Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

172 syf.
·
Puan vermedi
yitmeseydi keşke
İnceleyecek olduğumuz eser, Vahan Totovents’in 1933 yılında “Կեանքի Հին Հռովմէական Ճանապարհի Վրայ”(Eski Roma Yolu Üzerinde Hayat)adıyla yayınladığı “anı-roman” kitabının kısaltılarak “Yitik Evin Varisleri” ismiyle 2002 yılında İstanbul’da yayınlanan nüshasıdır. Kitap Najda Demircioğlu tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Roman, yazarın öz yaşam öyküsünden devşirdiği “anı-roman” türünde bir eserdir. Romanın anlatıcısı, ağırlıklı olarak çocukluk yıllarını aktaran yazarın bizatihi kendisidir. Hikâye, Vahan’ın annesi tarafından ahırda bir başına, Anadolu usulü doğurulmasıyla başlar. Dünyaya dördü erkek, üçü kız olmak üzere yedi kardeşin beşinci numarası olarak gelen Vahan, erkek çocukların en küçüğüdür. Kızların ise ikisi kendisinden küçük, diğeri büyüktür. O bölgelerde bu gün de adet olduğu üzere, kız çocuklarla ilgili detayı çok sonra öğreniriz. Bu gün bile geçerliliğini koruyan, bölgeye has, kız çocukların “tali” yavru sayılması felaketi,malum coğrafyanın ortak kültürel hastalıklarından olsa gerektir. Eser, edebiyatta neredeyse klişe haline gelmiş “gözlemci küçük kardeş” tarafından kaleme alınmıştır. Bu “gözlemci küçük kardeş”, böylesi kalabalık ve genel olarak mutlu ailelerin, çoğunlukla en çok sevilen ve aileyi en çok seven üyesidir. Aile içerisinde yeri pek çok bakımdan sağlam ve sıcak “küçük kardeş anlatıcı”, bu emniyetli yerinden tüm hadiselere zengin ve derin bir ruhun titiz dikkatiyle nezaret eder. Aile içi güç dengelerinin nispeten dışında ve mücadeleden münezzeh “küçük kardeş”, akıp giden hayata herkesten çok dikkat etme, gözlemleme ve hafızaya aktarma konusunda geniş bir alana sahiptir. İdealizm genel olarak büyüklerin işi olduğundan “küçük kardeş anlatıcı” bize hadiseleri idealize etmeden, olabildiğine basit ve detaylı bir şekilde aktarır. Öte taraftan,pek çok sevilmekle beraber, çok da dikkate alınmayan “küçük kardeş anlatıcı”, bilhassa kişileri olabildiğine çıplak görebilme ve anlatabilme şansına sahiptir. Vahan da tam anlamıyla bir “küçük kardeş gözlemci/anlatıcı”dır ve bizi sırasıyla, ailesinin ve çocukluğunun kayda değer kimseleriyle tanıştırır. Tanıştığımız kimseler bize bu hınzır anlatıcı tarafından karikatürize edilerek takdim edilir. İlk önce Vahan’ın, Elazığ’ın mal mülk sahibi yüksek devlet memurlarından, Anadolu erkeklerine has ciddiyet, otorite ve merhametle donanmış, eşeğine sirayet edecek denli aristokrat, kendi tabutunu bizatihi kendisi hazırlatacak kadar ihtiyatlı, tütününden, rakısından ve uzak İstanbul’daki “dostundan” taviz vermeyecek denli neşesine düşkün babasını tanıyor ve hemen ardından bir yılbaşı akşamı ölümle dostça tokalaşarak bu dünyadan, kendine yaraşır bir şekilde “ayakta bir ölüm” ile ayrılışına şahit oluyoruz. İkinci olarak, bu dünyada İsa’dan sonraki diğer ve tek gerçek Hıristiyan olan annekarşımıza çıkıyor. Yaratan’ın arzu ettiğinden bile fazla idealize olmuş bu annenin bu denli mukaddes oluşu muhtemeldir ki, Hacı Ağa’yı İstanbul’da bir “dost”un kollarına iten ana sebeptir. Her Anadolu erkeğinde olduğu gibi, Hacı Ağa’da yuvasını ve soyunu teslim edeceği kusursuz kadını bulup, otağını gönül rahatlığıyla bu kadına emanet ettikten sonra, gerçek bir kadına olan ihtiyacını gizli ve illegal bir mecrada tatmin etmektedir. Fakat anne o denli müşfiktir ki kocasının ölümünden sonra, üzerine koklanmış bu “gülü”, merhumun hatıralarından sayabilmekte, evlatlarının ona saygı duymasını talep edebilmekte ve kendisini teselli için ölümün ardından büyük oğluyla bir bohça gönderebilmektedir. Hacı Ağa, böylesine bir kadının sevgisine nail olabilmiş ender ve şanslı erkeklerdendir. Anne, Hacı Ağa’nın sağlığında “erkek adamdır, gönlü rahat durmaz” diye hoş gördüğü hadiseyi, vefatından sonra “sağ olsaydı da binlercesini sevseydi” diye kabullenebilecekkadar