İlkçağlarda mı, ortaçağlarda mı, yeniçağlarda mı bilinmeyen bir zamanda...
Avuç içi gibi bilinen bu yeryüzünün bilinmeyen biyerinde
açları toklarından çok, düşünenleri konuşanlarından az bir ülke varmış.
O ülkede yaşayanlar bolluk içinde darlık, varlık içinde yokluk çekerlermiş.
Başları önlerine eğik, bakışları içlerine dönük,
gönülleri dışarıya kapanık yaşar giderlermiş.
Bu ülkenin başında “Enbaş” denilen biri varmış.
Orada yaşayanlardan hiçbiri “Enbaş”ın buyruğundan dışarı çıkamazmış.
Babadan oğula böyle gelmiş böyle gidermiş.
“Enbaş” buyurdukça buyurur, bitürlü buyruklarının ardı arkası gelmezmiş.
O ülkede yaşayanlar günden güne buyrukları artan, sertleşen “Enbaş”ın
baskısına dayanamaz olmuşlar. Gelgelelim, böyle dayanılmaz, çekilmez
durumlarda ne yapılması gerektiğini de bilemezlermiş.
“Enbaş”ın baskısı arttıkça artmış. Bu baskı karşısında bunalmışlar.
Aralarından bir bilge çıkıp şöyle demiş:
– Tarihimizi inceleyelim. Atalarımızın zamanındaki Enbaş’lar buyruklarını
sertleştirip baskılarını artırdıkça, atalarımız bu haksızlığa karşı ne yapıyorlarsa
biz de öyle yapalım.
Bilgenin öğüdünü çok uygun bulmuşlar. Tarihlerini incelemişler.
Bir de bakmışlar, Enbaş’lar buyruklarını sertleştirip yumruklarını vurdukça,
baskıyı artırdıkça, ataları da suratlarını asarlar, somurturlarmış.
“Enbaş”ların artık dayanılmaz, çekilmez olan baskısına karşı kendi
tarihlerinden ders aldıkları için önce sevinmişler. “Bize surat asıp
somurtmaktan başka yol, yöntem yok!” deyip hep birden surat asmaya
başlamışlar. Ama Enbaş’ın baskısı azalmak şöyle dursun, tersine gittikçe
artıyormuş. Baskı arttıkça da ha babam surat asıyorlarmış.
Surat asmışlar, somurtmuşlar, en sonunda surat asa, somurta öyle bir
duruma gelmiş, suratlar asılmaz olmuş. Asıla asıla kaskatı kesilen
suratları daha çok somurtmaya elverişli değilmiş. Yüzlerinde somurtacak
bir kıpılık yer, bir çizgi kalmamış. Orası bir asık suratlar ülkesi,
bir somurtkanlar yurdu olmuş. Gel zaman git zaman, surat asa asa
insanlar gülmesini, sevinmesini unutmuşlar. Orda yaşayanlardan hiçbiri,
gülmek nedir, nasıl gülünür bilmez olmuş.
Aralarından biri çıkıp şöyle demiş:
– Biz kendi içimize kapanıp kalmışız. Yurdumuzun dışında neler
olduğunu bildiğimiz yok. Aramızdan üç aydın genç seçelim.
Onları gizlice yurtdışına üç ayrı yere gönderelim.
Oralardaki insanların baskıcı yönetime karşı neler yaptıklarını incelesinler.
Gelip bize anlatsınlar. Biz de öyle yapalım.
Bu düşünce çok uygun görülmüş. Üç aydın genç seçmişler.
Bu üç genci Enbaş’tan gizli, yurtdışına üç yabancı ülkeye kaçırmışlar.
Bu üç genç, üç yabancı ülkede üç yıl gezip dolaşmışlar, orada
yaşayanların neler yaptıklarını incelemiş, sonra yurtlarına dönmüşler.
Halk bu üç genci aralarına alıp,
– Neler gördünüz, anlatın... diye sormuşlar.
Birinci genç şöyle anlatmış:
– Benim gittiğim yerde surat asan hiçkimse görmedim.
İnsanlar, “Hoptirinam, hoptirinam!..” deyip gülüyorlar.
Bizler de Enbaş’ın baskısından kurtulmak istiyorsak,
“Hoptirinam, hoptirinam!..” diye güle oynaya yaşamalıyız.
