Gönderi

848 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
Kristal Gecede Gri Bir Baykuş
Sessizlik açtırdı gözlerimi. Yatakta doğruldum. Karanlık gökyüzüne baktım pencereden. Uykularımda bile düşünceme yuva yapan bu hikayeyi “Hepsi sadece metafor, sadece birtakım kavram yığını...” diye zihnimden kovmaya çalıştım. Tam o sırada arkamdan ince bir ses duyar gibi oldum. İrkildim. Kumandandı bu. Apaçık onun sesiydi. Onu göremesem bile odanın içinde bir yerlerde oturmuş beni izlediğini hissediyordum. Yeniden duydum aynı sesi. O tuhaf konuşma tarzıyla bir kez daha tekrar etti aynı şeyleri. “Sizler yanılıyorsun.” dedi kumandan zihnimden geçenleri okumuş gibi.“Burada olan şeyler metafor değil. Hepsi yaşanmış şeyler. Sizler buna inan.” ... “Burada olan her şey kavram ya da metafordan başka bir şey değil diye düşündüm. Ancak yine de, beni sımsıkı saran bu karanlık son derece gerçekti, beni boğan bu derinlik de sonuna dek gerçekti.” Kitabın sonlarına doğru geçen bu alıntı benim kitap hakkındaki düşüncemi özetliyor. Bu yüzden bu alıntıyı incelememin en başına koymak istedim. Kaç yıldır sıkı bir Murakami okuruyum bilmiyorum ancak bu yazar beni daha fazla şaşırtamaz, başka bir kitabını daha fazla sevemem dedikçe her yeni kitabında bu sınırlamalar kırılıyor. Evet! Yeni favori romanım Kumandanı Öldürmek! Murakami'nin okuduğum çoğu romanından farklı hissiyat verdi bana bu kitap. Gerek olay örgüsünün sağlamlığı olsun gerek karakterlerin karşımıza ete kemiğe bürünüp canlı kanlı insan olarak çıkmaları olsun ve gerekse 800 küsür sayfa olmasına rağmen sayfaların birbiri ardına akıp gitmesi olsun her şeyiyle harika bir kitaptı. 848 sayfa boyunca hızını bir an olsun kesmeden sürüp giden gizemi de tamamen büyüleyiciydi. Kitabı bilerek çok yavaş okudum. Çünkü bitmesini istemedim. Kitabın konusu, okuduğum bu iki ay boyunca zihnimi o kadar meşgul etti ki gece birden sessizliğin sesiyle uyandığım günler oldu. Yatakta Menşiki'yi, gece yarısı belli saatlerde uzaklardaki bir kuyunun dibinde çalan eski çanı düşündüm. Hikaye benim için o kadar gerçekçiydi ki sanki kendi penceremden dışarı baksam karşıda Menşiki'nin o görkemli evini görebilecektim. Gündüzleri kendimi hikayeye kaptırdığım günlerin gecesinde, birden uzaklardan kulağıma gelen çanın sesiyle uyanırım diye tedirginlikle uyuduğum da oldu. Bazı geceler durduk yere uyandığım zaman sessizliğin sesiyle uyanan ana karakteri hatırladım. “Demek sessizliğin sesine uyanmak böyle bir şey” diye düşünerek kendimi onun yerine rahatlıkla koyabildim. Odanın içinde bu dediğimi onaylayan bir kumandanı hayal ettim sonra. Ben gecenin bir yarısı pencereye yakın otururken onun küçük bedeniyle odanın içinde bir yerlerde beni izleyip izlemediğini merak ettim aynı zamanda. Kanepenin üzerine küçük bacaklarını dümdüz uzatmış, ayaklarında şekli tuhaf küçük ayakkabılarıyla, huzursuzca kımıldayan tuhaf beyaz bir elbiseyle sarılı bedeni, belinde minyatür kılıcıyla boyu altmış santimetre kadar olan o küçük adam...Tomohiko Amada'nın Kumandanı Öldürmek adlı tablosundan çıkıp gerçek dünyaya gelen kumandan, sanki ben gecenin bir yarısı uyandığımda