Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

DÜŞÜNÜRKEN ÖLDÜ
Tahterevalli bir alçaldı bir yükseldi. Dengeyi düşündü, ardından dengeyi tanımladı. Dengeyi tanımlayamadı. “Biliyor musun? Galiba neyin ne olduğunu bilmiyoruz Ayşe. Başta bunu öğrenmek lazım” dedi. “Ne alaka şimdi durup dururken?”. “Bilmem”. Daha da konuşmadı. Sözcükler dişlerine takıldı. Diliyle geri itti. “Anlamazlar ki sizi, anlaşılmayız” diye söylendi sözcüklere. Daha basit ifadelere ihtiyacım var. “Siz gidin kardeşleriniz gelsin. Ya da çocuklarınız. Ne bileyim işte yeni jenerasyondan birileri. Bana yeni kelimeler lazım.”. Öfkelendi. Yine anlaşılmadığı için sözcüklere çattı. Tokatladı, yerine oturttu. “Bir hafta disiplin cezası. Dışarıya çıkmak yasak. Kimsenin kafasını bulandırmaya hakkınız yok. Ey sözcük. Yıkıl karşımdan.”. Güldü. “Allahtan ben varım” dedi. Bir süre aşağıda kaldı. Ağırlığını alaya aldı. “Yine kilo almışım Ayşe.”. “Belki biraz. Aslında onu bırak da senin şu tanımlar şeyinden bahsedelim. Sen şimdi tam olarak ne dedin?” Şaşırdı. O, kelimeleri suçlarken Ayşenin kelimeleri düşünmesini garipsedi. Sustu. Konuştu. “Anlamazsın” dedi. “O zaman bana anlatma böyle şeyler. Sonra düşünüyorum” dedi Ayşe. “Haklısın. Söz bir hafta duymayacaksın.” “Nedenmiş o?” “Anlamazsın”. “Biliyor musun Delal. Seni anlamayacağım. Kimse anlamayacak.” En çok da ondan korktuğunu bilmiyorlardı. Kendisi hakkında bir şeylerin biliniyor olmasından. Çünkü asla bilmezlerdi. Öyle zannederlerdi. Bu komikti. Ama onların yanında buna gülmezdi. “Beni kimse bilmiyor”. Bunu eğlenceli buluyor olmalı. “Ben gidiyorum Delal. Annem çağırıyor. Sen de gelsene.” “Gelemem, işlerim var” dedi. Ayşeyi izledi. İnce, uzun bacaklarını ve dar kalçalarını annesinden almıştı. “Hayır kalçalar babasının.” Sokağın sonuna kadar takip etti. Ayşe kapının tokmağını iki kere vurdu. “Ben üç kere vururum hala da açılmaz. Evde on kardeş olmanın güzel yanları da var demek. Kapıda beklemiyorsun.” Tahterevalliden kalktı. Poposu terlemişti. “Islanmışım” dedi. “Islanmak. Imm, her yerde ıslanabilirsin.” Aklına kadınları getirdi, sonra erkekleri. İşi zora soktuğunu düşündü. Ama bir yöntemi vardı. Kafasını sağa sola salladı. Kadından ve erkekten kurtuldu. Yok yere abdestini bozmadı. Parktaki çocuk seslerine çarptı. Çocuk seslerine sövdü. Çocuksuz parklar düşledi. Sadece düşünmek için parklar. “Çocuksuz da park olmaz şimdi. Bizim halk bunu yadırgar” diye düşündü. En iyisi düşünme bahçeleri. Düşünme masaları, koltukları. Ahan da buldum. Düşünme yastıkları dururken. Düşünme yastıklarının bir vaadi de var hem. Uyku. Ama telaşlı, ama geç gelen bir uyku. Hep bir zarar. Düşünme parklarımız olsa ve içinde çocuklar olmasa. Bir tahterevallide saati beş liradan düşünülse. Düşünülse de paralı olsa. Zaten bizim millet her şeyi paraya çevirmeyi iyi biliyor. Herkes