Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

426 syf.
·
Puan vermedi
Bu kitap bana kişisel gelişim ile roman arasındaki farkı öğretti. Hani birisi size bir öğüt verir, sizin bir kulağınızdan girer, diğerinden çıkar. Sonra bir olay yaşadığınızda birden kulaklarınızda o öğüt yankılanır ve yaşayarak öğrenmiş olursunuz ya. İşte kişisel gelişim ile roman arasındaki fark da budur. Kişisel gelişim öğüt gibidir. Okur, çoğu zaman uygulayamaz ve unutur gidersin. Roman ise tek bir hayat mottosunu koca bir kitaba yayarak anlatır, direk mottoyu söylemez ama kitabın son sayfasını okuduğunuzda aslında kitabın her sayfasından buram buram o mottonun yayılıyor olduğunu hissedersiniz. İşte yaşanmışlık bu kadar önemlidir. Bu kitapta da mottonun 'Mankurt olmayın' olduğunu söyleyebiliriz. Geçmişi, değerlerinizi, tarihinizi unutmayın. Kitabın son sayfasını okuduktan sonra geriye baktığımda yazarın bu mottoyu ustaca her olayda bize yedirip sindirdiğini hissettim. Kitap başlı başına Yedike'nin arkadaşı Kazangap'ın ölüsünü gömmeye giderken düşündüğü geçmişi ile ilgili zaten. Abutalip Kuttubayev'in çocukları için kendi savaş yıllarını yazması, tutuklanıp götürülürken Yedike'ye 'Onlara Aral'ı anlat' demesi -Aral onun geçmişiydi-, Nayman Ana efsanesi, kitabın sonunda Yedike'nin Dönenbay kuşu ile karşılaşması, kendi dilini konuşmayı reddeden Kazak askeri, Sabitcan'ın okumuş ama özünden kopmuş oluşu gibi birçok güzel detay bu mottonun birer parçalarıydı. Özellikle son sayfalarda Kazangap'ı gömmek amacıyla gittikleri Ana Beyit mezarlığına orada kurulan uzay üssü nedeni ile girememeleri, teğmenin mezarlığın yok edileceğini ve orada başka bir yerleşim kurulacağını söylemesi üzerine Yedike'nin buna, bu tarihin yok edilmesine itiraz edişi ve hemen çözüm arayışına girmesi, Sabitcan'ın yapılacak hiçbir şey yok, mezarlık umurumda değil demesi üzerine Yedike'nin onun gerçek bir mankurt olduğunu düşünmesi, son sayfalardaki Sabitcan'ın kendi rahatını, kovulma korkusunu, değerlerine, tarihine tercih ettiği yönündeki Yedike'nin söylemleri, Sabitcan'ın hiçbir girişimde bulunmadan yapacak bir şey yok diye kestirip atması, kılını kıpırdatmaması, Yedike'nin ise kendi değerlerine sadık kalıp görüşmelere nereden başlayacağını bilmemesine rağmen trene atlayıp şehre gitmesi çok etkiledi beni. Yedike Sabitcan'ı belki de Sabitcan olsun diye, emir eli olsun, el ayak işlerine koştursun diye eğittiklerini söyledi. Kendim de dahil olmak üzere çoğu gençte Sabitcan'ı görüyorum. Değerlerimize göre değil, elaleme göre yaşıyoruz. Rütbelilerden korkarak, rütbe ile övünerek. Kendimizi, değerlerimizi savunamıyoruz bile iş yerinde bir sıkıntı çıkacak diye. Hep susuyoruz sonra da şikayet ediyoruz. Kendi fikirlerimizi söylememeye, ne denirse onu yapmaya öyle alışmışız ki bir gün kendi fikrimiz de kalmayacak diye korkuyorum. Eski insanlar çok daha sadık, güvenilir, vefalı, dirayetli, işin ucunun ona dokunup dokunmayacağı belli olmasa dahi kendi değerlerini savunan, 'Bana ne' demeyip elini taşın altına koyan, cesaretli, 'Benden sonra dünya yansa umurumda değil' diye düşünmeyip kendinin hiçbir çıkarı olmadığı halde değerleri için uğraş veren, özsaygılı insanlarmış. Kendimi sorguladım, bu romanın bana çok şey kattığını düşünüyorum. Artık dünyadaki güç dengesine göre değil de kendi değerlerimize göre davranmamızın, elimizi taşın altına koymamızın, bencillikten çıkmamızın, kendimize saygı duymamızın zamanı geldi! Söylenecek daha çok söz var da biz burada bırakalım. Mutlaka okuyun derim. Alta da kitaptan çok sevdiğim kesitler sunacağım. -Ne sandın ya? İşim gücüm yok da o boş şeylerle mi uğraşacağım! Hem de niçin! Ne yararı olacak? Bir ailem, çocuklarım var benim. İyi de bir işim var. Durup dururken ne diye rüzgara karşı işeyeyim? Bir telefondan sonra kıçıma bir tekme atsınlar diye mi? Yoo, ben yoğum bu işte. Beni bağışla. Teşekkürler. -Teşekkürün de senin olsun! Demek kıçına tekme atarlarmış. Demek oluyor ki sen kıçından başka bir şey düşünmüyorsun, yalnız kıçını düşünüyorsun! -Evet, tam söylediğin gibi. Yalnız kıçımı düşünüyorum. Sen boşuna konuşuyorsun. Hem sen nesin ki? Bir hiç! Ama biz, soframızda aş olsun, ağzımıza tatlı bir şey düşsün diye, kıçımızı düşünmek, kıçımız için yaşamak zorundayız. -Evet, evet anlaşıldı. Eskiden insanları kafaları ile değerlendirir ve kafalarına bakarlardı. Şimdi ise kıçlarına değer veriyorlar demek! . . O okullarda, o enstitülerde ne öğrenmişti bu adam? Belki onu işte böyle bir adam, bir Sabitcan olsun diye eğitmişlerdi. Belki de bir yerlerde onu bekleyen bir varlık vardı. Onu bekliyor, gelince avucunun içine alıyor, şeytan gibi her şeyi görüp yaptırıyor ve onun işte böyle bir Sabitcan olmasını ve öyle kalmasını sağlıyordu. Sabitcan denen bu herif, yakında insanların telsizle yönetileceklerini büyük bir coşku ile anlatmamış mıydı? Belki de o görünmez güç, Sabitcan'ı şimdiden yönetiyordu!
Gün Olur Asra Bedel
Gün Olur Asra BedelCengiz Aytmatov · Ötüken Neşriyat · 201045,5bin okunma
·
439 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.