İstanbul'u Yeniden Düşünmek ve Erguvanname
Akif Emre’nin İstanbul’a dair kaleme aldığı yazılarını bir araya getiren ‘İstanbul’u
Yeniden Düşünmek ve Erguvanname’ kitabı iki bölümden oluşmaktadır. Birinci
bölümde Emre’nin çeşitli kitaplarında ve gazete yazılarında yer vermiş olduğu
İstanbul’a dair 26 yazısı yer almaktadır. İkinci bölümde ise Emre’nin ‘Erguvanname’
ismini verdiği ve her yıl bahar mevsiminde İstanbul’u süsleyen, ona farklı bir güzellik
katan Erguvanlar hakkında yazmış olduğu, 8 yazısının birleşimiyle vefatından sonra
yayımlanmış kitabıdır.
Genel olarak Akif Emre yazıları insanı düşünmeye sevkeden ve cevaplanması
gereken sorular sorar. Bu kitabı meydana getiren yazılar, ortaya koyduğu fikirlerle,
‘Yeniden Düşünmek’ ve bu yolu izleyerek hakiki olanı aramak, ona yaklaşabilmek
idealinin mahiyetindedir. Akif Emre’nin de deyimiyle, ''İstanbul, bir şehir olmanın
ötesinde kendisi hakkında düşünmeyi, ‘yeniden düşünmeyi’ tarihin bize bahşettiği bir
görev ve sorumluluk olarak bizden talep eden bir şehir''.
I.
Akif Emre’nin bu bölümde kaleme aldığı İstanbul’a dair yazıları, şehirlerin tahrip
edilmesinden dolayı tarihleriyle bağlarının koparılmasına dair bir eleştiri mahiyetinde
yazılmıştır. ''Şehirlerin de ruhu vardır''. diyor Akif Emre. Her şehir kendisini kuran
medeniyetten beslenir, kök salar ve her medeniyet kendi ruhunu verir şehirlere. Adete
bir devletin kimliği gibidir şehirler. Toplumun kişilik ve kimlik yapısıyla ve aynı
zamanda toplumsal ve siyasi dönüşümleriyle arasındaki karşılıklı etkileşimlerinin
birlikteliğiyle oluşur şehirler.. 'Dünyanın herhangi bir ülkesinde bir şehre kuşbakışı
bakıldığında hangi topluma ait olduğunu anlayabileceğimizi' söylüyor, Akif Emre..
Kuşkusuz şehir kurmak dediğimizde İslam medeniyetini ele almazsak olmaz.
''İslam, müslümanın hayatına güzellik ve dinginlik verdiği gibi bunu kurmuş olduğu
şehirler ile de göstermektedir. Tarihin en önemli kültür, ticaret merkezi sayılan pek
çok şehri müslümanlar tarafından kurulmuştur. Bu şehirler siyaset toplum şehir
ilişkisi açısından da önemli kodlamalara sahiptir''. diyor Emre.. Kubbe ve minare
silüeteriyle resmedilen İstanbul ‘gelenek’in hiyerarşik yapısıyla birlikte toplumsal
siyasal yapılanmasını da yansıtır. Şehirlerin sahip olduğu siyasal göstergeler yalnızca
İslam medeniyetine ait değil, şehir kurabilmiş tüm medeniyetlerde de bu yansımaları
görmek mümkündür.
Akif Emre, söz konusu İstanbul’da yaşamak olunca iki tür insan varlığından
bahsedebileceğimizi söylüyor. İlki, İstanbul’da yaşayanlar, diğeri ise İstanbul’da
ikamet edenlerdir. ''Soluk alıp veren canlı bir organizma olarak varolan şehirlerin
anlaşılması belli bir duyarlılığı, hassasiyeti ve bilinci gerekli kılmaktadır''. diyen
Emre, İstanbul’da yaşamakla ikamet etmek arasındaki farkı bu ince ayrım ile yapıyor.
Yine Akif Emre’nin deyimiyle ''farklı siyasi dönemlerden sonra tarihin en büyük
‘tarih’ yıkımına şahit olan İstanbul’un yıkılan eserleri, evleri, mahallerinden sonra
okunacak ne kaldı?’' sorusunu sormadan edemiyor insan. Bu yönü ile İstanbul artık
yazıları silinmiş bir kitaba benziyor. Sahip olduğu doğal görünümünden koparılan
İstanbul, hiçliğe terkedilmiş bir kütüphane gibidir.’ İstanbul’u okumakta güçlük
çekiyoruz. Geçmiş ve gelecek arasında bağ kuramıyoruz.