en iyi bildiğini yapsa. Ben kaybolsam. İnsan iki işi birlikte yapabilir mi? Yapanlara madalya verilse. Ben konuşurken başka şey yapamam. Kesin sınıfta kaldım. Kendi düzenimde hep en aşağıdayım. Ama asıl işim kaybolmak madem kaybolurken düşünürüm. Düşünürken kaybolmak sakarlıktandır. Asıl işim kaybolmak. Ortalıklardan değil sadece, sağlık ve solluklarca kaybolacağım. Ortalıklara dehşet saçarak- sadece ortalıklara değil, sağa ve sola da saçılacağım. Sağlara sollara saçılsam gerçekten. Şu sıralar dans etmeyi ne çok istiyorum. Hareket etrafa bir şeyler saçıyor gibi gelir bana. Kollarını açtığında yorgunluğunu, parmaklarını salladığında öfkeni, saçlarını savurunca kokunu saçarsın ortalıklara. Tabi sağlara ve sollara da. Sağlar ve sollarca kaybolursun. Bir gün dans edersem gerçekten, hatta şimdi koyulursam bu işe ortalıklara bunları mı saçacağım. Kokumu, öfkemi ve yorgunluğumu. Bunlar kötü şeyler mi? Kendimi kurtarmaya çalıştığım şeylere karşı ne kadar da çekimserim. Durduk yere cimriliğim tutuyor. Kafamı bulandıran şeyse bunları düşünmek. Dönüp durduğumu düşünüyorum. Yorgunluğu attığımı, kokumu savurduğumu, öfkemi saçtığımı. Birden duruyorum yorulunca. Dönmek beni epey yoruyor. Saç diplerimden boynuma doğru ince ince ter damlaları iniyor. Huylanıyor, huysuzlanıyorum. Tuzlu bir koku duyuyorum. Genzime doluyor. Koku üstüme siniyor. Boş yere yoruluyor, şimdiyse öfkeleniyorum. Az evvel savurduğum ne varsa hepsini yeniden topluyorum. İşte gerçek huzur. Yok yere kendimden olacaktım az daha. Kendimi seviyorum. Başkasını hayır. Kendime kıyamıyorum. Eyleme geçemiyorum. Düşüncelerim ambalajı açılmamış birer tohum gibi toprağın yolunu bekliyorlar fakat nasıl bir istifçi olduğumdan haberleri yok. Düşünce biriktiriyorum. Gelecek yıllar için. Öldüğümde saç diplerimden toprağa karışsınlar. İçinde tehlikeli olanlarını böcekler kemirsin istiyorum. Bir yandan reenkarne olmak büyük saçmalık diyorum bir yandan bunu ne çok istiyorum. Belki iki numaralı Delal dünyaya bir afet-i devran olarak gelir. Güzelliğinden başka tasası olmaz belki. Yaptığı en iyi iş yaşamak olur. Bunu öğrenmeye çalışmadan en iyi yaşayıcı olarak dünyaya gelmek onun için büyük şans olur. Bütün gün kıvrımlarını düşünür. Yaşamı boyunca uyuşuk ruhumun köşelerini süpürür, kapı dışarı eder. Bazen saçlarını sadece tarar. Öyle yapmak ister, ama içten içe uyuşuk ruhumu diriltmekten korkar. Kutusundan en güzel tokalarını çıkarır, saçlarını bir güzel toplar. O geniş alnı güneşte parıldar. Benden kurtulmanın en kolay yolu ayağa kalkmaktır oysa. Kalkıp koşmaktır. İçimde kollu, bacaklı ve güzel kafalı bir Delal daha var biliyorum. İçimdeki Delal’in başına karabasanlar toplanmış ey ahali! Gelip onu benden kurtarmanın vaktidir. Yoksa sizin kendinizden başkasına faydanız yok mu? Peki o halde kendine bile hayrı olmayanlar için bir