Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

992 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
38 günde okudu
Sabahattin Ali’ye karşı hep bir önyargım oldu. Popüler kültürün var ettiği bir kişi olarak düşündüm. Kitapları hep çok satanlar da herkes onu okuyor. Belki de sırf bu yüzden ondan özellikle uzak durdum. Onu diğer Türk Edebiyatı yazarlarından farklı görmüyordum. Çok okunmasının tek nedeninin toplumun onu ön plana çıkarması olduğunu düşünmüştüm. İlk okuduğum kitabı “Kürk Mantolu Madonna” oldu aslında ucuz bir kitap almam gerekti ve bunu tercih ettim. Kitabı okuduktan sonra intibam değişmedi ama etkilenmedim değil. Sabahattin Ali çok sıradandı galiba bu sıradanlığı çok hoşuma gitti. Onun hiçbir şeyi, bir özelliği yoktu sıradan dümdüz bir Anadolu insanıydı. Kitaplarını okuduğumda insani duygularım kabardı sadece. Sabahattin Ali 3 büyük roman, çeşitli hikayeler ve şiirler yazmış. Ayrıca hepimizin bildiği “Göklerde kartal gibiydim” şarkısının yazarı kendisi. Bu incelemede her birini ayrı ayrı ele alacağım ama öncesinde belirtmem gereken bir şey var. Bu yazıları kimse için yazmıyorum yazdığım tek kişi gelecekteki kendim. O yüzden bol bol hata, yanlış, kusur olabilir. Okuyan insanlardan bu konuda özür diliyorum. HİKAYELERİ: Hikayeleri 4 kitaptan oluşuyor; “Yeni Dünya”,” Kağnı, Ses””, Değirmen ”,”Sırça Köşk “ Bu hikayelerde genel olarak bahsettiği şeyler birbirine benzer ve çok anlaşılır. Zaten kısa olduğu için vermek istediği mesajı çok net bir şekilde veriyor yazar. Özellikle köy halkının durumunu ve sevgi teması çok iyi işlenmiş . Hatta bunları yaşadığı ve önemsediği anlaşılıyor. Şehirleşme, köylü-şehirli çatışması, dedikodu, para, hırs, askerler, doktorlar ,aile sevgisi, rekabet, kibir, gurur ,ikiyüzlülük ,kader ,şans ,ekmek parası, statü farkı ,ekonomi ,çıkar ,arkadaşlık ,sadakat her türlü alan ele alınıyor hikayelerde. Yazarın yaptığı betimlemeler gerçekten çok güzel. Çoğu zaman yaptığı betimlemelerde sonunu kaçırdığım oluyor. Bir hikâyenin başlangıcında bu betimlemeler sıkça var. Sıkıcı bir hava katsada hikâyenin bütünlüğü için çok önemli. Neler anlatmadı ki yazar. İlk kitaptaki “Isıtmak için” hikayesinde yapılan yardım etmenin önemini şu sözlerle anlattı; “Dünyada kendisi için hiçbir şeyi olmayan bir insanın bile başkalarına yardım edecek bir şeyi vardır…Hiç olmazsa bir sözü.”. “Kağnı” kitabında ki “Düşman” hikayesinde. Ev sahibinin düştüğü belirsizliği…Rahatsız eden gerçekler mi, huzura kavuşturan yalanlar mı? “Bir Skandal” hikayesinde dedikodunun nerelere gittiğini en basit haliyle görüyoruz. Değirmen hikayesinde aşık Atmacanın aşkını gördük. Bir insan neler feda edebilir aşk için Atmaca bir kolunu vermekten çekinmedi. Kandillerin neden söndüğünü anlamak isteyen adam ancak kendi kandilini söndürdüğünde anlayabildi bunu. Çünkü ölüm bir sır. Ve sonlara doğru kitabın içinde belki de en iyi hikâyeyi okudum. “Çirkince” yada yeni adıyla “Şirince”. Yazar buraya kesinlikle gitmiş. Buranın güzelliğini, mükemmelliğini görmüş. Bu beldenin eski güzel halinden yeni kötü haline nasıl geldiğini mükemmel bir şekilde anlatmış. Eski "güzel" halinde “Çirkince” denen bu beldenin yeni "kötü "haline nasıl “Şirince” denilebildiğine şaşırmış. Buna hikâye demek biraz yanlış olur çünkü bizzat yaşanmış olaylar. KÜRK MANTOLU MADONNA: