anlayışı, modern bilime ve teknolojiye dönüşecektir. Zaten batı felsefesi içerisinde kenarda kalmış ve resmî ders kitaplarında hep göz ardı edilmiş bir kadîm felsefe varllığıını alttan altta sürdürmüştü. Bu rasyonalist olmayan felsefelere -meselâ Hermesçilik- XVII. ve XVIII.yüzyılda ve Rönesans’da çok büyük ihtimam gösterildi. XX. yüzyıla gelindiğinde ise artık Batı’da bu sefer Rönesans dönemindeki sapmadan kurtulmuş orjinal Hermesçilik arayışlarının başladığı görülecektir. Bütün bu asla orijinal olana dönüş arayışlarına rağmen günümüzde batıda “Hermetik Düşünce” denildiğinde daha çok astroloji, simya, maji ve okült bilimler anlamındaki vulgar Hermesçilik akla gelmektedir. Bunun yol açtığı sorunlar da en az Rönesans kadar problematik bir yapıdadır. Fakat kimi Müslüman düşünürlere göre bu okült cemiyetler de Müslüman bilim insanlarınca incelenmelidir zîra netîcede gerek ruh bakımından ve gerekse tarihsel olarak bu ekoller Doğu-İslam ile bir şekilde irtibatlıdırlar.
Corpus Hermeticum-Hermetik Öğreti
Corpus Hermeticum-Hermetik ÖğretiHermes Trismegistus · Mavi Kalem Yayınevi · 201870 okunma
··
1.586 görüntüleme
Süleyman Sina Çelik okurunun profil resmi
Maşallah hocam çok iyi yazmışsınz.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.