Gönderi

304 syf.
8/10 puan verdi
Okurken Netflix’teki “You” dizisinin sahneleri aklından geçen bir tek ben değilimdir herhalde :) John Fowles’in ilk romanı olmasına rağmen, gayet akıcı , psikolojik tahlilleri bol ve benim bir kitapta en sevdiğim yönlerden biri birçok sanatçının eserini konu alıp , sözünü geçirmesiiydi. (Örn: Shakespeare-Fırtına özellikle ona Caliban demesinde büyük etkisi var , Çavdar Tarlasında Çocuklar vb). Ayrıca sosyolojik ve toplumsal birçok konunun tartışmasını, Miranda’nın dini sorgulayışını da kitapta görebiliyoruz. Karakterlere gelecek olursak; Ferdinand sıradan bir memur aynı zamanda kelebek koleksiyoncuğu sayesinde zengin olan, asosyal, kendini toplumun dışında bırakmış , iletişim becerisinden yoksun, kendini hep öteki gibi gören , halası tarafından büyütülmüş , kendini entelektüel açıdan geliştirmemiş bir insandır. Ve saplantılı bir şekilde ki asla aşk değil tamamen bencillik ve psikolojik sorunları yüzünden Miranda’ya aşık olduğunu düşünür ve onu bu eylemi gerçekleştirmek için inşa ettiği evine , evinin zindanına kaçırır ve hapseder. Birlikte çok mutlu olacakları fikrine kapılır. Oysa Miranda’yı haberlerden ve bir iki kere görmesi dışında bir yakınlığı yoktur. Miranda ise , sanatla ilgilenen, biraz burnu havada, iyi eğitim almış ve çevresindeki insanların da böyle olmasını öncelik edinen , genç ve güzel bir kadındır. Kitabı yazar üç bölüme ayırmış ilk bölümde Ferdinand’ın düşüncelerini okuyoruz, ikinci kısımda ise Miranda’nın gizlice yazdığı günlüğünü , son kısım ise kitabın düzeninin keskin bir bitirişiyle son buluyor. Olay örgüsünden ziyade kitabın ben de hissettirdikleri ve en çok etkileyen kısmından bahsetmek istiyorum. Okurken tabi ki Ferdinand ‘a fazlasıyla öfke duyarken onu anlamaya da çalıştım, ama kendi ruh halinde de sürekli kendiyle çelişen ve deli olduğunu düşünen bu yüzden de yaptığı yanlışlarda bile kendince haklı saçma sebepler arayan bir hasta , Ah Miranda, başta o odadan çıkabileceğine inansa da , çıkmak için birçok yolu deneyip, ki özgürlüğü için kendi benliğini , kendine saygısını yitirmeyi göze almışken , zamanla o umutlarının o direnişlerinin nasıl bir mum gibi bitip ışığı sönüyorsa öyle okuyoruz. Kendimi Miranda yerine koyduğum zaman ben napardım diyorum , büyük bir nefret duyduğu Caliban’ına sürekli kötü davranıp aşağılamasına hak verirken bir yandan da o kadar yalnız o kadar tek başına olup yine tek konuşabileceği insanın onu esir eden Caliban oluşu.. Onla konuşmaya calıstıkca ne kadar uzak olduklarını ve asla ordan çıkamayacağının farkına varması.. Kendini insan değil “insan kıyafetine bürünmüş bir boşluk” olarak görmesi , gerçek olmadığı duygusuna kapılıp gerçekliğini hissetmesi için sık sık aynaya bakması , kendi dogrularını, GP ye olan aşkını sorgulaması ve ona iyi gelen onu çizdiği portreye bakarak , dışarı çıkacağı günü hayal ederek yaşama tutunmaya çalışması .. Her şeye rağmen , “ Kendi silahlarımla savaşmalıyım. Onunkilerle değil. Bencillik ve zorbalık , utanç ve hınçla değil.” sözünün direnişinin son umudu oluşunu unutmayacağım. Herkesin severek okuyabileceği akıcı bir romandı. Herkese iyi okumalar :)
Koleksiyoncu
KoleksiyoncuJohn Fowles · Ayrıntı Yayınları · 20248,4bin okunma
·
96 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.