Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Dostum! Ocağın en sert yamacından geçtim Asırlardan en pahalı zamanı Nesillerden en yamanını aldım Karın kırmızıya çaldığı bu karakışta Avucuma kardelenler ektim Lale tadında Sonra Makbul bir dua olsun Dolunay doğsun diye Bu gece sana Yıldızlara uzandım İstanbul’da Ayaklarımı eteklerimi topladım Çökük dizlerimi karnıma aldım Aguşumu açarak Bir derviş gibi Yuşa tepesine adandım Hazret−i Yuşa’yı bin Selam Eyyub−ül Ensari’yi bin rahmet O kadar Veli Ve de saidi Minnetle andım Efendim Bigane bir şehirdesin şimdi Irak Belli ki bigane Ay parçası camdır aynalarda Yıldızlar düşer aynalardan Akis akis Ve benim gönlüm camdır şimdi Bunu re’sulayn’de Ta çobanlık yaptığım günlerden bilirim Efendim Puslu bir karayel düştü şimdi İhanet nankör İhanet diz boyu İhanet hayat yutan bir hortumdur Bizimdir dediğimiz sokaklarda Bunu doğduğumuzdan beri Sayısızdır görüyoruz Biraz da bu değil mi Bizi yetim koyan Bizi ele muhtaç eden Ve de ihtiyarlatan Efendim Sen ‘Çember daralıyor’ dediğinden beridir Gözün uyku tutmuyor Gözün cennet tütüyor Yüzün hasret kokuyor O zamandan beri Yüzüm hicran… Marmara’nın oralarda İstanbul’da / Beykoz’da En kasvet−engiz yanından Ocağın ve Asr’ın herhangi bir vaktinde Sanki sen Arafat’ta Urane vadisindesin Sanki sen Mescid−i Nebevi’de Hattaboğlu Ömersin Ve sanki sen Dicle diyarından Kerb u Bela’dan Bize kalan Hüseynsin Dostum Bir ay vurdum bu gece / Rüyada Badiye kadar yüreği vardı Nehirler kadar saçları Bizim kadar ekmeği Ve hazana çalan bir siması vardı Yürürken ardından Öksüzler ağlardı Kadınlar ağlardı Çocuklar ağlardı Camiye giden çocuklar ‘Elif lam mim…’ dedi diye Hapse düşen çocuklar Bizim çocuklarımız Denize düşerken gördüm onu Şeyda dolu gözleri vardı Ahu gibi yüreği Bir kardelen uzattım Ardından Bir kardelen daha Lale tadında Fesleğen gibi bir kokusu vardı / yalnız Yalnız ve Tarihe metruk Şehirler kadar ıssızdı Bir zarfa düştü sonra Bir Burak Bir refref düştü yoluna Bir güvercin aldı onu Özenle koydu gagasına Ve özgürlüğe uçtu Bir toz katmanı geldi Marmara’ya Gelen deprem gibi Bir tozan Bir buruk Ve hazan bıraktı ardından Genizleri yakan Giden o olmasına rağmen Amenna Ne varsa kaldı onu anımsatan Gözleri bile Adına nergis dedim Adına şehid dedim Adıma ise hicran Sonra Bir içimlik bengisuyu Vahada serab gördüm Mekke’de zemzem Biraz da Hacer Dönüp giderken o Dönülmesi gerekene Adına hüzün dedim Adına çile dedim Adına firak Sürgünler gibi fakir Ve de çıplak Bir bilsen Bu gece onunla Ne vuslatlar büyüttüm Senin için ne düşler besledim Ne güller derledim Yarına / ve kokular Adına Ahmed dedim Adına reyhan dedim Adıma ise zindan Senin için Derken uyandım Senin vuslatını Benim firakıma mezceden Rüyadan Efendim Hayırdır İnşaallah! Habire yetimliğime çağrı alıyorum Habire yetimliğime çağrı alıyorsun Beyazın üzerine Siyah çığlıkların düştüğü Bu karakışta Kendi üslubunca bir aşure Kurşun renginde bir randevuda tadıyorsun Adı ölüm Adı hicret Yani şehadet olan bir randevu Yani firak yani tanık / Tanıdık Sonra sen Tarihine öykündüğüm En öksüz yüzümü alıp Hoyratça kabarmış boğazın Çılgın dalgalarına çarpıyorsun Beykoz’da Konstantiniyye’de Yani Marmara’da Gomore sırıtan Şehrin kirli suratına Sodomun torunlarına Kendinle beraber Bir kasırga Ve tufan kaldırıyorsun Üzerimize Uhudlar kadar acı Bir ğamın düştü o zaman Üzerimize gözü dem’ analar kadar Bir yas düştü o zaman Üzerimize virane virane haneler İffet timsali bacılar Ve yadigar Çocuklar düştü Sonra En kirletilmiş kelimeler En şaklaban adamlar Apolet omuzlar Ve acımasız bakışlar düştü Bacasından Yiğitlik öğrettiğin ocakla beraber İkibinde Bir de sen gittikten sonra Medinet’ün−Nebiyi sardığı kadar İkibin açılı bir ifk Döküm döküm dökülen Çılgın alevlere yakıt İbn−i Selul suratlı Bir nifak düştü O zaman Bunu duyan Yer ve gök Güneş ve ay inledi Bunu duyan Kış ve yaz Bahar ve güz Tüm mevsimler inledi Ve bunu Doğudan batıya Batıdan kuzeye Ta güneye kadar Bütün bir âlem izledi Gözlerini Ekranların Yahudi gözlerine dikerek Ve büyülenerek Ne müdhiş bir zamandı O zaman… Güneşe Avazım kadar bir çığlıkla Şahid ol dedim Ve şahid olan her şeye Şahid olun dedim Bunu duyan analar Harabe hanelerinde dövündüler Yasa düşüp ağıt yaktılar Parmaklarını Büyük bir imanla toplayıp Göğün en tepesine uzattılar Kendi dillerinde bir öfke ve kasem sarındılar Anadolu’nun Ve Mezopotamya’nın Cihad tüten dağlarında Sonra kalınan yerden Zikre devam diye Bir tesbih kopardım dalından Kokusu kendir Danesi efruz olan Adı zakir Adı abid Adı cahid olan bir tesbih Tırnaklarımla topladım sonra Bende kalan bütün anılarını Hepsini Zerre zerre… Beykoz sırtlarından Ta Toroslara kadar Zozanlara Botanlara kadar “Ey heviyé miné bist sali” Dediğin yiğitlerle beraber Onları Sana göndereyim diye Gözyaşlarımla yıkayıp Kayıtlara geçirdim Diyarbakır’a Van’a Mardin’e / yani Yurdumun her bucağına uzandım Yıldız yıldız Saçına sardım gecenin Kendi ellerimle Ve elleri Ellerim olan ellerle Efendim / geride Nasipten mahrum Ruhlar kaldı şimdi İşte ben En mahşeri meydanlarda Saçlarımı çarmıh yapıp Gözlerimle astım onları Küllerini Ebedi kalmak üzere Korkunç çukurlara Çılgın cehennemlere Savurdum. |Muhammed Said Karacadağ
··
333 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.