çok sevmektedir bu “iki kadının da kalplerini titreten, dudaklarından sevdanın özünü emen adam”ı. . Vahan’ın da dediği gibi bu kadın “sevmiş ve ruhunda bir dağı taşıyabilecek yüceliğe” ulaşmış bir azizedir. Bu azizenin tek sevmediği kişinin Havva olması kayda değerdir. Herkese ve her şeye gösterdiği merhameti ona göstermemekte, evlenmeden Âdem’den hamile kalışına, rakipsiz olmasına karşın bu aceleciliğine kızmakta ve onu “namusuz bir kadın” olduğu için affetmemektedir. Vahan’ın annesi, tam bir Anadolu kadınıdır: Günlük hayatın sıradan bir noktasında çabucacık çocuk doğuran ve günlük hayatına kaldığı yerden derhal devam edebilen, ailesine ve çocuklarına, hele hele de oğullarına taparcasına bir sevgiyle bağlı, cömert, çalışkan ve dindar. Bu azizenin ardından Vahan bizlere, tastamam bir nemrut olan dedesi Arakel Ağa’yı takdim eder. Arakel Ağa, bu gün dahi, Elazığ, Sivas, Malatya yörelerini detaylı bir şekilde gezecek olsanız, her köyde bir benzerine muhakkak karşılaşacağınız o sevimsiz, sevgisiz, bencil ve inatçı ihtiyarlardandır. Vahan, dedesine katlanmaya, “Kocana itaat et! diye emreden aşağılık töre” tarafından mahkum edilmiş o yumuşak huylu ve güleç ninesine belli ki çocukluğu boyunca acıyagelmiştir. Elazığ, Sivas, Malatya vb. yöreleri gezerken, Vahan’ın halasına rast gelme ihtimali de oldukça yüksektir. Hala, hayata çirkin başlamış, evvela babası tarafından sonra da diğer erkeklerce ihmal edilip sevgisiz bırakılmış bahtsız kadınlardandır. Sevgi taleplerinden hayatının bir noktasında vazgeçen hala, teselliyi biriktirdiği zehri, imkânları ölçüsünde etrafına zerk etmekte bulmaktadır. Sonra evin kâhyası Krikor Efendi ile bekçiliğini yaptığı mülkü ve içinde yaşayanları zaman içerisinde sahiplenen, Halil Cibran’ın ifadesiyle “boyunduruğuna âşık büyük baş” ile tanışırız. Fakat kâhya Koko ile ev sahibi ve sahibesi arasındaki patron-hizmetkâr ilişkisi yine tastamam Anadolu tarzı bir işçi-işveren ilişkisidir. Hatta bu ilişki o denli ideal bir noktaya ulaşmıştır ki; kâhya ile ortanca oğul arasında bir tercih yapma söz konusu olduğunda Azize ev sahibesi, bu tercihi –hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde- kâhyadan yana kullanır. Kâhya’nın tanıtıldığı bölümde karşımıza yine Anadolu tarzı olmak kaydıyla, kaba bir cinsellik çıkar. Steinbeckhikâyelerindeki, iriyarı, hafif alık ve fakat “güzel insan” dediğimiz tarzda bir genç olan büyük abi Hagop’la devam ediyoruz. Bu genç irisi delikanlının Maran adını verdiği at ile yaşadığı dostluk yine Steinbeck hikâyelerini anımsatır. Hagop’un anlatıldığı bölümde, onun atıyla gezip dolaştığı kırsalın kokusu, ıssızlığı ve esintisi okuru satırların içerisinden yakalar. Atın hazin sonu ile bunalıma giren genç, bu soylu yasından az önce değindiğimiz kaba cinsellik ile çıkar. Sonra artık Anadolu’nun demirbaşı sayılacak denli yaygın ve sabit “talihsiz evlilikler yapan” kız kardeşler karşımıza çıkar. Vahan biyografisinin bu kısmını sevgi dolu bir merhametle hatırlayıp not etmenin ötesine geçmez. Hikâye, küçük kardeşin beşik kertmesine el koyan abi ile hakkı gasp edilen kardeşin amansız mücadelesi ve bu hengâmede can veren talihsiz kız, onca sosyal baskıya direnmesine rağmen kızının selameti için güvercinlerini katletmek zorunda kalan güvercinci berberin ibret dolu hikâyesi ve baş belası bir külhanbeyi iken, aristokrat bir Ermeni olan Vahan’ın babası Hacı Ağa’nın alicenaplığı ile şeyhlik mertebelerine ulaşan Müslüman bir yetimin muhteşem değişimi ile devam eder. HikayeVahan’ın anlatısında kısaca değindiği abisi Levon’un yanına gitmesi ve çok sonra babasının mezarını ziyareti ile son bulur. Vahan Totvents’in çocukluk yılları üzerine kurguladığı roman, bir anı-roman olmakla beraber, olayların aktarılmasından ziyade kişilerin karikatürize edildiği ve yöre insanının genellemeler yaparak resmedildiği, biraz muzip, çokça hüzünlü bir eserdir. Betimlemelerdeki