İstanbul deyince onu Fetihten ayırmak mümkün değildir. Akif Emre’ye göre, ‘biri
olmadan diğerinin anlamını bulamayacağı iki değer olarak idrakimizde yer ediyor..
İstanbul fethedildiği vakit Fatih, Bizans’tan üç şey devraldı: Yunan Felsefesi, Roma
Hukuk’u ve Ayasofya. Bu üç şeyden anlaşılan şu ki; Batı medeniyetinin üzerinde
yükseldiği üç şehrin İstanbul’da biraraya geldiği anlaşılır. Fatih için Ayosofya’nın
cami olarak hayatiyetini sürdürmesi, yeni bir medeniyete beşiklik edecek şehrin
temellerinin atılması anlamına gelmektedir. Fatih’in İstanbul’u alması, bir
medeniyetin başka bir medeniyete galibiyetini gösteriyordu.. Medeniyet bilinciyle
yeni bir İstanbul inşasıydı..’
Eski İstanbul ile günümüz İstanbul’u kıyasladığımızda İçi boşaltılan bir İstanbul
kalıyor elimizde. İstanbul’un çeşitli yerleri turistlik hale getirilerek insansızlaşma
tehditi altındadır. Tarihi şehrin kalbi durumundaki Suriçi ve Eminönü ilçesi
tamamiyle turistlik hale geterilerek, sadece yabancıların hizmetine açılan, ve son
derece kötü restore edilmiş ahşap binaların otele, bara dönüştürülerek asıl olan
medeniyet izlerinden uzaklaşıp, yabancıların hayalindeki doğu imgesini tatmin
etmektedir.
‘Şehir kuran bir medeniyetin varisleri olmak önce o medeniyetin ruhuna sahip
çıkmakla mümkün olabilir’. diyen Akif Emre, bizim yeniden düşünmemize kapı
aralıyor.
II.
‘Erguvanlar apansızın gelir.
Ve erguvanlar apansızın solar.
Çünkü böyledir istanbul’un baharı’
İstanbul deyince akla iki tür çiçek gelir. Erguvan ve Lale. Lale her şeyi ile
Osmanlı zevkini temsil eden bir çiçek iken, Erguvan ise bir Osmanlı rengi değildir.
Akif Emre’nin değimiyle, ‘Erguvan bir Bizans rengi olarak bir yönüyle İstanbul’un
hafızasıdır. İstanbul’a kendisiyle barışık rengini veren erguvan kadar bu şehrin
dokusunu biçimlediren, tanımlayan, sembolize eden az bitki bulunur. Bizans’tan beri
devralınan bu naif ağacın çiçekleri, rengi Osmanlı İstanbul’unun her anlamda
nezahetini ifade eder.’
‘Erguvan çiçeği baharı, yenilenmeyi, yeni bir başlangıcı hatırlatsa da ağacın naifliği
de geçiciliği, faniliği imgelediğini’ dile getirir Akif Emre.. Tıpkı İstanbul evlerinin
zarif ama en çok da yangın karşısında dayanıksız olması gibi. Bir şehrin dokusuyla,
ruhuyla bir çiçek ancak bu kadar bütünleşebilir, aynileşebilirdi.. Ahşap mimari
Osmanlı’nın en güzel yapıları/ ydı. Modernleşmiş şehir hayatında en büyük bedeli
ödediler.. Kendilerine has güzellikleri olsa dahi, büyük Avrupai binaların görkemi
yanında pek mütevazi ve çelimsiz kalıyorlardı.
İşte bu yüzdendir ki, değişen dünyanın, algısı değişmiş insanları olarak medeniyet
ve şehir ruhumuzu unuttuk ya da unutturulduk. Yavaş yavaş elimizden kayıp giden
medeniyetimiz bir kaç eski fotoğraf karesinde kaldı.. Rahmetlik Akif Emre’de bu
kitabı ile bize yeniden düşünmeyi ve cevapsız sorulara cevap bulmamıza yol
açmaktadır. Aynı zamadan kitap İstanbul’u anlatarak geniş bir medeniyet algısının
nasıl olması ve nasıl korunması gerektiğine dair kapı aralamaktadır.
‘Yarınların dünyasına kapı açan bugünün tevazuudur.’