Herkesin diline pelesenk olmuş o kitap. Bende çok beğendiğimi söylemek istiyorum. Kitabı iki defa okudum. İkince okumamda kitabı daha iyi ve etraflıca anladım. Bir kitaptan beklentim onu okuduktan sonra aynı hayata devam edememek, hayatımın devam eden anlarında o kitaptan cümleler ,alıntılar veyahut o kitaplardaki karakterlerin hislerini hatırlamak . Bu kitap bende tam olarak bu hissi sağladı. Kitaptan önceki benle sonraki ben aynı değil. Kitaptan kısaca bahsedelim; Sabahattin Ali çok sevdiği hikâye içinde hikâye tekniğini burada da kullanıyor ve bence romana güzellik katmış. Kitaptaki ilk insanın olduğu bölümler sıkıcı gelebilir. Kitabın başında ana karakter Raif efendinin yaşlı halini görüyoruz. Sabahattin Ali’nin başta dediği gibi; ” Böyle kimseleri gördüğümüz zaman çok kere kendimize sorarız: “Acaba bunlar neden yaşıyorlar? Yaşamakta ne buluyorlar? hangi mantık, hangi hikmet bunların yeryüzünde dolaşıp nefes almalarını emrediyor?”. Fakat bunu düşünürken yalnız o adamların dışlarına bakarız; onların da birer kafaları, bunun içinde, isteseler de istemeseler de işlemeye mahkûm birer dimağları bulunduğunu, bunun neticesi olarak kendilerine göre bir iç âlemleri olacağını hiç aklımıza getirmeyiz” Raif Efendi hiçbir özelliği olmayan, suskun, sakin, fazla konuşmayan, robot gibi bir adam. Böyle bir insanın hayatının önceki zamanlarında bir şeyler yaşadığı düşünmek zor gelebilir. Kitabın sonraki anlarında anlatılan Raif Efendi ile baştaki Raif Efendi arasında gerçekten bir uçurum var. Hatta bana insanın böyle bir değişim geçirmesi imkânsız gibi geldi. Raif efendi önceki hayatında yaşadığı bu şeyleri içinde tutamamış. Anlatacak, güvenecek, “inanacak” kimse olmadığı için bunları bir deftere yazıyor. Kitabın asıl kısmı ilk karakterin bu defteri alıp okumasıyla başlıyor. Eski Rafi Efendi kendi halinde, hayalleri gerçeklere tercih eden, kendi içinde yaşayan, insanları tanımamış onlara karşı hep önyargılı olmuş birisi. Babasının baskısıyla Almanya’ya sabunculuk işini öğrenmeye gidiyor . Orda ilk günler gene hayal dünyasından çıkamıyor. Avrupa bir hayal gibi kalmış şimdi ise içinde. Hemen gezip bitirdiğinde şaşırıyor. “Bu muymuş Avrupa dedikleri” diye düşünüyor. Sonrasında babasına verdiği sözü tutmak için sabunculuk öğrenmeye başlıyor ama çok ciddi bir şekilde yapamıyor . Almanca öğreniyor, kitaplar okuyor. Sonra bir gün hayatının o kritik anını yaşıyor. Bir resim sergisine gidiyor .Aslında karakter buraya gitmeyi istemiyor, hayatını düzenlemek diğer insanlar gibi olmaya karar veriyor. Ama içeri giriyor. Gördüğü “Kürk Mantolu Madonna” tablosuna takılı kalıyor aşırı derecede beğeniyor . Sonraları her gün gidip uzun uzun bu tabloyu seyrediyor. Tablodaki kişi kendisini çizdiği için böyle bir insanın olacağını düşünmüyor bile. Hatta bir gün onunla konuşuyor ama yanında olan kişinin o olduğunun farkına varmıyor. Sonra gene vazgeçiyor işleri yoluna koymaya , işini öğrenmeye , sonra gidip babasının orda sıradan işlerine yönelip ,sıradan bir hayat sürmek istiyor , dertsiz tasasız… Ama bir gün tablodaki kişinin kendisini görüyor sarhoş olduğundan fark edemiyor . Hayal kurduğunu sanıyor. Sonrasında farkında olmadan aynı sokağa gidiyor . Ve onu görüyor takip edip Atlantik adlı bir pavyonda çalıştığını görüyor. Tabiiki de böyle bir kadının böyle bir