canlılık ve samimiyet, olayların aktarılışındaki sadelik ve bu sadeliğin içerisinde yükselen ihtişam, okuyucusunda edebiyatın o çok sevdiği “buruk tebessümler” yaratmaktadır. Ailenin sevilen –zira yitik ev kendisine kalmıştır- çocuğu, “gözlemci küçük kardeş anlatıcı” Vahan, öz yaşam öyküsünden özetlediği hadiseleri bize “ben anlatı”nınimkânlarıyla aktarmış, pozisyonu gereği olaylara kişisel anlatım konumundan şahitlik etmek ve aktarmakla birlikte, kişileri betimler ve genellerken muzır bir şekilde Olimpik konumun irtifasına çıkmıştır. Sonrasında entelektüel olan her taşralı gibi Vahan’da, geçmişini anlatırken kimi şeyleri eleştirmiş ve bu eleştirisini yer yer hiciv, yer yer kara mizahın imkânlarıyla yapmıştır. Yaşadığı olayları kendi ağzından ve doğal olarak içten baktığı perspektiften anlatan Vahan, betimlemeler ve genellemeler yaparken lüzum olduğu ölçüde dışardan bakmayı becerebilmiştir. Romanın tek bir olayı yoktur ki; Vahan’ın betimleme süzgecinden geçmeksizin bize ulaşabilsin. Zaman kaba bir matematikle Vahan’ın hayatının yaklaşık yirmi yıllık dönemini kapsamakta ve mekân olarak da bu yılların yaşandığı Elazığ karşımıza çıkmaktadır. Kitap, olaylara mekân olan coğrafyaya has küçük dereler gibi akarak ilerlemektedir. Her bir yeni karakter bu küçük, kalender dereciğe minik bir kavis veriyor, akacağı kadar akıp, anlatacağını aktardıktan sonra yazarın ustalıklı diliyle zarif bir şekilde ana güzergâhına dönerek son sayfasına kadar ruhumuzu dinlendirerek akmaya devam ediyor. Kitabın tamamında ölümler aniden ve olabildiğine basitçe geliveriyor. Alacağını aldıktan sonra ölüm, bu sonuna kadar neşeyle akmaya kararlı dereciğin önünden aynı çeviklikle çekiliyor. Dini ve etnik simgesel isimleri değiştirecek olsak, neredeyse bu gün dahi yaşanmış olduğuna inanma ihtimalimizi de içinde barındıran bir Anadolu romanıdır Totovents’in eseri. Cinsel bağnazlık ve bayağılıklardan tutun, tek eşli ve tek değişkenli süratle alevlenip nikâhla söndürülen aşklara, köy delilerine ve onlardan eğlence çıkaran köylü deliliklerine, genel olarak referans noktası din olan bağnazlıklara, çıkarı söz konusu olduğunda kaypaklaşan köylü kurnazlığına, gurbetten sılaya dönenin gelirken yanında getirdiği ve köylüsünün gözüne soktuğu sonradan görmeliklerine –ki bu romandaki altın diş simgesi, yetmişli seksenli yıllarda Almanya’ya işçi olarak giden Türklerin izne gelirken yanlarında getirip, kucaklarında sokak sokak gezdirdikleri radyolara denk gelir- uğradığı tüm ihanet ve vefasızlıklara rağmen gurbete giden kocası tarafından biçareliğe terk edilen dul kadının, çocukları için katlandıkları o yiğit mücadeleye, evlilikte belli bir süreyi tamamlamış tüm erkeklerin zevcelerine “kıız” diye seslenmelerine, sevgi ifadesi olarak minnet duyulan kimseye bir anda “gurbann olmalara”, şartlar tekâmül etse dahi bir türlü paşa olamayan poşalara, hasmına öfkelenen herkesin derhal ilgili şahsın “anasına, bacısına, kızına” sövmelere kadar pek çok şey o denli tandık gelmektedir ki; insanın Totovents’in bu hikâyeyibir orta Anadolulu insanından çalarak aktardığına inanası gelir. Totvents’in eseri, insana edebiyatın gücünü ve ehemmiyetini hatırlatır ve öğretir niteliktedir. Yazarın öz yaşam öyküsünden devşirdiği mini minnacık kimseler ve olaylardan harmanladığı genellemeler, Anadolu’da, emperyalist politikalarla politize edilmemiş veya edilemeyen Ermenilerin sandığımız kadar “öteki” olmadığını bu gün bizlere öğrettiğini dikkate alırsak; Türk yazarlarının da bu aynı meseleyi varlığını acı ve nefret üzerine kurgulamış Ermenilere anlatma sorumluluğu karşımıza çıkar. Kaynakça: 1- avproduction.am/?ln=am&page=per... 10.12.2013 /Վահան Թոթովենց14:00 2- Yitik Evin Varisleri, Vahan Totovents, İstanbul 2002
Yitik Evin Vârisleri
Yitik Evin VârisleriVahan Totovents · Aras Yayınları · 200227 okunma
·
496 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.