o tuhaf konuşma şekliyle arkamdan bana sesleniyordu. “Sizler uyuyamadın mı?” Bir idea olarak her şeyi bilen kumandanın zihnimdekileri bilmesi hiç tuhaf olmazdı doğrusu. En çok sevdiğim karakterin kendisi olduğunu da biliyordur elbette. Kitabı bitirinceye kadar kumandanın sesi her zaman zihnimin derinliklerindeydi. Tıpkı ana karakterimiz gibi bu küçük adamı özleyip durdum. Bu romanı okuduğum günlerde kumandan benim tek sırdaşım oldu. Ben konuşmasam bile o zihnimden geçenleri okudu. Kitap boyunca küçük kumandanın ortaya çıktığı kısımları okumak için sabırsızlandım. Ve şimdi şunu rahatlıkla söyleyebilirim, kumandan olmasaydı bu hikaye olmazdı. Bir insan bir şekli bile olmayan ideayı nasıl sevebilirse öyle çok sevdim kumandanı. Onun tuhaf konuşma tarzını, şakalarını, durduk yerlerde ciddi çıkışlarını, anlattığı ilginç hikayeleri... Hepsini ayrı ayrı sevdim. Kumandanın masum bir inatla kendini feda etmesiyse bu uzun roman serüveninde beni hüzünlendiren tek şeydi. “Sizler kesinlikle vahşi değilsin. Bunu çok iyi biliyorum. Sizler bir insanı bıçaklayarak onu öldürecek biri değilsin. Ancak insanların değerli olan şeyleri korumak için ya da büyük bir görevi yerine getirmek için aklına hiç gelmeyecek şeyler yaptıkları da olur. Ve şimdi tam da o zaman işte. Öldür beni! Gördüğün gibi ben küçük bir bedenim, karşı koymam. Sadece bir idea'yım. Yalnızca o bıçağın ucunu göğsüme saplayacaksın. Kolay bir şey yani.” “Sorunlu bir kalbi kurtarmak zor bir işti. Bir dolu uzman, doktor, litrelerce kan gerekiyordu. Ne var ki bir kalbi tahrip etmek kolay bir işti.” Onun ölümünü kabullenemedim. Şimdi bile kabullenemiyorum. Kumandan, böyle bir karakterdi işte. Kendi deyimiyle: “Ben bir anlamda insanların yüreklerinin yansıdığı bir aynadan başka bir şey değilim. Kumandana olan ilgimi bir kenara bırakıp karakterleri analiz edecek olursam her birini ayrı ayrı sevdiğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Bundan sonrası spoiler içeriyor. Siz de kitabı bitirip de üzerine deli gibi konuşacak birini arıyorsanız doğru yerdesiniz demektir. Murakami'nin büyülü gerçekliği bu olsa gerek! Kumandanı Öldürmek romanındaki karakterlerin her birinde kendimden, hayatımdan parçalar buldum. Karısıyla boşanması sonucu yolculuğa çıkan ve bu şekilde hikayeyi başlatan ana karakter, kendime en yakın gördüğüm kişiydi. Onun dışarı çıkmayı sevmemesi, odasında tek başına oturup kendini sadece kitaplara, müziğe, resme vermesi, az konuşan biri olması ya da dünyada olup biten şeylere ilgisinin olmaması gibi... Onun yaşam tarzını okurken kendi yaşantıma ayna tutuluyormuş gibi hissettim. Mesela ana karakterin şu alıntısı bana geçen yazımı hatırlattı. Ve yalnız hissetmedim. Çünkü geçen yaz ben de ana karakter gibi aynı boşlukta durmuş, geçen zaman karşısında sadece yokluk üretebilmiştim. “Günler günler boyu tek üretebildiğim yokluktu. O yaz ben de aynı onun gibi, her gün ‘yokluğun üretimi’nde mesai yaptım.” Yine aynı şekilde Masahiko Amada'nın tehlikeden ve gizemden uzak kalmayı seçmesi de bana kendimi hatırlattı. Onun yaşam mottosu. “Ne kadar bilmemezlikten gelirsen senin için o kadar iyi olacak