Gönderi

48 syf.
9/10 puan verdi
Okuma grubumuzun bu ayki buluşmasında, Konya’nın yaklaşık olarak 5000 yıllık tarihi geçmişine sahip olan Sille Köyü'nde bir araya geldik ve İzdiham’ın 50. Sayısı üzerine sohbet edip çeşitli değerlendirmelerde bulunduk. Bu değerlendirmelere ilişkin notlardan bazıları şunlar oldu: Derginin en öne çıkan özelliklerinden biri yine kapak sayfası olmuş. Ön kapak sayfasına, Marmaris’te çıkan yangını söndürme esnasında motosikletiyle itfaiyecilere su taşırken vefat eden Şahin Akdemir’in konulması, övgüye mazhar bir seçim olmuş. Şahin, belki o ateşi tek başına söndüremedi; ancak Hz. İbrahim’in ateşini söndürmek için ağzında bir damla su ile yola düşen karınca misali, olduğu tarafını belli etmişti. Ruhu şad olsun.. Derginin içeriğine baktığımızda ilk sayfasında bizi karşılayan Maarif Takvimi, oldukça ilgi çekiciydi. Takvimlerdeki tarihlerle alıntıların birbirinden bağımsız olduğunu düşünürken, aslında anlamlı bir bütünlüğün olduğunu fark ettik. Belki daha da derin anlamlar vardı, ya da belki de aslında biz, görünen anlamın ötesinde bir şeylerin arayışı içerisi içerisindeydik bu takvim yapraklarındaki yolculukta.. Derginin ilk yazısına, Arjantinli yazar Juan David Nasio’nun “Yas, Nefret ve Acı” üzerine yazısı ile merhaba dedik. Ve “Acı veren şey, sevilen kişiyi yitirmek değil; onu geri dönüşü olmaksızın kaybettiğimizi bildiğimiz halde her zamankinden çok daha fazla sevmektir” savına, yapılan hasbihal neticesinde katılım sağladık. Robin Hood, yalnızca döneminde değil şimdi de hararetli bir tartışma yarattı bizde. Yazıda Robin Hood her ne kadar ahlaksızlıkla itham edilse de ve hukuk düzeni içerisinde göstermiş olduğu eylemlerin yanlış olduğu kabul edilse de; yaptıkları, kötülüklerin içinden çıkan bir iyilik eylemi olarak değerlendirildi. Böylece Robin Hood’a iade-i itibar edildi. O zaman hak yerini bulsun, Robin Hood rahat uyusun.. Halil Ecer’in Sedat Peker üzerine yazmış olduğu yazısının sosyolojik bir nitelik taşıyıp taşımadığı gündeme gelirken, sosyal medyanın gücüne vurguda bulunuldu ve “herkesin bilgi ürettiği bir yerde hakikat, anlamını yitirirken; itiraflar, değer kazanmaktadır.” görüşü üzerinde konuşularak adalet olgusunun önemi üzerinde duruldu. İbrahim Varelci’nin “Bim’deki kasanın anahtarı neden hep karşı kasada?” yazısı, bizlerin artık Bim’e girerken daha farklı bir perspektiften yaklaşmamıza katkı sağlayan çarpıcı bir yazı olmuş. Bim’deki yaşam enstantaneleri üzerine biraz daha malumat sahibi olduk böylece.. Bim’in reklamı sanırım daha iyi yapılamazdı :) Sayfalar arasında dolaşırken Muşlı Fette ile tanışıp “Bana Kara Diyen Dilber” şarkısını dinleme imkanına eriştik. Fette, sadece söylemiyor, aynı zamanda yaşıyordu o şarkıyı söylerken. Selam olsun sana güzel insan.. İzdiham’ın bir gelenek haline getirdiği ve her sayıda bir eşyanın işlevlerini ön plana çıkarttığı yazıların bu haftaki konuğu “pencere” oldu. Pencereye övgü