Gönderi

Yalnızlık Üzerine
İnsanlar günümüzde yalnızlığı, başkalarına karşı fedakarlık yapmayacaklarını belirterek; dört taraflarını örümcek ağlarıyla sararak doğru bir yalnızlık oluşturduklarını sanıyorlar. Oysa onlar; dış dünyaya örümcek ağlarındaki boşluklar arasından bakıp, kendilerine uzatılan ele karşı bir mahkumun gardiyana parmaklıktan ellerini uzatması gibi uzatarak ilişkilerdeki çatlaktan sesleniyorlar. Yani bir manada bencillik ve yalnızlık arasında olan ince farkı bu kişiler ya bilmiyorlar ya da bunu sesli bir şekilde dile getiremiyorlar. Bilmelerine rağmen bunu sesli dile getirmeyenlerin suskunluklarının sebebi; bencilliğin olumsuzluk, yalnızlığın asilliği çağrıştırdığı gerçeğinin farkında oluşlarıdır. İletişimsizlik bile dünyada bir iletişim türüyken, insanlardan bağımsız bir insan ilişkisinden söz edilebileceğini pek sanmıyorum. Yani derin bir sessizliğe bürünmüş bazı büyük yazarlar bile yazarak bizlere seslenmiyor mudur? ya da hayatında kimsenin vazgeçilmez olduğunu söyleyen kişi, hiçkimsenin vazgeçilmez olmadığını belirterek kendisini insanlar içerisinde var kılan bir tanımlama yapmıyor mudur? Dünyada fark ettiğim gerçekliklerden biri varsa o da şudur ki; genimizde var olan  kötülüklerden ayrı olarak, dünyada dengede olması gereken kavramlar ve duygulara verilmesi gereken değerden azını veya fazlasını vererek dünyaya kötülük yayabilecek davranışlar oluşturabiliyoruz. Bugün gereğinden fazla yalnız olan kişinin bencil, kibirli, egolu, kaprisli, kendi dediğinin doğruluğu adına dünyada zıttıyla var olan parıltılı güzellikleri yok edebilecek bir zihne sahip olabileceği aşikardır. Fakat bu ruh haline bürünen insanlar öyle durumdadırlar ki, kendilerine dengeli bir yaşama sahip olmaları gerektiği söylendiğinde insanların neden dengede bir yaşam sürmesi gerektiğine dair yeni söylemler ortaya çıkarırlar. Şunu biliyorum ki dünyada, herhangi bir konuda kendimizi doğrulamak adına karşı tarafı çürütebilecek sonsuz sayıda soru bulunmaktadır. Keza karşı taraf da sonsuz sayıda soruyla bizim doğrularımızı sarsabilecektir. İnsanları muhatap almayacağını söylemek, bir nevi kendi yıkımını gözüne vurabilecek gerçekçi sonsuz sorulardan bir tanesiyle muhatap olmaktan kaçmanın göstergesi olabilir. Erdemli insan; sonsuz sayıda sorular karşısında bulunduğunu bilip, sonsuz sorunun cevabına bir ömür yetişemeyeceğini bilen ve bulduklarıyla yaşayıp bulamadıklarıyla insani düzeyde sorular sormayı bilen kişidir. Ve asıl yalnızlık; kalabalık içinde bile olsa içteki dinamikleri koruyarak ya da dinamiklerin korunamayacak kadar zorlandığı anda, geçici bir süre kendini muhafaza etmenin yöntemlerini bulabilmenin adı olmalıdır. Gerektiği zaman kapanıp gerektiği zaman açılmak, insanın esnek yaşam kazanmasına ve durumlara göre ani değişiklik yapma becerisi kazandırmasına ve daha katmanlı ilişkiler bizlere kazandırabilir.      