Ah! Cani -mu Sait!
Ne desek bir noksan kalacağı için, sevgili, en sevgili Sait ve onun damıtık külliyatı için, sanırım pek de afaki olmayacak şekilde şu girizgahla sözlerime naçizane başlardım: Yenilebilir Türkçe, evet, düpedüz bir bonbon şekeri gibi yenilebilir Türkçe, her ısırışta / okunuşta dimağınızda ve yüreciğinizde nice aromalar, nice nektarlar ve nebatadlar bırakan bir Türkçe...
Son tuğlayı yerine koyup, işte benim saçakaltım, yuvam dediğim bir külliyatın, Sait külliyatının son derleme kitabı, son minik tuğlası bu kitap, belki de çok büyük konuşuyorum bilemedim imdi, kim bilir bir yerlerde bir parşömeni, çamurlanmış bir matbusu kalmıştır da ben onu değil de o beni arıyordur kendini okutmak için. Sait'e ilişkin inciği boncuğu elimden geldiğince okudum, pekala okumağa çalıştım.
Diğer kitaplarından farklı olarak, İlk Okuyucu Mektubu deyiverip de kaleme aldığı o güzelim İstiklal Harbi'ni, Ahmet İnel'in ''tırnak'' içinde aktardıklarını tekrar edişi ve o dönemi kendi özelinde de müthiş bir kadirşinaslıkla anlatışı beni ruhen derdest etti.
Öte yandan, tevazu sahibi, başka bir sevgili daha var ki kitapta, evler şairi, evlerin yüreğini bilen bir şair, bildiniz mi? Evet Sayın Necatigil de var bu kitapta, hem de ne ile, Sait'e ithaf ettiği ve kitaplarında geçmeğen bir ağıt şiiriyle, birazdan aşağıya teyelleyeceğim birkaç dize kesitini ama bu Sait derlemesini de, külliyatının diğer kitapları için de yaptığımız gibi, hızla başka- başka zihinlerin dolaşımına sokmanızı rica ederek...
(...)
*
İnsan ilk girdiği koskaca bir sarayda
Nasıl şaşırır birden
Anlamak şaşırmaktır, darken geniş
Bursa lisesini bitirdi, İstanbul
Fransa'ya gidiş dönüş.
Anlamak açılışı kapının
Dilsiz ve karanlık konakta
Anlamak hikayelerinde İstanbul
Uzun, kısa.
(...)
* Necatigil