Gönderi

Bundan asırlar önce Pakistan'ın büyük imparatorlarından biri olan Akbar'ın hayatında küçük bir öykü vardır. Her türden özel yeteneğe sahip insanlarla son derece ilgiliydi ve Hindistan'ın her tarafından en yetenekli dâhilerden, 'Akbar'ın sarayının dokuz mücevheri' olarak bilinen dokuz kişiyi toplamıştı. Bir gün danışmanlarıyla öylesine dedikodu yaparken, 'Geçen akşam karımla tartışıyordum, tüm kocaların kılıbık olduğu konusunda çok ısrarcı. Büyük çaba sarf ettim ama o, 'Pek çok aile tanıyorum ama henüz kılıbık olmayan bir koca bulamadım. Sen ne düşünüyorsun?' diye danışmanlarına sordu. Danışmanlardan biri olan Birbal, 'Belki de o haklıdır çünkü siz bunu kanıtladınız. Siz kendiniz de kılıbık bir kocasınız, öyle olmasaydınız onu bir güzel pataklamış olurdunuz. Ancak o zaman siz, görevini yapan bir koca olduğunuzu kanıtlamış olurdunuz,' dedi. Akbar, 'Bunu yapamam çünkü onunla yaşamak zorundayım. Başka birisine karısını dövmesini tavsiye etmek kolaydır. Sen kendi kannı dövebiliyor musun?' dedi. Birbal, 'Hayır, yapamam. Ben basitçe kılıbık bir koca olduğumu kabul ediyorum ve sizin eşiniz haklı,' dedi. Ancak Akbar, 'Bu bir şekilde kanıtlanmak zorunda. Mutlaka başkentte en azından bir tane kılıbık olmayan bir koca olmak zorunda. İstisnası olmayan hiçbir kural dünyada mevcut değildir ve bu İlmî bir kural dahi değil,' dedi. Birbal'a 'Benim güzel Arap atlarımdan biri siyah, biri de beyaz, iki tanesini al ve başkenti dolaş. Eğer kılıbık olmayan bir adam bulabilirsen ona şöyle bir seçme şansı tanı: Atlardan hangisini beğenirse benden ona bir hediye olsun,' dedi. O zamanlar da atlar çok kıymetliydi ve bunlar en güzel atlardandı. ‘Gereksiz bir şey, eğer öyle arzu ediyorsanız gideceğim.' dedi Birbal. Gitti ve herkesin kılıbık olduğunu gördü. Bunu anlaması çok kolaydı. Birbal sadece o kişiyi ve karısını ön kapıya çağırırdı ve kocaya ‘Sen kılıbık mısın, değil misin?' diye sordu. Erkek karısına bakıp 'Tek başımayken sormalıydın, bu doğru değil. Bu gereksiz yere sorun çıkaracak. Sadece bir at için hayatımı mahvedemeyeceğim. Sen atlarını al, onların ikisini de istemiyorum,' derdi. Ancak evinin Önünde iki kişiye masaj yaptıran bir adama geldi. O şampiyon bir güreşçiydi ve çok güçlü bir adamdı. Birbal, ‘Belki de bu adamdır. O, bir silah bile olmaksızın herhangi birini öldürebilirdi, eğer senin boynunu tutsa işin biterdi,' diye düşündü. Birbal, 'Size bir soru sorabilir miyim?' dedi. Adam ayağa kalktı ve 'Soru mu? Ne sorusu?' dedi. Birbal adama, 'Siz kılıbık mısınız?' diye sordu. Adam, 'önce birbirimizi selamlayalım, bir elimizi sıkalım,' dedi. Birbal'ın elini sert bir şekilde sıktı ve ‘Gözlerinden yaş gelene kadar ellerini bırakmayacağım. Bana böyle bir soru sormaya nasıl cüret edersin?' dedi. Birbal nerede ise ölüyordu; o da çelik gibi bir adamdı ama gözünden yaşlar gelmeye başladı ve 'Sadece elimi bırak! Sen kılıbık değilsin! Böyle bir şey sormak için anlaşılan o ki yanlış yere gelmişim. Fakat karınız nerde? dedi. Adam yerini gösterdi ve 'Bak orada, kahvaltımı hazırlıyor,' dedi. Çok ufak tefek bir kadın adamın kahvaltısını hazırlamaktaydı.Kadın öylesine küçük ve adam o kadar büyüktü ki, Birbal bu adamın kılıbık olmaması olasılığının gerçekten mümkün olduğunu düşündü. Bu adam, kadını öldürebilirdi! O nedenle, 'Artık araştırmada daha ileri gitmeye gerek yok. Bu iki siyah ve beyaz attan istediğin bir tanesini kılıbık olmayan bir adama kralın verdiği bir ödül olarak seçebilirsin,' dedi. Ve tam o an, o küçücük kadın, 'Siyahı seçme! Beyazı seç yoksa hayatını cehenneme çeviririm!' dedi. 'Hayır, ben zaten beyazı seçecektim. Sen sadece sesini çıkarma!' dedi adam. Ve Birbal, 'Sen ne siyahı, ne de beyazı alıyorsun. Bu iş bitti, sen oyunda kaybettin. Sen bile kılıbık bir kocasın,' dedi."
·
40 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.