Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

432 syf.
7/10 puan verdi
·
Beğendi
·
12 günde okudu
Usta işi...
Usta işi bir “ilk roman” ile karşınızdayım. Öncelikle kitabı alırken isminden etkilendiğimi itiraf etmeliyim. İsmine bakarak kitap alınır mı demeyin; alınır. Zaten yazarın ismi de hiç yabancı gelmedi. Sonra anımsadım. Meğerse daha önce “Muhtalif Evhamlar Kitabı adlı öykü kitabını almışım ve sırasını bekliyormuş. Hemen Google’da yazar Ömür İklim Demir hakkında iki dakikalık kısa bir araştırma yaptım, kitabın girişindeki kısa biyografinin sonundaki “Şimdilik var olmakla meşgul” cümlesini okudum ve “Politik hırslar uğruna ölüme gönderilen bütün genç insanların anısına…” ithafını da gördükten sonra sonra kasaya gidip kitabı aldım. İyi ki de almışım…   Suruç’da genel cerrahi uzmanı olarak çalışan Doktor Mithat’ın telefonu bir avukat tarafından aranır ve İstanbul’da yaşayan büyük halasının vefat haberini alır. Tek mirasçısı olarak da halasına ait Üsküdar’daki eski ahşap konağın kendisine kaldığını öğrenir. Bu haladan başka yaşayan hiç bir akrabası olmayan Mithat’ı İstanbul’a gidip evi teslim aldıktan sonra romanın gidişi içinde daha iyi tanımaya başlıyoruz. Daha doğrusu Mithat kendisini anlatmaya başlıyor. Zaman içinde geriye gittikçe bir otobüs kazasında yanarak can veren annesi ve babası ile ilgili olanlar başta olmak üzere anıları canlanmaya başlıyor. Kendisine miras kalmış olan ahşap konağı keşfederken kapısı sürekli kilitli olan bir odaya rastlıyor, bir şekilde kapısını açıp odayı araştırdığında büyük halasının eşi, genç yaşta şehit olmuş Osmanlı zabiti olan ailenin büyük eniştesinin günlüklerine rastlıyor. Osmanlıca yazılmış olan günlükleri Arapça bilen öğretmen arkadaşı ve dostu Murat hocanın çevirmesiyle Suruç Postası denilen yerel gazetede tefrika şeklinde yayınlamaya başlıyorlar. Adını da oldukça fazla kum fırtınasına maruz kalan Suruç’a ithafen ve günlükteki hikayelerin büyük kısmının çöllerde geçmesi nedeniyle “Kum Tefrikaları” koyuyorlar. Romanın bütünü iç içe geçmiş iki ana bölümden oluşuyor. Bir taraftan Doktor Mithat’ın mecburi hizmetini geçirdiği Suruç ve doğup büyüydüğü, okuduğu İstanbul arasındaki gidiş gelişli hayatını okurken, diğer taraftan Osmanlı zabiti olan bahriyeli ama aynı zamanda pilot olan büyük enişte Şevket Kemal beyin günlüklerini sürükleyici bir biçimde okuyorsunuz. Kitabın dili sade, okurken çok zorlanmıyorsunuz ama günlüklerde oldukça fazla Osmanlıca kelime var. Bunun için dipnotlar kullanıldığı gibi kitabın sonuna bir sözlük  eklenmiş. Günlüklerde konu olan döneme ait fotoğraflar, ek bilgilerin olduğu ayrı bir bölüm de var. Günlük ne kadar gerçek, bilemiyorum fakat içinde geçen isimler gerçek. Padişah Abdülhamid’ten Enver Paşa’ya, ismi Fethiye kentine verilen ilk şehit pilotlarımızdan Fethi Bey’e, İttihatçıların tetikçisi Yakup Cemil’e varana kadar gerçek karakterler. Hatta bir yerde İngiliz casus Arabistanlı Lawrence’da geçiyor. Romanın giriş kısmında “İsimler her ne kadar gerçek olsa da anlatılanlar kumdan ve buhardan ve de hayalden ibarettir” diyor yazar. Metni güzelleştiren detaylar işte bu cümlenin içinde gizli bence. Kitabın sonuna doğru işin içine mitolojik olaylar ve karakterler ekleniyor. Normal yaşamında tutkulu bir sigara tiryakisi olan Doktor Mithat, yoğun alkol almasına, kötü beslenmesine ve çok düzenli bir hayatı olmamasına rağmen yaşlanmadığını, hastalanmadığı fark ediyor. Sebebi artık sürprizkaçıran olacağı için uzatmayacağım ama kitap başladığı gibi bitmiyor; ancak bu kadar ipucu verebilirim. Günlüklerde geçen dönem, Osmanlı Devleti’nin yıkılmaya yüz tuttuğu 1910’lu yıllar. Yukarıda da bahsettiğim gibi Enver Paşa başta olmak üzere dönemin en büyük imparatorluğunu yıkıma götüren süreçte onlarca cephede dünya savaşına girme