gerçekler vardır.” Marie Akikava'nın yaşıtı olan çocuklardan çok farklı bir düşünce şeklinin olması, topluluklardan uzakta kendi halinde yaşamının anlamını araması yine bana yakın gelen şeylerden biriydi. Tomohiko Amada'nın hikayenin arka planında ilerleyen gizemli hikayesi de ilginçti. İkinci dünya savaşı zamanlarında Nazi döneminde geçen bu kısımlar ilgisi olmayanı sıkabilir. Ama ben Nazi dönemine özellikle ilgisi olan biri olarak Tomohiko Amada'nın hikayesinin anlatıldığı bu kısımları eksiksiz bir şekilde ilgiyle okudum. Bu anlamda roman boyunca peş peşe birbirini kovalayan iki türlü gizemle baş başa olacağınızı bilmelisiniz. Bütün bunlar bir yana benim için en ilgi çekici karakter yazar tarafından sürekli gözümüze sokulan o güzel beyaz saçlarıyla bay Menşiki'ydi. Bir adam düşünün hem zengin hem de hayatın tüm kalıplarından sıyırmış kendini. Yaşı geçmesine rağmen merakı bir parça bile azalmamış. Resimden, müzikten, sanattan anlıyor. Her yaşa hitap edebilen bir kişiliği var. Deyim yerindeyse yaz geceleri boyunca balkonda sırtınıza battaniye alıp sabahın ayazında güneş uyanıncaya kadar oturup sohbet edebileceğiniz tarzda biri. Her konuda bilgisi var. Ama durumu kibirlenmekten uzakta, oldukça mütevazı birisi. Dürüst olmak gerekirse Menşiki'nin olduğu sayfalarda ana karakterin yanımızda olduğunu unutup bay Menşiki ile baş başa sohbet ediyormuşum gibi düşünmeyi sevdim. Onun olur olmadık yerlerdeki cesareti, onun ansızın ortaya çıkan özlemleri, onun istekleri, hayattan beklentileri... Hepsi benim içime kök saldı. Menşiki, roman boyunca romantik yanını göstermemiş olsa da onun özünde çok güzel seven biri olduğuna da şüphe yok. Onunla ilgili beni en çok etkileyen şey yıllar önce ölmüş sevgilisinin eşyalarını geçen zamana karşı koruyup her şeyi olduğu gibi saklamasıydı. Ölen sevgilisinin hatıralarını içinde taşıması... Sevdiği kadının geride bıraktığı kıyafetlerinin naftalinlerini her yeni mevsimde özenle tazelemesi... Gerçekten beni derinden etkiledi. Çünkü tüm bu şeyler Menşiki'nin bir kadını çok uzun zamandır böylesine derinden sevmeyi sürdürdüğünü gösteriyordu. Menşiki gibi planlı biri olamasam da Menşiki'de de kendimi gördüğüm yerler oldu. Şu güzel alıntıyı bırakayım hemen. “Bugüne dek kan bağına hiç ilgim yoktu. Aksine, akrabalarımdan mümkün olduğunca uzak durmak istedim hep.” Menşiki'ye kocaman evde neden yalnız yaşadığı sorulunca asla biriyle birlikte yaşayamayacağını söylemişti. Misafir sevmeyişi, akrabalık bağlarıyla ilgilenmeyişi, hayatını bir düzen içinde geçirmesi, plan dahilinde gerçekleşmeyen şeylerden kaçınması... Bu açılardan da yakın gördüm onu kendime. Kısacası keşke gerçek hayatta tanıdığım biri olsaydı dediğim biri haline geldi Menşiki. “Menşiki'nin kendisi kötü biri değil. Aksine çok yetenekli, düzgün biri. Hatta erdemli bile denebilir. Ne var ki onun yüreğinde özel bir boşluk var.” Kitabı okuyan herkesin bay Menşiki'ye böylesine çekilmesinin nedeninin bu özel boşluk olduğunu düşünüyorum. Kitabı okuduğum süre boyunca bu karakterin sonunda kötü biri çıkmasından çok korktum. Çünkü Menşiki'nin kar gibi güzel beyaz saçlarının aksine