Gönderi

159 syf.
·
Not rated
·
Read in 3 days
Modernizm ama hangi modernizm?
"Bizler, zavallı yaşlı kadınlar, kimseye zevk vermez olmuşuz artık, masum yavruları bile severken ürkütüyoruz." [Kısım II.] Ben merkezciliğin anlatıldığı  tarihteki ilk romanı
Don Kişot
Don Kişot
'dır hepimizin de bildiği üzere.
Paris Sıkıntısı
Paris Sıkıntısı
'nı okurken sık sık aklıma
Don Kişot
Don Kişot
'un ana karakteri geldi. Modernizm, sonu -izmle biten diğer bütün akımlar gibi insanı tekdüzeliğe ve fikir idrakine deli gömleği giydirmeye zorlamıştır. Bu yalnızlık, insanoğlunun bu son çırpınışları da bu yüzdendir. Eski unutulmuş, insana verilen değer azalmış bu yüzden de insanoğlu artık yalnızlaşmıştır. Avrupaî yaşam tarzına geçiş insanoğlunun yeni bir yaşam modeli ile sınanmasına sebep olmuştur. Önem verilen şeylerin, insanlar yerine eşyalar yerini almıştır.  Komşuluk azalmış, iletişim kopuklaşmıştır. Metaya verilen bu denli büyük önem insanın maddi dünyaya daha çok bağlanmasını, zincirlenmesini sağlamıştır. "Yalnızlık, sessizlik ve eşsiz kutsallığı ufkun, Gökte titreyen küçüklüğü ile, yalnız hâli ile, Çaresiz varlığıma öykünen bir örtü, çalkantının tek düze ezgisi...Bütün bunlar benimle düşünürler ya da ben onlarla düşünürüm.  Zira düş gücünün büyüklüğünde "Ben" çabucak yitip gider. Tüm bu nesneler düşünüyor ama onlar müzikliği özgün biçimde, gereksiz ayrıntılara dalmadan tanımlama yapmadan, bir sonuç çıkarmadan düşünüyorlar diyorum kendi kendime..." [Kısım III.] Burada da sanattaki modernizm akımı eleştirilmiş. Tekdüzelik ve birbirinin aynısı kopya eserler çıkmaya başlandığını, sanatın ruhunun gittiğini, inceliğini kaybettiğini dile getirmiş yazarımız
Charles Baudelaire
Charles Baudelaire
.  Fransız zihniyetinin bu yersiz kibrini yazarımız kitabının her yerinde bunu net bir dille ifade etmiş fakat benim en sevdiğim kısım annesine yazdığı mektupta belirttiği; " - Önlerine güzel kokular korsan öfkelenir kızarlar. Özenle seçilmiş çöplük isterler. " satırları oldu. Avrupa'nın temizliği sonradan öğrendiğini herkes bilir. Tuvaletlerini dışarı yapan bir millet. Hatta şemsiye, topuklu ayakkabı, parfümü de onlar icat etmiş bu yüzden. Banyo yapmayı bilmezler. Hatta parfumè fransızcada koku demek. Onların icadı. Cidden o beğenerek övülen avrupaî yaşam tarzı pislikten başka bir şey değil. Avrupaî yaşam tarzı soytarıyı soylu diye gösteren alçak burjuva hayatının bir ürününden başka bir şey değildir. İnsanoğlunu gösterişli kıyafetlere hapsetmiş boynuna görünmez zincirler takmıştır.Bakın yazarımız kitabında bunu nasıl dile döküyor: "Yeni yıl infilâkıydı. Binlerce arabalar, pırıl pırıl oyuncaklarla kağıt şekerlerle aç gözlülükle ve umutsuzluklarla dolu bir çamur ve kar çalkantısı. En güçlü yalnızın bile kafasını allak bullak etmek için yaratılmış büyük bir kentin resmî çılgınlığı. Bu hayhuyun bu gürültü patırtının ortasından eli kamçılı bir hödüğün canına okuduğu bir eşek dört nala geçiyordu. Hayvan tam kaldırımı geri dönerken eldivenli, ayakları ayna gibi parlayan, boynunda cıyak cıyak bir boyun bağı yepyeni giysilerinin içine hapsolmuş pek gösterişli bir bey zavallı eşeğin önünde nezaketle eğilip şapkasını çıkardı ve eşeğe "mutlu bir yıl dilerim size." dedi." Bu satırlar bana
Hikmet Kıvılcımlı
Hikmet Kıvılcımlı
