Gönderi

Berber Hayri, her ne dileği olursa kendisine bildirmesini isteyen cezaevi yönetmenine, son bir dileği olduğunu söyledi. Yönetmen dileğinin ne olduğunu sorunca, içerdeki arkadaşlarıyla görüşmek istediği yanıtını verdi. Yönetmen acı duydu ve içinin acısı dışına vurup gözleri buğulandı. Bunca yılın cezaevi yönetmeni olarak biçok suçluyu idama yolcu etmişti ama hiçbirine Berber Hayri'ye olduğu denli acımamıştı. Dokuz ay burda kalmış, bir karınca incitmemiş denildiği gibi, çelebi, uysal, uslu olmuştu. Ama ne yapsın ki, elleri kelepçeli idam yolcusunu koğuşlara gönderemezdi. İçi ezilerek, – Oğlum Hayri, dedi, kiminle görüşmek istiyorsan söyle de buraya çağırtayım. Siyasiler Koğuşu'ndan Ustam'la konuşmayı dilediğini söyledi. Ustam getirildi. Ustam'ın güleç yüzünü görünce Hayri'nin de yüzü ışıdı. Ona Sultanahmet Cezaevi'ne gönderildiğini söyledi. Ustam, – Görüşmek üzere Hayri arkadaş, dedi. Hayri, – Yok, görüşmemek üzere olsun Ustam... dedi. Ustam iki koluyla Hayri'ye sarıldı. Berber Hayri, bilekleri kelepçeli olduğundan ona sarılamadı. Berber Hayri utanarak, tıpkı cezaevine ilk geldiği günkü gibi, yüzünün tozpembe derisi kızararak, – Şiir defterimi sana postayla göndersem olur mu Ustam? diye sordu. Şiir defteri!.. Berber Hayri'nin bu yeryüzüne bırakabileceği tek kalıtıydı. Ustam da kalıtını bırakabileceği tek güvendiği kişiydi. Ustam, üzüncünü belli etmemeye çalışarak, yine de sesi titreyerek, – Elbet Hayri arkadaş, gönder... dedi. Berber Hayri, kelepçeli iki elini havaya kaldırarak, tıpkı bir dinlenme gezisine çıkar gibi, ordakilere, – Hoşçakalın! deyip arkasını döndü, Sultanahmet Cezaevi'ne götürecek olan iki silahlı candarmanın arasına girdi. Cezaevi kapısında bekleyen kırmızı renkli cezaevi arabasına bindi. Yolda, Ustam'ın ençok etkisinde kaldığı sözleri üzerinde düşündü. "Hep yardım edeceksin," demişti. "Altın pas tutmaz, platin pas tutmaz denir, doğrudur. Altınla platin pas tutmaz ama pisliğe düşende pislenir bunlar. Tek paslanıp pislenmeyen insanın özüdür," demişti. "O öz ki, en kötü sanılan insanın bile içinin bir yerinde gizlidir," demişti. "İyilik etmenin yeri, zamanı olmaz; nerde olsa, kime olsa iyilik edeceksin," demişti. “Değil mi ki insanın pas pis tutmaz, kir toz bağlamaz bir özü var, işte onun için iyilik edeceksin," demişti. Kafasında düğümlenen tüm sorularını yanıtlamıştı. Niçin bu yeryüzünde istemediği şeyleri yapmak zorunda kalmış, niçin yapmak istediklerini yapamamıştı? Ustam bunları, en kalın çizgili sözlerle, en yalın biçimde anlatmıştı. "Biz insanlar," demişti, "hepimiz, her hücremizden görünmez milyarlarca iplikle topluma bağlıyız, toplumun bir katına bağlıyız," demişti, "bizi o iplerin yönettiğini bilmediğimizden, özgürüz, bağımsızız sanırız kendimizi," demişti. "Sen bağımsız olaydın hiç o suçları işler miydin; özgür olaydın hiç Tophaneli İlhami'yi vurur muydun?" demişti. "Öyleyse..." demişti... Kırmızı renkli cezaevi arabası, araba vapuruyla Boğaziçi'nden geçerken, Ustam karşısındaymış gibi içinden onunla konuşuyordu: "Ne kendim iyi olmaya, ne başkalarına iyilik etmeye zaman bulabildim Ustam." İki yanındaki candarmanın gözyaşlarını görmemesi için başını çevirdi.
Sayfa 96 - NESİN YAYINEVİKitabı okudu
·
49 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.