biraz korkutucu olan karanlık bir tarafı da vardı. Kalbinde taşıdığı bir tür özel boşluk... Menşiki'yi bu boşluğun hatırına sevdiğimi bile söyleyebilirim. Onun yüreğindeki bu boşluk olmasa tüm mükemmel yeteneğine rağmen Menşiki belki de böylesine özel bir karakter olamazdı. Neyse ki Menşiki kitabın sonunda da okuru hayal kırıklığına uğratmadı. Beni etkileyen bir diğer şeyse Masahiko Amada ve Yuzu'nun dostluğuydu. Amada'nın arkadaşlığında benim özlemle aradığım o arkadaşlığı gördüm. “Yuzu, eskiden beri Amada'yı çok severdi. Hep ona bir şeyler danışırdı. Konuştukları Amada'da kalırdı. Yağmur suyunun oluklardan geçerek yağmur suyu haznesinde birikmesi gibi. Oradan dışarı çıkmazdı. Yanlardan da taşmazdı.” Hepimizin böyle sırdaşa ihtiyacı olduğu bir gerçek. Bu kısımları okurken sık sık keşke benim de Amada gibi bir sırdaşım olsa dediğim oldu. Neredeyse bütün karakterlerle bağ kurdum. Bu yüzdendir ki kitapta sık görünmemesine rağmen kitabın temel taşını oluşturan ünlü ressamımız Tomohiko Amada karakteri de dahil hepsi benim yakın arkadaşlarım gibi oldular. Kitapta dikkat ettiğim başka şey de Marie Akikava karakterinin yıllar önce okuduğum yazarın başka romanı olan 1Q84'teki başka bir karaktere çok benzemesiydi. 1Q84'te de Marie Akikava'ya çok benzeyen 13 yaşlarında bir kız vardı. Murakami, Marie gibi bu kızın da sık sık beyaz minik kulağından bahsediyordu. Ve iki karakter de hem aynı yaşta hem de aynı gizemli çocuklardı. Kumandanı Öldürmek'i okurken bu iki karakteri birbirine çok benzettim. Hatta Marie Akikava'nın tıpkı 1Q84 romanındaki o kız gibi ana karakterler arasında bir köprü oluşturacağını düşündüm. 1Q84'te o genç kız farkında olmadan ana karakter olan Tengo ve Aomame'yi buluşturmuştu. Marie'nin de ana karakterimiz olan ressamla onun eski karısı Yuzu'yu bir şekilde tekrar buluşturacağına inandım. Ama o ikisi benim düşüncemin aksine bir rüya sayesinde ve elbette kumandanın çabalarıyla tekrar bir araya geldiler. Yine de Marie ve 1Q84'teki kızı benim gibi birbiriyle bağdaştıran olmuş mudur merak ediyorum. Resme ilgisi olan biri olarak çok şey öğrendiğim bir kitap oldu. Aynı zamanda ilk kez bir Murakami romanının sonunun bu kadar toparlayıcı ve karakterlerin mutluluğu bulduğu bir şekilde bittiğini gördüm. Kitapta bazı göndermeler çok hoşuma gitti. Mesela ana karakter metafor yoluna geçtiğinde orada onu derin ve suyu soğuk olan nehrin karşı kıyısına geçirmek için bekleyen Yüzü Olmayan Adam'ın, yaptığı işe karşılık olarak ödeme istediğinde ressamımıza paranın geçerli olmadığını söyleyip bu tür şeyler yerine Marie Akikava'nın penguen tılsımını ödeme olarak kabul etmesi çok ilginçti. İşleyişi bu dünyadan çok farklı olan Metafor yolu, en az hikayenin kendisi kadar ilginç bir yerdi. Ana karakterin metafor yolunda biraz daha zaman geçirmesini istediğim bile söylenebilir. Genel olarak dolu dolu bir kitaptı. Nazi dönemi sırları, keşiş gelenekleri, Zen eğitimleri, Nanking Katliamı, Kristal Gece, Güllü Şövalye... Bu kitap pek çok şeyi merak etmeme sebep oldu. Romanda önemli bir yer tutan kuyu metaforu Murakami'nin diğer kitabı Zemberekkuşunun Güncesi