'nın şu sözünü hatırlattı: İnsanın hayvandan farkı: yalnız düşünmesi değil, özellikle öteki insanları ve yarınını da düşünmesi, ilerletmesi, iyileştirmesi ve önünde sonunda düşünceyi sanayi ve üretim emrinde kullanması, insanlarla yardımlaşması. Bir sözle "sosyal hayvan" olmasıdır. "Kumaşlar sessiz bir dil konuşuyor Çiçekler gibi, gökler gibi, batan güneşler gibi..." diyor devamında da. Burada da modanın, kıyafet seçiminin, tasarımların ruhsuzluğu ve tek düzeliğine dem vuruyor yine. Devamında sanata sınır çizilemeyeceğini, şu sözleri ile ifade ediyor. "...kuralları konmuş sanat, olumlu sanat sövgüden başka bir şey değildir. " Neleri ikonlaştırdık bu modernlik adını verdiğimiz çağda... Bir sürü şeyi... Paraya  tapar olduk. Sönmüyor bu ihtiras ateşimiz. Çok acınacak durumda cidden de bu hayat. İnsanoğlunun doymak bilmeyen arzularını, ihtiraslarını, kibirlerini anlatan şu satırları da yine harikulâde buldum; "Bu yatağın üstüne yatmış put, Düşlerin ecesi Peki ama nasıl gelmiş buraya kim getirtmiş?Bu düş ve şevhet tahtına hangi büyülü güç oturtmuş onu? " (Ece * de kraliçe demek bu arada.)  Devamında yazarımız işçi sınıfının çektiği zorlukları şu satırlarla ifade etmiş; "İki büklüm yürüyen insanlara rastladım. Her biri un çuvalı, kömür çuvalı bir Roma piyadesinin savaş gelişi kadar ağır. Koskoca bir canavar taşıyordu sırtında. Bu ağırlık ölü bir hayvanın, bir eşyanın ağırlığı da değildi. Onu taşıyan insanı canavar, esnek kaslarıyla sarıyor, eziyor, iki iri pençesini göğsünde kenetliyordu.Olağanüstü başı eski savaşçıların düşmana korku salmak için giydiği miğferler gibi alnının üstündeydi taşıyıcının..." "Böyle yürüyüp durduklarına göre elbet bir yerlere gidiyorlardı." diyor devamında bu söz bana
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali
' nin "Koşmaktan görmeye vaktimiz olmuyor ki..." sözünü hatırlatıyor. Şu satırlarda da burjuva kapitalizmini eleştiriyor;  '' İşin daha da garibi boynuna abanmış, sırtına abanmış vahşi hayvandan hiçbiri yakınmıyordu. Kendinden bir parça gibi düşünüyordu onu..." Peki Paris'i ve Fransa  halkını bu denli eleştirirken hangi şehri kıyas ederek üstte tutuyor derseniz, Hollanda olur bu şehir.
Siyah Lale
Siyah Lale
  romanından bahsediyor. Kitapta diğer beğendiğim ifade "Kalabalıkla yıkanmak" oldu. Yalnızlığını kapatmak için yüksek yüksek binalar kurmuştur insanoğlu ama yine de yalınızlaşmanın önüne geçememiştir. Kalabalık içinde yalnızdır. Yalnız kalabilme yetisini hiç tatmamıştır. İnsanoğlu, hiçbir zaman muzdarip olduğu duygu ve düşüncelerden kurtulamaz ancak onu başka bir bağımlılıkla kapatır. 24. Kısımdan sonra bu konuya değinmiş. 26. Kısımda ise mimarîyi eleştirmiş. Fransa'daki yersiz israfı eleştirmiş. Kısaca olayın özetini yapacak olursak 40. bölümdeki şu örnekle açıklayabilirim. "Korkunç bir adam içeriye giriyor ve aynaya bakıyor. "Aynaya niçin bakıyorsunuz? Yüzünüzün sevimsiz olduğunu bile bile. " Korkunç adam şu yanıtı veriyor: 1789'un ölümsüz ilkelerine göre tüm insanlar eşit haklara sahiptir. Ben de aynaya bakma hakkımı kullanıyorum. Hoşlanmak, hoşlanmamak benim bilincime kalmış.       -Ben aklın sesiyle kuşkusuz haklıydım ama yasal açıdan adam da haksız değildi..." Yani şunu demeye çalışıyor feodal düzen burjuvaziyi kendi elleriyle yarattı. Burjuvazi de proleteryayı kendi elleriyle... Bu adam gerçek bir sosyalist sonundaki yaptığı köpek benzetmesi mükemmeldi. Kitabın özü oldu olacağı tüm bu özeti bundan ibaret. Ben çok beğendim. Umarım bir an önce
Kötülük Çiçekleri
Kötülük Çiçekleri
kitabını da okurum.
Paris Sıkıntısı
Paris SıkıntısıCharles Baudelaire · Cumhuriyet Yayınları · 20012,161 okunma
·
826 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.