arifesindeki Anadolu’nun genç delikanlılarını batıdan doğuya kuzeyden güneye ölüme gönderen hırslı siyasetçilerin yoğun bir eleştirisi var. Yemen çöllerinden, Galiçya’ya, Sarıkamış’dan Kuzey Aftika’ya milyonlarca genç insan gönderildi ve neredeyse hiç biri geri dönmedi o topraklardan. Kitabın kahramanları, Doktor Mithat, Murat Hoca, Yurdanur Hala, Şevket Kemal Bey Meftune Hanım, çocukluk arkadaşı Erman ve diğerleri hepsi nevi şahsına münhasır insanlar. Kurgu içinde bir takım yan karakterler de işin içine giriyor. Halanın avukatı, evin kedisi Bahtiyar, menekşe gözlü hemşire hanım, Meftune hanımın kızı Aynur, daha sonra yine romana dahil olan Sıdıka isimli bir başka kedi gibi. Hatta Murat Hoca’nın yıllar önce ölen karısı Gülbahar’da romanın akışı içinde canlı olarak hiç bulunmasa da bir yan karakter olarak aralarda görünüp kayboluyor. Doktor Mithat ve Murat Hoca’nın ilişkisi arkadaşlıktan öte bir dostluk. Sırlarını paylaşıyor, beraber dertlenip, hüzünleniyorlar. Bir benzeri durum Ayfer Tunç’un Dünya Ağrısı adlı romanında da geçer. Doktor Mithat ve Murat Hoca’da dünya ağrısı çeken karakterler. Roman ilerledikçe Mithat’ın aslında bir “Tutunamayan” karakter olduğu, Oğuz Atay’ın Tutunamayan’larından birini çağrıştırdığını da hissettim. Suruç gibi bir kasabada insanlar böyle dostluklar kurmak zorundalar. Uzun yıllar Güneydoğu’da bir kasabada görev yapmış bir doktor olarak bu durumun bir örneği de benim ama bu yazının konusu o değil, başka bir yazıda değinirim. Şu alıntılar yukarıda behsettiklerimi destekler nitelikte; “Saplanıp kaldık hocam, çivi gibi saplanıp kaldık,bir yere kıpırdamıyoruz, paslanıyoruz, çürüyoruz…” “Herkesin gökyüzüne bakmaya, bir şeylere tutunmaya ihtiyacı var.” “Ne kadar uzağa gidersen git ya da ne kadar hızlı koşarsan koş, ipin nereye bağlıysa, onun etrafında dönersin. İster fizik de sen buna, ister hayat, bu işler böyle.” Bunlar gibi altı çizilesi, sosyal medyada paylaşılası bir sürü cümle… Yazarın anlatımı bazı sahnelerde dil ustalığıyla beraber zirve yapmış. Ölüm sahnelerini anlatışı, kullandığı benzetmeler, tasvirler, bazı yazarlara, şairlere, şiirlere, filmlere sanatçılara yapılan göndermeler tam anlamıyla mükemmele yakın. İçinden onlarca ayrı hikaye çıkarabileceğiniz iç içe geçmiş bir zaman yolculuğunda gibi hissettim kendimi. Romanın Suruç bölümlerinde kum fırtınası, elektrik kesintileri, sıkıntılı bir hastane yaşamı, saldırıya uğrayan sağlıkçılar, terör ve terörün sağlıkçılara yansımaları gibi detaylar dikkati çekerken İstanbul bölümlerinde ise genelde havada bir kasvet vurgulanıyor, hemen her gelişinde yağmur karşılıyor Mithat’ı. Suruç’taki önemli iki mekandan biri hastane diğeri de Murat Hoca’nın evi. Hatta evin pimapen ile kapatılmış balkonu ve o balkonda kurulan içki sofraları… İstanbul ayağında ise Üsküdar’daki ev ve arkadaşlarla gidilen meyhaneler. Ayrıca bir yerden diğerine giderken binilen taksilerdeki muhabbetler. Bir şeklide gidilmiş bir cenaze evi, cenaze evinin önündeki ayakkabı kalabalığı, mecburen sık sık ziyaret edilen bir huzurevi gibi detaylar. Hepsi çok güzel betimlenmiş. Hiç bir ayrıntı atlanmamış. Daha uzun uzun yazmak isterdim ama kitaptan ayrıntı verip okuyucunun merakını azaltırım diye kısa tutuyorum. Ömür İklim Demir’in öyküleri hakkında da çok olumlu yorumlar okudum, geciktirmeden o öyküleri de okuyacağım. İyi edebiyat, farklı ve sürükleyici bir hikaye arıyorsanız hayatınızdan bir kaç günü bu güzel romana ayırınız. Pişman olmayacaksınız.  
Kum Tefrikaları
Kum TefrikalarıÖmür İklim Demir · Yapı Kredi Yayınları · 20201,673 okunma
··
2.161 görüntüleme
Sapere Aude okurunun profil resmi
Yüreğinize Sağlık Hocam🙏🏻
Arzu Ünsal okurunun profil resmi
Çok iyi bir inceleme olmuş, yüreğinize sağlık.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.