yerde çalışması ona garip gelse de içeri giriyor . o Kadın Marie Puder onun masasına geliyor ve ahbaplığa başlıyorlar. Maria Puder hayatında her türlü erkeği görmüş onların hepsinin sevgiye ,arkadaşlığa değil de vücuda tutkuya, arzuya taptığını fark etmiş. Hatta en saygılı işlerde çalışanların bile böyle bir arzuya karşı koyamadığını görmüş. Kimseye inanamayacak durumda hiç kimsenin gerçekten sevebildiğini düşünmemiş , inanamamış . Ama bir ümidi var böyle bir insanın bulunduğuna dair bir ümidi var. Rafi efendi ile Maria birbirine zıt karakterle ama aynı sonuca varmışlar. Bir içine kapanık hayal dünyasında yaşıyor. Diğer dışa dönük ,sosyal . Biri görüp geçirip insanlara güvenmiyor ,diğeri hiç görmeden. Aşın birbirini tamamlayan iki insanın mı yoksa birbiriyle benzer iki kişinin mi yaşadığı bir olay olduğu sorgulanıyor. Maria baştan Raif efendiye onu sevmediğini söylüyor ama arkadaş olabileceklerini söylüyor. Raif efendinin onu sevdiğinin farkında ama ondan inanç kalmamış. Sonraları birçok şeyler konuşuyorlar, tartışıyorlar ikiside arkadaşlıktan memnun bir nokta ileriye götürmüyorlar bu ilişkiyi. Ama bir yılbaşı gecesi bu iş bozuluyor. Arkadaşlıktan diğer adıma geçmeye çalışıyorlar ama maalesef Maria Puder bu hisse gene kavuşamadığını fark ediyor. Artık arkadaşlığa bile devam edemeyeceklerini söylüyor. Raif efendi tek kelime ile yıkılıyor kendini sokaklara vuruyor . Hayal dünyasında bir çok şeyler kuruyor . Bu şekilde birkaç gün geziniyor .Ardından Maria’nın hasta olduğunu öğreniyor. Belki de bu hastalık olmasa roman burada biterdi ama yazar hastalığı iyi kullanıyor ve anlatıyor. Hasta bir insana gösterilen bir ilginin, alakanın ,,merhametin sahtesi olmaz. İşte burada Maria Puder artık Raif Efendi’ye inanmaya başlıyor. Hastane’nin önünde bir gün bekliyor ardından işi gücü bırakıp onunla ilgileniyor. Maria onu sevmeye başlıyor. Ardından babasının ölüm haberi geliyor. Rafi efendi bu duruma değilde Maria’dan ayrılacağına üzülüyor. Bu andan itibaren bir daha ondan haber alamıyor . Mektuplar yazıyor , ama ona mektup gelmiyor. Çok farklı bir hayata sahip olabilecekken onun ihanet ettiğini düşünüyor. Bu düşünce Raif efendiden inancı alıyor .”O bana ihanet ettiyse kim etmez ki ” diye düşünüyor. Kesinlikle okunması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum . Erkek-kadın ilişkileri ,otorite, sevgi ,aşk ,merhamet ,güven ,inanç meseleleri çok güzel işlenmiş. KUYUCAKLI YUSUF: Ah Yusuf, vah Yusuf… Kitabın başında annesiyle babasının ölümünü gördüğü halde muhafaza ettiği soğukkanlılığı ile bu çocuk çok mükemmel işler yapacak dediğim çocuk maalesef şehir hayatına, paraya, yargıya, geçim derdine yenildi. Gerçek hayatta olduğu gibi… Yusuf Kaymakam Selahattin Bey ile şehre geldiğinde düşündüğüm şey şuydu. Yusuf her zaman doğruyu yapacak, haksızlığa karşı gelecek, ne yapacağını hep bilecek, suçlulara, haksızlıklara karşı gelecek, sonunda mutlu olacak. Oysa hiç öyle olmadı. Sabahattin Ali gerçeklerden bahsediyordu. Ve gerçek hayatta böyle hayallere yer yoktu. Yusuf sıradan ne yapacağını bilemeyen, sürekli ikilimde kalan, belirsizlik içinde yaşayan, dünyadaki konumunu bulamış birisi. Öyle güçlü, kuvvetli biri değil. Yusuf’u annesinin, babasının ölümü bile öldürmedi de şehir hayatının pisliği, iğrençliği, geçim derdinin acımasızlığı öldürdü. Yusuf