bağış kampanyası yapmak gelmedi mi aklınıza. Bak hep unutuyorum. Siz sadece kendinizesiniz. Kendinden çıkamayan bir tek benmişim sanırdım. Kendimin bahçeleri yok. Kendimin odaları günışığı almıyor. Kendime boğaz manzaralı diye taşındım halbuki. Kandırıldım. Kendimin merdivenlerine takılıp düşüyorum sürekli. Son basamağı unutuyorum. Saymayı deniyorum, dakikalar sonra bir basamak artmış oluyor. Dizimi kanatıyorum. Yeni pantolonum sökülüyor, yama yapar diye annemi arıyorum. Annem kendimin dışında. Ona varamıyorum. Herkes kendinin avlusuna domuz bağı örmüş. Kanayan dizimi değil, sökülen pantolonu görüyor herkes. Kendilerinin uzuvlarına beton dökmüşler. Kendilerinin odalarını kiraya çıkarmışlar. “Bekara ev yok” diye asmışlar camlarına. Kendilerinin muhafazakar odalarında ayetler asılı. Bekarlar kendilerinin odalarında öpüşsün istiyorlar. Aslında hiç öpüşülmesin istiyorlar, ama bekarlar boşuna bekar değil ya. Onlar öpüşmek için yaratılmışlar. Benim kendimin bahçeleri olmadığından başkalarının bahçelerini kendi penceremden izliyorum. Manzaram kötü, ama başka kendim de yok ki taşınacak. Kendimi kaybettim. Bana çok benzeyen bir ilan gördüm geçenlerde. “Kafası karışık, ruhu barışık” diye vermişler gazeteye. İnceledim. Tam bana göre gibi geldi başlarda. Bütün kendim içine sığıyor. Hem esmermiş hem doğulu. Şive yok demişler. Orda biraz tekledim, ama romantik ve kibar diye eklemişler. Düşündüm. Tam karar kıldım, yeni kendime “hoşgeldin” paspası bile alacaktım ki duvarlara tablo asmak yasaktır denmiş. Çıplak duvar sevmem ki ben. Aynamı, kaygı tablolarımı, endişeli suretimi asmadan olmazdı. Yine de duruldum. Kendimden çıkmak için can atarken “Hadi Bismillah” dedim. Bizim ev sahibi duymasın mı! Kendimin kapısına karınca duası asmak istedim. Güldü. İrkildim. Sordum soruşturdum. Yeni kendim ateist çıktı. İnkar etti tabi. “Ne var ne yokçuymuş”. “Eyvallah” dedim. Başta cuk oturur sandım oysa. Yeni kendim illa gel dedi. Senden iyi kiracı bulamam dedi. Israr etti. Belki ben öyle sandım. Oysa ne güzel bir bahçesi vardı. Gülistandı. Perde istemedi. Bense kapkara örtümü gösterdim boylu boyunca. Anladı, çekip gitti. Ben de durur muyum! Aldım kendi başımı kendimin kollarına, bacaklarımı gövdeme çektim oturup bir güzel ağladım. Kendi sıvılarımda ıslandım, rutubet topladım, koktum. Kendime komşulardan şikayetler topladım. En sonunda belediyeden kendi adamları geldi. Sürdüler kepçelerini üstüme, kazıdılar kökümü kendimin. Kimsesizler çöplüğüne attılar. Ortalıklarda çürümeye bırakıldım. Ortalıklarda değil sadece, sağ ve sollarca kimsesiz kaldım. Şimdi bir parkın salıncağında sallanan düşüncelerimi birbirine uydurmaya çalışıyorum. Terzi aynası gibiyim. “İlk giydiğimde böyle durmamıştı” diye yakınan müşterinin sitemi gibi. Annesine benzeyen her kadın gibiyim. Vitrinlerde satılığa çıkarılmayı