İkinci genç şöyle anlatmış:
– Benim gittiğim yerde de somurtkan tek kişi göremedim.
Orada yaşayanlar, “Tirinamhop, tirinamhop...” deyip gülüyorlardı.
Bizler de Enbaş’ın baskısından kurtulmak istiyorsak,
“Tirinamhop, tirinamhop!..” diye bağırarak gülüp eğlenmeliyiz.
Üçüncü genç de şöyle anlatmış:
– Benim gittiğim yerde de insanlar somurtmuyorlardı. Oradakilerin
hepsi, ‘‘Namhoptiri, namhoptiri...” diye söylenerek, gülüp
eğlenerek yaşıyorlardı. Enbaş’ın gittikçe sertleşen, artık çekilmez
olan buyruklarından kurtulmak istiyorsak, bizler de,
“Namhoptiri, namhoptiri!..” diye bağırıp çağırıp gülmeliyiz.
Bu üç genci dinleyenler onlara sormuşlar:
– Çok doğru söylüyorsunuz ama, bu dediklerinizin ne anlama
geldiğini bilmeden nasıl gülelim? Siz bu “Tirimiri”lerin anlamlarını,
tanımlarını öğrenmediniz mi?
Birinci genç şöyle demiş:
– Hiç öğrenmez olur muyum... Ben oraya boş gidip boş dönmedim.
“Hoptirinam” şu demektir:
“Bir köpeğin, sahibinden başka kimseyi ayırt etmeden herkese
aynı sesle aynı nota üzerinden havlayabilmesine Hoptirinam denir.”
İkinci genç de şöyle demiş:
– “Tirinamhop” şu demektir:
“Aynı ağırlıkta olan çakıl taşı ile altını tartarken, terazi topuzunun,
her ikisinin aynı olan ağırlıklarına aynı saygı ile eğilmesine Tirinamhop denir.”
Üçüncü genç de şöyle demiş:
– “Namhoptiri” şu demektir: “İnsanlar hamamda soyundukları zaman
uşakla efendisinin birbirinden ayırt edilmemesine Namhoptiri denir.”
Orada bulunanlar demişler ki:
– Aman bunları öğrendiğinize çok sevindik. Şimdi bu üç genç aydınımız
bu kavramların anlamını halka durmadan öğretsin.
Bizler de başka ülkelerin halkları gibi durmadan
“Tirinamhop, Hoptirinam, Namhoptiri” diyerek gülüp eğlenelim.
Aydınlar halkın arasına dağılıp denildiği gibi yapmışlar.
– Hoptirinam!..
– Tirinamhop!..
– Namhoptiri!..
Sesleri göklere yükseldikçe, asılan suratlar gülümsemeye,
yüzlerdeki sert çizgiler yumuşamaya, somurtkanlar kahkaha
atmaya başlamış. Heryerden, her alandan, her sokaktan, her evden
“Hoptirinam, Tirinamhop, Namhoptiri” sesleri geliyormuş.
Bu sesleri duyan Enbaş’ın kaşları çatılmaya, suratı asılmaya başlamış.
Bu seslere çok kızıyormuş. Kulaklarını tıkamış, olmamış, kalın duvarlar
arasına kapanmış, olmamış. Her ne yapmışsa, yeri göğü inleten
“Hoptirinam, Tirinamhop, Namhoptiri” seslerinden kurtulamıyormuş.
Halk güldükçe Enbaş’ın suratı asılıyor, halk güldükçe o somurtuyormuş.
Surat asmış, somurtmuş; surat asmış, somurtmuş; en sonunda
suratını asamaz, somurtamaz olmuş. İşte o zaman,
– “Hoptirinam, Tirinamhop, Namhoptiri!” diye bağırmak yasaktır.
Kim böyle bağırırsa on yıl hapsedilecektir!.. diye bir buyruk çıkarmış.
Gelgelelim halk bağırıp gülmeye öyle alışmış ki, bu buyruğa boş vermiş.
Hep birden bağırıldığından Enbaş kimi yakalatıp hapsedeceğini şaşırmış.
Cezayı artırmış:
– Gülenler kurşuna dizilecek!
Bu korkutma da işe yaramamış.
Bunun üzerine Enbaş bir kurnazlık düşünmüş.
