O kadar çok anlaşılmak istiyoruz ki, o kadar çok istiyoruz ki derin kuyularımızda aslında yalnız olmadığımızı görmeyi. Bağırıyoruz avaz avaz, kimse duymuyor.. bir kimlik bulmaya çalışıyoruz önce bu kimliğe kendimizi inandırıp sonra başkaları inansın diye çabalayıp duruyoruz. O kimliklere inanıp o kimliklerin ardına sığınıyoruz. Bir kabul bekliyoruz anlaşılmak için bir ses duymak istiyoruz, bir el istiyoruz omuzlarımızda ..bizden ispatlar sunmamızı istiyorlar, kendimizden vazgeçerek onları bile yapmaya başlıyoruz. Derinliğimizi görüyorlar, oraya inmek istiyorlar ve bunu başarıyorlar üstelik. Kendimize yüklediğimiz kimliklerle derinliklerimizin aynı olmadığını görüyorlar. Kimisi bunu neden yaptığımızı sorguluyor bazen sessiz bir şekilde haklı buluyorlar bizi ve yine sessiz bir şekilde gidiyorlar; bir çoğu onları kandırdığımızı düşünerek o derinliğimize bir taş atıp hızlıca uzaklaşıyor ve bir daha ardına bakmıyor. Tek gayesi, tek amacı anlaşılmak olan biz, yuvamızda taşlanıyoruz. Canımız çok acıyor.. taşları oradan çıkarmaya çalıştıkça biraz daha gücümüz azalıyor. İşte o an.. artık susuyoruz, artık haykıra haykıra susuyoruz ,artık çok yorgunuz.
Sadece anlaşılmak için, bir el bir nefes için canımızı acıtan taşlar ve sessizliğimiz kalıyor. Vazgeçiyoruz anlaşılmaktan; kimimiz bazı şeylere sığınıyor, kimisi suskunluğuyla konuşuyor, kimi sadece uzaktan izlediği hayatlara ayak uyduruyor. En acı olanı da; kimi yaşamdan soyutluyor kendini, dünyadan çekip çıkarıyor kendini ,bazıları bunu sadece ruhuyla yapıyor en yorgunumuz en çaresizimiz bedeniyle birlikte göçüp gidiyor..
Biz sadece o kör karanlıklarımızla o derinliklerimizle anlaşılmak istiyoruz, ölmek değil..