sevdiği kızla, arkadaşı Ali arasında kaldı. Arkadaşını öldüren Şakir’e bile hesap soramadı. Çünkü para, şöhret, nam, namusu da halleder, suçu da… Yusuf bir türlü anlayamadı ne döndüğünü hep bir piyon oldu insanların arasında. Yaşamak, bir şeyler yapmak gerekti ama Yusuf bir türlü yanlışa girmeden ,doğru şeyi yapmanın yolunu bulamadı. Babası yerine koyduğu Selahattin bey varken de öldükten sonra da Yusuf hep yetim ve yalnız kaldı. Sevdiği kadınla olan Muazzez ile evlendi çok mutlu oldu. Ama dur dedi hayat nereye böyle çok mutlu oldun sen biraz ayrıl sevdiklerinden, yaşamak için gerekli işler yap, sevgi karın doyurmaz. Yusuf’ta tamam dedi yapacak başka bir şey yoktu. Hayat acımasızdı Yusuf ne yapsın. Karısı Muazzez hep iyi düşündü, Yusuf için bir şeyler yapmalıyım dedi onu bu geçim derdinden kurtarmalıyım. Gitti Yusuf’un düşmanların arasına onlarla oturdu kalktı. Ama amacı Yusuf olduğu için vicdan azabı çekmedi hiç. Yusuf dayanamadı buna ne sevdiği kadına doyabiliyor, ne karınları doyuyor. Bu şehir, bu hayat onlara hiç iyi gelmiyordu. Atladı atına gitti evine, aldı tabancasını sıktı birkaç kere sağa sola, vurdu sevdiğini gömdü toprağa. .. Yusuf iyidi aslında ama hayat işte… İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN: Sahi ne bu şeytan ya. Nerde? Niçin göremiyoruz? Gerçekten var mı? Öyle ya insan bazen öyle bir hale geliyor ki yapmak istemediği her şeyi yapıyor. Böyle bir durumda bir şeytan lazım. Bunları benim yapacak halim yok ya! Peki kim bu veya ne? Bambaşka bir alemdeki bir varlık mı? İnsanlar mı? Yoksa… Ömer Macide’yi gördüğünde dedi ki evet bu benim aşkım, hayatımın bundan önceki devrini bu kız için harcamış olmalıyım. Başka bir alemde ruhlarımız yüksek bir hususiyette birleşmiş, tanışmış, görüşmüş olmalı. Ve şimdi sıra bizde. Görevlerimizi yerine getirelim. Birleşelim ve sonsuza kadar mutlu olalım. Hop Ömer kardeş unuttuğun bir nokta var bu bir Sabahattin Ali romanı ve burada mutluluğa yer yok. Bende aslında kitabın başındaki kısmı görünce harika bir aşk romanı okuyorum sandım ve tabiiki de bir kavuşma bekledim. Ama derhal yazar aklıma geldi. Yazarın tüm kitaplarını okudum bir hikayesi hariç tüm hikayeleri gerçeklerden (olumsuzluklardan) bahsediyor. Bazı yazarlar hayallerindeki muhteşem dünyaları inşa ederken bazıları gerçekleri önümüze seriyor. İkiside gerekli bence. Ömer yüksek hususiyetlere inanan, hayatın amaçları olduğunu düşünen, hayır diyemeyen, uç noktalarda yaşayan birisi. Hayatı dolu dolu yaşamayı seviyor. Her ne yapıyorsa çok coşkulu şekilde yapıyor. Ha bide unutmadan Ömer bir şeytana inanıyor içinde yaşayan bir şeytana. Ömer olmak istediği hayatı yaşamıyor. Hayatın akışında sürüklenmiş gitmiş. Kendi fikirleri ve düşünceleri var ama kimseye “hayır” diyemiyor. O yüzden bambaşka bir insan oluyor. Bunun kabahatlisi olarakta şeytanı görüyor. Ah yok mu o şeytan bizi bizden çok farklı insanlara çeviren, olmak istediğimiz kişi ile olduğumuz kişi arasındaki uçurumu oluşturan hain şeytan. Ömer sevgisine çok güveniyor, böyle farklı bir noktada hissedilen hisler yalan olmamalı. Bir arzu veya tutku da olmaz. Hemen Macide ile evlenmeye karar veriyor. Macide gerek dünyadan gördüğü eziyet, etrafındaki insanların yüzsüzlüğü nedeniyle kendini bu ortama ait hissedemiyor. Ömer’in sevgisine inanıyor oda her şeyin