Bir gerçek yalnızlık türü daha vardır ki, ne ilk durumdaki gösterişçi sahtekar yalnızlığa benzer, ne de ikinci durumda olabilecek gerçek ve yeri gelince bunu olumlu kullanabilecek bir yalnızlığa benzer. Hiçkimsenin yanlarında olmadığı, olan kişilerin hiçbir şekilde bu ruh hallerini değiştiremediği, varlığı da yokluk kadar yok hisseden, kendilerini yeryüzünde gezen amaçsız bir böcekten farksız gören, farklı bir yalnızlık psikolojisine sahiptirler. Beyinlerinin çeperlerinde geçen anlamsızlık çukuru kelimelerden bağımsız yeni bir dünyayla onları başbaşa bırakmıştır. Onlar için ağaçların sesi, olmayan bir alemden gelen bir ses olarak zihinleri tırmalar. İnsan ilişkilerini oluşturan iletişim; kendileri için ölene kadar var olan avuntu, yaşamın acınası kaçınma yollarından biridir onlar için. Kendilerini hiç olarak görmek kimilerini yazıya, kimilerini intihara sürükler. Yazıya sürüklenenleri; hayatı tanımlayan bir metafor olarak görmekten ziyade, yazıyı ölene kadar zaman geçirmek için yapılan aktivitelerden bir aktivite olarak kullanırlar. Dolayısıyla bunlar için yazmak, gerçek bir yazmayı değil, kendi anlamsızlığını kusma işlevine sahiptir. Yazıya sürüklenmeyip de intiharın eşiğinde dolananlar; dünyadaki kompleksleşmiş tüketim toplumu içinde ezilen, fakir, ya da hayattaki yerini keşfedememiş zengin-ki bu genellikle kapitalizmin insanı değerden ziyade sadece meta olarak kullanılmasıyla artmış bir durumdur,- ya da tatminsiz bir zihin, yani hayatın kendisindeki anlamsızlık çukurundan tanımladığı için hayatın güzel denebilecek tüm yönlerini reddetmiş kişilerden oluşabilir. Hepimiz az çok bu düzeye varabilen yalnızlık durumlarını tadabiliriz. Özellikle hayattan bir sille tokat yedikten sonra bizler kendimize gelene kadar, derin bir suskunluk içinde bu gruptakiler gibi hissedebiliriz. Fakat buradaki sorun onların bunu geçici olarak duyumsamayıp bir daha günyüzünü hissedemeyecek kadar ortadan kaybolmalarıyla karşı karşıya olmalarıdır.       Ben burada son bahsettiğim yalnızlığa sahip insanlarda çözüme dair herhangi bir yol, yöntem biliyor değilim. Bildiğim şey; toplumsal düzen, statü, olması gerektiği kadar herkese değer vermezse bunun tek tek düzelebicek bir yönünün olmamasıdır. Hatta şunu söyleyebiliriz ki genellikle böyleleri, değişemedikleri için hayat onları kırmışsa bir süre sonra onlar da hayatı kırmanın gerekli olduğunu, aldatılmışsa aldatmaya, anlamsızlıktaysa fakat intihar etmiyorsa ölene kadar hayatın her kanun maddesine aykırı bir yol seçebilir. Hayatın acımasızlığı, onların da hayata acımamasına daha doğrusu zarar veremedikleri hayata karşı bir savaş açmalarına sebep olabilir. Ki burada Tanrıyı suçlamak ve sonra her yaptıklarını meşru bulmak, onlar için çok olası olacaktır. Hayatın bize hiçbir şey borçlu olmadığını bilmek, ne için borçlu olması gerektiğini de kestirememek, doğrunun ve yanlışın düşüncesel düzeyde sürekli değişebileceğini fark edebilmek böylelerinin kurtuluşuna katkı sunabilir. Her gün doğan güneşi, bir mucize değilmiş de her gün tekrar eden sıkıcı bir süreç olarak bilmek, güneşin tekrar ve tekrar doğmak zorunda olmadığını bilebilecek ilim ve irfana sahip olmadan değiştirilemez. Ne yaparsak yapalım hayatın rutinden çıkmayıp görevini yapması gibi, bizler de hayata sonuçlardan ziyade bu hayata dünyadaki yer oranımızda bir görev biçebilirsek; doğan bir güneş, gökteki ay, denizdeki yakamoz, topraktaki karınca kadar değerli bir alan oluşturabiliriz. Onur Değer      
··
315 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.