Gönderi

104 syf.
·
Not rated
·
Liked
Yeni bir yazarla tanıştığım vakit didiklemeden edemem acaba az da olsa benzer noktalarımız var mı? Her yazdığını da kendi kişiliğinden bir parçaymış gibi algılarım çoğu kez- oysa ki olmayabilir de- ama ben öyle kabul ederim. Hakan Sarıpolat’ın hayal odasına konuk olduğumda, ağaçları, kuşları, hayvanları, masalları, çocukları, sevgiyi, hayatın narinliğini, ızdırap dolu yüreklere su serpmeye hazır duranları gördüm. Sevdim. Yazarı özel kılan, kendi içimde bir araya getiremediğim cümlelere hayat vermesi oldu. İnsanlara unutulmuş bir çok duyguyu hatırlatan öyküleri seviyorum. Bu hikayeleri okumak değişen ve bozulan dünyada bana yalnız olmadığımı hissettiriyor. “zincir” hikayesinde ; yazgısı kötü olan hikayelere iliştirilmiş bir yaşamdı Ali İmran’ın varlığı. Cebo’nun onun için söylediği şu sözler bu karakter hakkında düşündüklerimizle birebir örtüşmüyor mu? ; “çok kötü şeyler yaşamış garibim. Öyle hayat yaşayan bir insan cami hocası olacak değildi ya. Bu yüzden hiçbir zaman kızmadım ona. Hayatın sillesini yiyenlerdendi.” Bizler de kızmadık, kızamadık. İçindeki karanlık yolda hiç ışık yanmayan ve yolunu kaybeden küçük çocuk, karanlığa alıştırıyor gözlerini.. Ali İmran, Behram’la karşılaşmamış hiç.. Atlıkarıncaya binmemiş, annesinin sıcaklığını yeniden hissetmemiş… kuytularda unutulmuş, örselenmiş, dayak yemiş, suskunlaşmış, sevilmemiş… İlk kez aşık olduğu vakit çözülmüş dilinin mührü, kendisine uzanan ellerin sıcaklığı ile görmüş ışığı ilk kez ve başka birine dönüşmüş… Zincir oldukça güzel bulduğum bir öyküydü kısaca… “satılık melek tüyü” bir büyüğünün kaybını yaşayanlar için duygusal bir öyküye dönüşebilir. Ben çocuğa yoğunlaştım daha çok okurken ve bir gülümseme oluşturdu yüzümde. “demek sonunda ölmüştü anneannem” Çocuğun hikayesi böyle başlıyordu. Çocuklar yani “hayalden yapılma varlıklar” anneannesi melek olup da eline para kazanma şansı geçince her şeyi bir oyuna dönüştürürcesine yaşayan çocuk. “hayaller eşliğinde uyumuşum” Ruhani bir durum, ardından gelen türlü hurafeler. insan ilişkilerinde sınırı aşan, pişkinliğe varan yaklaşımlar, İnsanlar arasındaki paylaşımcılığın, yardımlaşmanın, dayanışmanın yerini alan umursamazlık…vs. Bu öykü çocuğun gördüğü bir düş olabilir gibi geliyor. Aynı zamanda da neden olmasın dedirten bir gerçek!.. “leyla kokusu; “kokular, kokular. Hakiki kokular” kokuların olduğu kadar sevgilerin ve insan ilişkilerinin de “hakiki” olduğu zamanlara ait bir öykünün başlangıç cümlesiydi bu. Öykünün kahramanı kokucu Hekim’dir. Kokusunu satmaya uğraştığı vakitlerde onu tek duyansa kırk altı yıl boyunca altına gelip durduğu iğde ağacıdır. O da yalnızdır Hekim gibi. Birbirlerinin dertlerini dinlerler ,birbirleriyle anlaşırlardı. Konuşarak değil de bakışarak. Bir ağaçla dostluk, bir ağaca verilen selam… olağanüstü bir incelik. Kazancakis; “ince ruhlar bu çağın gözlerinin içine bakamazlar” der. Yalnızlıklar, bir ağaçla konuşmalar,duygulara sığınışlar hep bu yüzden değil midir? Ve en önemlisi de öykünün sonunda olduğu gibi hayalin gerçekliğinde yaşamak… Bu çağdan bir kaçış değil midir? “kelebekler” ve “atlıkarınca” öykülerini gözlerim ruhuma işledi adeta. Bu iki öyküye gözyaşlarımı bıraktım. “kelebekler” de “koca cüssesinin altında inatçı bir çocuk” saklayan adamın hikayesi anlatılır. Yaşlı bir adam nelerden oluşur? Sevgi, emek, gözyaşı, mutluluk, bekleyiş, umutsuzluk, tükeniş, hayal ve en çok da anılardan… yaşam eninde sonunda bir anıya dönüşür kişi için ve ardında bıraktıkları için. Baş etmek, dayanabilmek, devam edebilmek güç gelir bir yerde. İnsan nasıl kurtulur bedeninden. Pessoa’nın bir sözü geliyor aklıma “öyleyse kim kurtaracak beni varolmaktan/ hayatımı toprağa veriyorum” tohuma dönüşen bir adam,yeniden yeşerecektir, sevdiği toprakların(karısının) koynunda… Biliyorum. ( İsmail Güzelsoy – Öksüz Ağaçların Çobanı kitabında ağaca dönüşen insanlardan bahsediyordu,anımsadım.) “atlıkarınca” ; İnsanın en zor günleri için yaşam birkaç “anımsama” bırakıyor yine de, dedim. “annesini ansıyor. Çiçekli eşarbı altında sımsıcak gülen, toprak evlerinin içini neşelendiren, her gece onlara masallar anlatan…” Çocuklar için bir ağıt bu öykü. Sevgisiz, düşsüz, umutsuz düşünceler içinde kıvranan çocuklara… Evlerde, odalarda gözlerden uzakta, kederden yapılma çocuklara… Aç uyuyan, Annesini ,babasını üzgün gören, yokluklarını yaşayan, hayatın yalnız bıraktığı çocuklara… “dönüyor atlıkarınca. Çocukların suratında solmayan bir gülücük. Umut dolu. Behram’ın içi içine sığmıyor. Çocukların gülücüklerini toplayarak Avşar’ın semerine dolduruyor. Sabahın ilk ışıklarıyla gökyüzüne salacak gülücükleri. Yıldızsız gökyüzünü parlatacak. Yaşanılır bir gök kubbe oluşturacak.” Behram ve gülümseyen çocukları.. Küçük Saim… öyküyü okudum bitirdim ve odamın köşesinde duran atlıkarıncaya ilişti gözlerim… Hakan Sarıpolat, iyi ki yazdın…
Cıs
CısHakan Sarıpolat · İthaki Yayınları · 2021370 okunma
··
724 views
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.