sevgiyle çözüleceğini inanıyor ne olursa olsun yanında Ömer var artık yalnız değil. Çok kısa zamanda ne kadar farklı insanlar olduklarını anlasalar da aşkın sarhoşluğu gözlerini buğuluyor. Babasının ölümüne bile üzülmüyor nedense. Ama hayattaki çok önemli bir olayı ikisi de acı bir şekilde öğreniyor. Beklemek güzeldir, insan beklerken en azından bir amaca sahip olur hiçbir zaman ümitsizliğe düşmez. Sevdiğin bir insanı beklemek, ona kavuşmadan onu düşünmek, ne düşündüğünü, nasıl hareket ettiğini gözlemlemek harika şeyler. Peki o insanla bir ömür geçirmek, evlenmek. Mevzu bahis burası ya biraderim zaten, bir ömür beraber olduğum bu insanı mutlu etmeliyim. Ama onu mutlu etmek için ise ondan vazgeçmeliyim, ayrı kalmalıyım. Ha bide para var demi. O melun para aşkı da satın alıyor bazen valla. Sevgi her şeyi halledermiş, yalan kardeşim yalan. Sevgi karnına yemek koyar mı? Eşimi mutlu eder mi? Soğuktan don bakalım sevgi ısıtır mı seni? Kilometrelerce uzaktan bende severim gel de bir ömür geçir bakalım. Sevgi kalır mı? Sevgi değil kardeşim, saygı, sadakat yaşatır evliliği. Evlilikte ben sevmiyorum diye çekip gidilmez. En çok kızdığın insanlara bak annen, baban, kardeşlerin, çevir kafanı en sevdiklerine, aynı yere bakacaksın. Ömer Macide’yi hakikaten seviyor ona daha güzel bir hayat vermek istiyor ama önceden değim gibi hayatı uç noktalarda yaşıyor. Macide’yi unutuyor bazen, bambaşka şeylere dalıyor. Çocuk gibi tıpkı bir eşyaya dalıyor keşke param olsaydı da alsaydım diyor. Macide’yi fark ettiğinde ise dünyayı unutuyor. Kendini bir yere bağlayamıyor. Arkadaş kurbanı oluyor biraz da. Etrafı yüksek mertebeden yazarlar, profesörler, şairler ile dolu. Sıfatlara bakınca adam sanılıyor hepsi ne adamı be. Milyonlarca yüzü olan sahtekâr herifler işte. Bir kadın gördüklerinde abaza bir adamdan farkları kalmaz oysa hepsi insan ruhunun yüceliğinden bahseder. Zaten Ömer’in suçu yok hep o şeytan onu sürüklüyor ah o şeytan. Ömer evlendikten sonra o kadar garip şeyler yapıyor ki hırsızlığa, karısının yanında başkasına yazacak kadar ileri gidiyor. Ne Ömer’i ya şeytan yapıyor şeytan. Macide bunlara şaşırmıyor nedense ondan böyle şeyler görmeye nedense bekliyor. Artık fark ediyorlar ikisi de bambaşka bir alemde yaşadıklarının bambaşka ruhları malik olduklarını. Ömer arkadaşları yüzünden hapishaneye düşüyor. Tam çıkacakken anlıyor, şeytan meytan yok. Tembellik, iradesizlik düşüncesizlik kısaca yapılan tüm kötülükler. İnsan yaptığı kötülükleri kendine mal edemiyor. Bunu ben yapacak değilim ya diyor. Buluyor bir günah keçisi kendini savunamayacak birisi “şeytan”. İşte o şeytan kim biliyor musun sensin be kardeşim sen. Yaptığın her şeyin sorumlusu sensin. Yaptığın yanlışların sensin. Herkesin kendisi bir şeytan. Ama kim bilir belki bir melek de vardır…
Sabahattin Ali Bütün Eserleri
Sabahattin Ali Bütün EserleriSabahattin Ali · Ren Kitap · 2020252 okunma
·
1.311 görüntüleme
Esra okurunun profil resmi
Acaba hikaye kitapları hangisi diye araştırırken bu incelemeye rast geldim. Hikaye kitaplarının hangisi olduğunu okudum, başka da bir şey okumadım incelemede 😂
Selçuk Özdemir okurunun profil resmi
Hikayeler ısınma turları gibi oluyor Sabahattin Ali'ye. Devamını da okuyabilirsiniz çokta ön bilgi vermedim. Rahat olun.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.