Korku bir insanın ne kadar üstüne gelebilir? Bu korku bir şiddetten doğuyorsa kişi o şiddete ne kadar izin verebilir, tahammül edebilir? Bir insan silik ve görünmez olarak ne kadar yaşayabilir? Görülen şiddet bir gün şiddete maruz kalanda cesaret oluşturur mu? Oluşturursa bu cesaret tehlikeli olur mu? Kötü olmak seçilen bir şey mi? Kötü biri olmak görünmeyen birini görünür kılabilir mi?
Son zamanlarda okuduğum en ilginç romanlardan biri oldu.Özellikle bir travmayı, bazen bir iç yolculuk yahut iç hesaplaşmayı, kendi yatağını arayan bir ırmağı çok sıradan bir şeymiş gibi anlatması beni çok etkiledi. Süsü, ağdası olmadığı gibi zaten ağır olan bir durumu abartıyla aktarmaması çok güzeldi.
Okur, Kalender'in yaşadıklarının ,hesaplaşmasının, aşkının, çocukluğuna ve bugününe ait yaralarına çare arayışının şahidi oluyor. Ben kendimi çok kez “hayır ,yapma Kalender “ ya da “Ah be Kalender" derken buldum.
Kalender içe kapanık, korkuları olan, etrafındakilerce silik ve ezilen biridir.Bu durumun kaynağı çocukluğundan beri annesi tarafından gördüğü şiddettir. Ailesiyle yaşadığı apartmanın adı Kalender'in evine ve iç dünyasına inat gibi Huzur'dur.
Çocukluk arkadaşı olan imam ve caminin tuvaletçisi Kalender'in en yakınlarıdır. Yaşadığı evde bulamadığı huzuru bir umumi tuvalette bulur.
Her karakteri incelikle işlenmiş, özellikle benim için baba karakterinin de çok etkileyici olduğu, gayet buruk bir hikâyeyi okurken tebessüm de ettiren,hayatın ta içinden dedirten bir romandı.
Kozasından dışarı çıkmak isteyen birinin can acısını,bunun için çabalarken yaptığı hataları ve doğruları okurken,Kalender'in peşinde gezdiğim cami bahçesi,lunapark,sokaklar da cabasıydı.