bekliyorum. Bir bakıcım bile yok. Bu millet iyi maldan anlamıyor. Tozlu reyonlarda çürüyorum. Hep bir çürüme durumundayım. Belki de bu bir hastalıktır. Çürüme içerden başlamıştır belki. Beynimden vücuduma yayılan zehirli bir sıvı dışarıya sızmanın bir yolunu arıyordur. Dişlerime takılıp kalıyordur. Geldiği gibi gitmenin hüsranıyla beynimde bir isyan başlıyordur. Sırtımdaki lekelerin müsebbibi içerdeki zehir olsa gerek. Beni en sonunda yaralamayı başardığını bilmek ne acı. Duyumlarıma göre yatmadan önce maydanoz suyu içmek iyi geliyormuş. Hastalığa mani olmak bir insan geleneğidir. İnsan geleneklerdir. Kırmızı kuşaklardır. Yasaklı kitaplardır. Perdeli camlardır. Kuşlara imrenmektir. Kuşlara sövmektir. Her insan kendini beğenmektir. Kendine dönmek, kendinden kaçmaktır. Bu asalak insan çok karışıktır. Yoruldu. Ayaklarıyla kumu eşeledi. Salıncaktan indi. Elleriyle cebini yokladı. Birkaç adımda parktan çıktı. Sokağı terk etti. Eve girdi. Kapıyı sürgüledi. “İnsan sürgülü kapıdır” dedi. İnsandan yoruldu. Kendine tanımlar getirmeye son verdi. “Kendin diye bir şey yok!” Odaya girdi. Kanepeye yüzükoyun yattı. Bel ağrılarını bekledi. Bel ağrıları gelip gittiler. Gözleriyle kanepenin çizgilerini saydı. Uykuya daldı. Çaresizce daldığı uykudan burun kaşıntısı ile uyandı. Zifiri karanlığın içinde buldu kendini. Hala uykuda gibi hissetti. gözlerini kapattı. Aynı karanlığı yakaladı. Açtı gözlerini, ayağa kalktı. Lambayı aradı. Elleriyle duvarı gezdi. Bulamadı. Orta sehpaya yürüdü. Orta sehpaya çarpmadı. Elleriyle odayı gezdi durdu. Oda yoktu. Sonsuz bir karanlığın içinde debelenip durdu. Yaptığı ilk iş ise dans etmek oldu. Yere kapaklandı. Sırt üstü yattı. Yuvarlanıp durdu. Sonsuz kere yuvarlandı. Yuvarlandığı yerden bir boşluğa düştü. Sonsuzluğun içinde bile boşluğa denk geldiği için üzüldü. Açtı gözlerini. Aynı karanlığı buldu. Ayağa kalktı. Elleriyle duvarı gezdi. Lambayı buldu ve yaktı. Sehpa ortadaydı. Gözlerini tavana dikti. Gerçekleri aradı. Gerçeklik bulunamadı. Gerçekliği midesine vurdu. Mutfağa yürüdü. Dolaptan zeytin çıkardı. Tuzu genzini yaktı. “Ölmemişim” dedi. Çaresizdi. Uyurken ölmeyi dilemişti hep. Düşünmediği tek anında kopmak istemişti hayattan. Derin bir nefes aldı. Göstermek istediği hiçbir şey yoktu. Bir mektup bırakmak geçti içinden. Üşendi. Sebepsiz olsun istedi. Fırının köşesindeki baharatlıklara uzandı. Geçti baharatlıkları. Tahta kaşıkların arasında parlayan bıçağı aldı. Hiç düşünmeden koluna dayadı. Küçük bir kesik attı. “Bir daha portakal kokusu almayacağım” diye düşünürken ikinci kesiği attı. Yere yığıldı. Gözüne kilimdeki kan lekesi ilişti. Hayata bir daha gelecek olsa yapacağı ilk iş o lekeyi silmek olurdu.
··
649 görüntüleme
Eda Xanim okurunun profil resmi
Kısa bir öykü. Okumanızı isterim. 🥰
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.