kitabında da geçiyordu. Kuyu metaforu bende gün geçtikçe daha çok anlam kazandı. Bir kez daha işte bu Murakami dedim kendime! Onun okurlarına sunduğu bu gizemli metafor dünyasına çekilmekten büyük zevk aldığımı bir kez daha fark ettim. Bu anlamda Kumandanı Öldürmek, sonu beni tatmin eden ilk Murakami romanı oldu diyebilirim. Yavaş okuyarak ayrılmak istemediğim bu hikayeye bu incelemeyle veda ettim. Her güzel şeyin bir sonu vardır değil mi... Bu uzun yolculuğun sonunda bu derin hikayeyi Tomohiko Amada gibi samimi bir şekilde hatırlamak, karakterleri tıpkı onun yaptığı gibi içimde ölümsüzleştirmek istiyorum. “Bu, Tomohiko Amada'nın içine ruhundan bir şeyler koyduğu bir resim. Onun derin duygularıyla dolu. Kendi etini kesip kanını akıtır gibi yapmış bu resmi. Muhtemelen yaşamında sadece bir kez bu türde bir resim yapmıştır. Kendisi ve artık bu dünyada olmayan arkadaşları için, deyim yerindeyse onların ruhlarını huzura kavuşturmak için yapmış sanki. Dökülen onca kanın arındırılması için bir eser.” Bu hikayeye olan duygularımı Tomohiko Amada'nın yaptığı gibi kusursuz şekilde bir tablonun içine hapsedemesem de kelimelere döktüğüm için mutluyum. Kumandanı Öldürmek, her zaman kalbimde yerini koruyacak. “Kumandanı Öldürmek, sabaha doğru çıkan yangında sonsuza dek yok olmuştu ama o harika sanat eseri benim içimde hep vardı. Kumandan, Donna Anna, Uzun Surat, hepsinin görüntüsü net bir şekilde gözümün önündeydi. Elimi uzatsam sanki onlara dokunuverecekmişim gibi somut ve canlı şekilde. Onları düşünmek yağmurun su deposuna şıp şıp düşmesini izlemek gibi beni çok sakinleştiriyor. İçimde o yağmur hiç dinmiyor.” İçimde o yağmur hiç dinmeyecek. Yağmurun su deposuna şıp şıp düşmesini izlemek gibi bu hikaye de ne zaman düşünsem yüreğimi sakinleştirecek. ... Yine düşüncelerin çoğaldığı bir gece sessizlik açtırdı gözlerimi. Yatakta doğruldum. Karanlık gökyüzüne baktım pencereden. Arkamdan ince bir ses duyar gibi oldum sonra. Arkamı döndüm çabucak ama odanın içine ne kadar bakındıysam da kumandanı göremedim bu kez. Kumandan ölmüş hikaye bitmişti. Artık zihnimin derinliklerinde bile olsa onun sesini duyamayacağımı biliyordum. Az öncesine kadar duyduğum kendi iç sesimden başkası değildi muhtemelen. Ben bunları düşünürken duyduğum ince ses zihnimin derinliklerinde bir kere daha fısıldadı o ara. “Kumandan gerçekten vardı.” dedi iç sesim. “Buna inansan iyi olur.” Bakışlarımı karanlık odadan çekip tekrar pencerenin dışına çevirirken sesli bir şekilde onayladım onun dediklerini. “Öyle. Kumandan gerçekten var.”
Kumandanı Öldürmek
Kumandanı ÖldürmekHaruki Murakami · Doğan Kitap · 20181,804 okunma
··
3,531 views
Fatima okurunun profil resmi
Kitapta baş karakterin sevgilisinin arayıp artık görüşmek istememesi ve sebep olarakta kızının soluksuz uyuduğunu göstermesi yazarın “ karanlıktan sonra” kitabındakı olaydı. En çok o dikkatimi çektii sonlarda
Hyeya okurunun profil resmi
Gerçekten çok dikkatli bir okursunuz. ^^ Murakami'nin romanını okurken onun diğer romanlarıyla bağlantı kuran tek kişi olmadığımı bilmek rahatlatıyor beni. :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.