Gönderi

Dedem, epeyi uzakta olan camiine, ezan vaktinden önce giderdi. Camii açar, namazdan önce vaaz eder, çoğu zaman ezanı okur, sonra namazı kıldırırdı. Namazdan sonra ders okuyacak çocuklar gelirdi. Bunlara mektep vaktine kadar Kur'an öğretir, ders verirdi. Namaz sureleri, ahlâk, fazilet, ana babaya itaat ve hürmet, göz, söz ve öz temizliği, üzerinde durduğu bahislerdi. Çocuklar mekteplerine gidince, Arapça okumak isteyenler gelirdi. Bu dersleri, yasaklar ağırlaşıp, takibat başlamadan önce camide yapardı. Dinsizlerin baskısı ve takibi arttığı sırada, birkaç kere yakalandı. Sonunda camide Kur'an ve din öğrettiği için mahkemeye verildi. Son yıllarda Adapazarı'nda doktorluk yapan İsmail Hakkı Bey'in babası, o sırada Konya Sulh Ceza hâkimi idi. Dedemi "Arap harfleri okutuyor." diye mahkemeye verdiler. Bu zat beraat ettirdi. Kendisine beraat ettiği söylenince, dedem hâkime şöyle demiş: "Hâkim Bey, beraat ettiğimize göre demek ki suç sayılmıyor, vazifeye devam edelim öyle mi, evlâdım?" Hâkim Bey o gece amcama haber göndermiş: "Peder efendinin mahkemesi vardı, beraat ettirdim. Yine ettiririm. Fakat sonra beni Konya'da durdurmazlar." Amcam, bu vaziyeti dedeme nasıl söyleyeceklerini düşünüyor. Sonunda, "Polis takibi var, çocuklar korkarlar gelemezler. Size bir ev bulalım da vazife devam etsin." diyerek, bir çare buluyor. Dedemin korkup çekinmeyle filân alâkası yok. Bir keresinde talebe okuttuğu için, aynı sebeple karakola çağırıldığında, sırasını beklerken, yanındaki masada oturan komisere sormuş: "Oğlum, sen Kur'an-ı Kerim okumayı, namaz surelerini bilir misin?" "Nerede hocam, öğrenemedim." "Öyleyse şu fırsatı değerlendirelim, gel sana Fatiha'yı öğretivereyim de yâdigârım olsun..." 1935 öncesinde inkılâplar çok sert idi. Kur'an öğretenler âdeta kaçaktılar. Polis yakalayacak, jandarma önünü kesecek... İşte dedem gibi, o günlerde Kur'an için çalışan fedakârların aşkı ve gayreti, Kur'an okuttuğu için tevkifini beklerken, polise Kur'an öğretmeye çalışacak bir derecede idi. Allah hepsine rahmet eylesin. Dedem camide ve bir evde, vazifesini yapıp dersini verdikten sonra, kuşluk vakti, öğleden bir birbuçuk saat önce eve gelirdi. Bu sırada babam da dedeminkine benzer bir hizmeti tamamlayıp eve döndüğü için birlikte yemek yerlerdi. Bu hem kahvaltı, hem öğle yemeği yerine geçerdi. Dedem ve babam yemekten sonra öğleye kadar dinlenirlerdi. Öğle namazını, bir saat geç olarak mahallemizdeki küçük mescidde cemaatle kılar. İkindiyi de orada eda ederlerdi. Öğle namazı ile ikindi ezanı arasında dedem, aile içi ders yapardı. Ezanın Türkçe okunması kanunla mecbur edildikten sonra, öğle ve ikindinin ezanlarını yalnız cami içinde okumaya başlamışlardı. Amcamın evi de hemen karşımızda olduğundan, aile içi derslere, ninem, annem, halalarım, amcamın hanımı ve kızları, kim varsa katılırdı. Dedem hem anlatıp hem sorarak, sohbet şeklinde ders yapardı. Hanımlar onu dinlerken, bir taraftan da örgülerini örer, dantelalarını işlerlerdi. Dedem halalarıma Ahmediye ve Muhammediye'yi okutur. Daha önce yazdırdığı, ezberlettiği manzume ve kasideleri, meselâ Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin 28 peygamberi sayan şiirini ve ilmihal bilgilerini tekrar ettirirdi. Namazda okunan sure ve duaların manalarını iyice öğretir, sonra sık sık sorardı. Böylece hiç sıkmayan, sohbet şeklinde bir ders olurdu.
Sayfa 150Kitabı okudu
·
84 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.