Halka Hoptirinam’ı öğreten aydını sarayına çağırmış. Ona şöyle demiş:
– Bu Hoptirinam sesleri benim çok hoşuma gidiyor.
Siz beni Hoptirinam’a karşı sanıyorsunuz. Kim demiş...
Elbette ulus “Hoptirinam” diye bağırmalı, halkın yüzü gülmelidir.
Ancak benim sizden bir dileğim var. Hoptirinam’ın tarifi çok uzundur.
Bizim halkımız bu kadar uzun sözü ezberleyemez. Acaba halka bir kolaylık
olması için, bu tarifin içinden iki kelimeyi çıkaramaz mısınız?
Bu ödevinize karşılık size örtülü ödenekten her ay ikiyüz altın verilecektir.
Bu öneriye aydının aklı yatmış.
– Peki... demiş.
Ondan sonra tanımlamadan iki kelimeyi çıkararak halka şöyle demeye başlamış:
– Bir köpeğin, sahibinden başka herkese havlamasına Hoptirinam denir...
Enbaş, ikinci aydını çağırmış. Ona da şölenler verip Tirinamhop
tanımlamasından iki kelimeceği çıkarmasını rica etmiş.
Çünkü halk bu kadar uzun sözü ezberleyemezmiş.
O da ayda ikiyüz altın ödenek karşılığı bu öneriye peki demiş.
Halka şöyle anlatmaya başlamış:
– Tirinamhop, çakılla altını tartarken terazi topuzunun eğilmesi demektir.
Enbaş üçüncü aydını da kandırmış. O da ayda ikiyüz altın
karşılığında halka şöyle demiş:
– Namhoptiri, uşakla efendinin hamamda soyunması demektir.
Halk yine: “Hoptirinam, Tirinamhop, Namhoptiri” diye gülüyormuş ama,
eskisi kadar gülemiyormuş; eksilen iki kelimelik kadar gülüyormuş.
Enbaş’ın suratı da eskisi kadar somurtmuyormuş, eksilen kelimeler
kadar az somurtuyormuş. Enbaş birinci aydını gene çağırmış:
– Acaba, demiş, iki kelime daha eksiltemez miyiz? Benim ereğim,
halkın bu tanımı kolay öğrenmesidir. Size örtülü ödenekten
ayda ikiyüz altın daha bağlarım.
Aydın,
– Peki... demiş.
İkinci, üçüncü aydınlar da peki demişler.
Hoptirinam şöyle olmuş: Bir köpeğin havlaması...
Tirinamhop: Çakılla altının tartılması...
Halk yine “Hoptirinam, Tirinamhop, Namhoptiri” deyip
gülüyorlarmış ama eskisi gibi değil!..
Buna karşılık Enbaş’ın asılan suratı iyice gülmeye başlamış.
Enbaş bu üç aydını ayrı ayrı yine sarayına çağırıp şöyle demiş:
– Halka biraz daha kolaylık göstermek istiyorum. Şu tanımlamayı
büsbütün atsak da, halk yalnız “Hoptirinam, Tirinamhop, Namhoptiri”
dese nasıl olur? Beni anlıyorsunuz değil mi? Ereğim halka kolaylıktır.
Bu ödevinize karşılık örtülü ödenekten her ay size ikiyüz
altın daha veririm. Aydınlar bu öneriyi uygun bulmuşlar.
Tanımlamalardan kelimeler eksile eksile hiçbiri kalmamış.
Yalnız “Hoptirinam, Tirinamhop, Namhoptiri” kalmış.
Bu sözlerin ne demeye geldiğini bilmeyen halkın suratı asıldıkça asılmış,
orada yaşayanlar eskisinden çok somurtmuşlar. Enbaş, kahkahadan kırılırken,
o somurtkan, asık suratlı insanlar da durmadan,
ne demeye, ne anlama geldiğini bilmeden,
– Hoptirinam...
– Tirinamhop...
– Namhoptiri!.. diye bağrışıp duruyorlarmış.
Böylece o ülkede o günden sonra hem halk, yeryüzünün öteki
insanları gibi “Hoptirinam, Tirinamhop, Namhoptiri” diye söylenir,
hem de Enbaş yaşamanın tadını çıkarırmış
– Hop...
– Tiri...
– Nam...
Nesin Yayınevi - Hoptirinam! Tirinamhop! Namhoptiri!Kitabı okudu