Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

İnsan doğabilmek mi, insan kalabilmek mi? Oysa insan sayılabilmek için insan doğabilmek yetmez ki. İnsan olabilmek merhameti, vefayı, adaleti içinde barındırabilmekle mümkün. Kime sorsan herkes adil, herkes merhametli, herkes vefalı, herkes insan. Ta ki gerçekten adaletini, vefasını, merhametini göstereceği bir olay vuku bulana kadar. Sonra? Sonrası muamma. İnsan doğmak yerine insan kalabilmek en büyük meziyet aslında. Kendinden başkasının derdine dertlenmeyen, birlikte çıktığı yolda, çıkarları uğruna yanındakileri yarı yolda bırakabilen, vefayı soğuk bir kelimeden ibaret görenler insan olduğunu iddia ediyor. Ne yazık ki gün geçtikçe dünya insanlıktan uzaklaşıyor. Menfaatinin karşılandığı yöne doğru yol almak bir erdem olarak görülüyor. İkiyüzlü yaklaşımlar kabul görüyor. Bireyler öyle sevgisiz ve yalnızlar ki yalandan da olsa, sevilmediklerini düşünseler dahi övülmekten hoşlanıyor ve sevmedikleri kişilerin yanında yer almayı yeğliyorlar. Doğruları savunan, rol yapmayanlar da zamanla yalnızlığa yürüyorlar. Malum! Doğrucu insanlara rağbet edenler, egolarını kontrol altına alabilmeyi başarabilenler oluyor. İnsan olarak kalabilen ve çizgisinden ödün vermeyenler, eninde sonunda layık olduklarını yaşıyorlar muhakkak. Lâkin diğerleri gibi kısa zamanda değil. Hayat çizgisi onlar için daha meşakkatli. Duruşları göze batıyor, gerçekçi yaklaşımları ukalalık olarak algılanıyor, hatta çoğu zaman saf oldukları bile düşünülebiliyor… Bir kötülüğe karşı tepki koyabilmek için canının yanmasını bekliyor insanoğlu. “Bana dokunmayan bin yaşasın” mantığı her geçen gün daha da yayılıyor. Herkes merhametten bahsederken birçok olaya kör olabiliyor. Geçen gün haberlerde seyrettiğim bir video öyle güzel anlattı ki insan kalabilmeyi. Sizinle de paylaşmak istedim; Yurtdışında üç iyi giyimli genç, dört saat boyunca tek olarak sokaklarda gezip gördükleri insanlara aç olduklarını belirtiyorlar ve onlardan kendilerine yemek ısmarlamalarını rica ediyorlar. Dilenci görünümünde olmadıkları halde, insanlar hızlı hareketlerle yanlarından uzaklaşıyor gençlerin. Dört saatin sonunda kimseyi yemek almaya ikna edemeyen gençler daha sonra bir büyük boy pizza alıyorlar. Gençlerden birisi daha önce geçmedikleri bir caddede bulunan evsiz adama giderek “pizza aldık ama bir tanesi kaldı. Yer misin?” diye soruyor. Evsiz adam çok seviniyor ve mahcup bir şekilde alıyor ikramı. Yavaş yavaş yemeye başlıyor paketteki yemeği. Derken az önceki delikanlının diğer arkadaşı adamın yanına yaklaşıyor ve “saatlerdir açım, benimle paylaşır mısın yemeğini” der demez, adam hiç tereddüt etmeden “ben zaten doydum, al bunları da sen ye” diyerek gence uzatıyor yiyeceğin kalan büyük kısmını. Oysa gün içinde dört saat boyunca gezerken yaşam kaliteleri belli, kalacak yeri, işi, parası olan insanlardan yardım isteyen gençlere kimse dönüp bakmamıştı. Gidecek yeri olmayan evsiz adam ise bir an bile düşünmeden yemeğini paylaşmayı uygun gördü. Sokakta görüp selam vermeyecekleri bir adam belki de en büyük insanlık dersini vermişti oracıkta. Hangi mevkide olursa olsun, hangi hayatı yaşarsa yaşasın, elindeki her şeyin emanet olduğunu anlayabilen birey insan kalabilmeyi başaranlardan olur. Etrafına kör kalmaz çünkü daha çok kazanma, daha çok başarma, daha çok vs…. hırsları yoktur. Mevcudun bâki olmadığını çözen kişi, burnu havada dolaşıp dünyanın sadece kendi etrafında döndüğünü düşünmez. Hiçbir olayda vefasını da merhametini de kaybetmez. Menfaati uğruna haksızı haklı gibi göstermekten kaçınır. Doğrunun yanında yer almaya çalışır. Demem o ki “mutlu günlerin insanı olabilmek kolaydır azizim; marifet zor zamanlarda arananlardan kalabilmek… “ Yazar: Emel Acar
··
29 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.