kısmında, pencerenin yaşamımızdaki yeri üzerinde konuşup, çocukluğumuzdaki pencerelerin hayatımıza, karakterlerimize olan etkisi üzerinde sohbet ettik. Yeni pencerelerin ruhsuzluğu ve yitirdiği anlamlar üzerinde durduk. Pencere metaforu üzerinden çocukluğumuza doğru yelken açarken, o eski evlerin geniş pencerelerinde geçen zamanların tahayyüllerinde mutlu anlar geçirdik. Hala yaşattığımız testi kırma geleneğini, evrensel boyutu ile görme imkanına erişirken, evlilik sürecindeki bazı uygulamaların yanlışlığı konusunda tespitlerde bulunduk. Özellikle tuzlu kahvenin nasıl bir eziyet halinde gelindiğinden bahsedilirken bu geleneğin Osmanlı’daki uygulamasından haberdar olduk. Şöyle ki; “Tuzlu kahvenin hikayesinin, eski zamanlarda yapılan görücü usulü evliliklere dayandığı söyleniyor. Görücü usulünde kız ve erkek tarafı bir araya gelir, birbirlerini ilk kez görürmüş. Bunun ardından gelin hemen damat adayının kahvesini hazırlarmış. Eğer damat adayını beğendiyse kahveyi şekerli hazırlar, yanında tatlı ikram edermiş. Bu da 'ben ve ailem seni istiyoruz.' mesajı verirmiş. Ancak kız, damat adayını beğenmezse kahvesine şeker yerine tuz koyarmış. Tuzlu kahveyi içen damat adayı, kızın kendisini istemediğini anlayıp anne ve babasını alarak kalkar ve bu işten vazgeçermiş..” Şeyma Uğuş’un “20 soru bizden 21 cevap sizden” kısmında 21 cevap istenmesi ile neyin kastedildiğinin ve 25 soru yöneltmekten bahsedilirken neden 20 soru sorulduğunun cevabını bulamadık. Belki de basım hatasından kaynaklanabileceği düşüncesinin kolaylığına kaçtık. Ayrıca alt kısımda yer alan Filistin haritasının sahip olduğu anlamı kavramakta da biraz eksik kaldık. Ancak yine de bu bölümde, her bir sorunun okuyucular üzerindeki yansımasının karşılık bulduğu anlar, sohbetin en verimli olduğu zamanlar arasındaki yerini aldı.. Anna’ya bir güzellemenin yapıldığı “Anna Karanina’ya Mektup” yazısı, oldukça beğenilen bir bölüm oldu. Bu yazı, kitabı okumayanlarda da bir ilgi ile merak duygusu uyandırarak, kitabın okunacaklar listesine eklenmesini sağladı. Yazarın, özellikle de mektup yöntemiyle roman kahramanını hayatımızın bir gerçekliği haline getirmiş olması oldukça etkileyiciydi.. Aşk-ı Memnu’yu gerek okuduk ve gerekse de dizisini izledik; ama hiç görmediğimiz bir noktadan görmemizi sağlayan bir yazı ile karşımıza çıktı H.Demet Akan. Aşk-ı Memnu’yu analiz eden sürükleyici bir çalışma olmuş. Öyle ki bu yazı ile, Aşk-ı Memnu karakterleri üzerinden toplumsal gerçeklik ve acılarımızla yüzleşme imkanına eriştik bir kez daha.. Derginin ön kapak sayfası gibi arka sayfası da oldukça ilgi çekici bir finalle bitirilmiş. Asaf Halet Çelebi’nin “İbrahim, gönlümü put sanıp da kıran kim?” sözü, muazzam bir veda cümlesi olmuş.. Keyifli okumalar..
İzdiham - Sayı 50 (Ağustos-Eylül 2021)
İzdiham - Sayı 50 (Ağustos-Eylül 2021)İzdiham Dergisi · İzdiham Dergi · 2021319 okunma
··
925 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.