Gönderi

Kalbinden kalbime akan bir sesti Akşam gölgesinde çağlayan o su Sesini en tatlı yerinde kesti Bizi sonsuzluğa bağlayan o su! (Şükufe Nihal Başar) Faruk Nafiz Çamlıbel ve Şükufe Nihal Başar Türk edebiyatının iki önemli şairi ve aydını. Yaşadıkları yasak aşklarıyla bir döneme damga vurmuş, adlarından çokça bahsettirmiş ve konuşulmuş iki isim. Şükufe Nihal Başar, özellikle milli mücadele yıllarında göstermiş olduğu çalışmalarla, gerekse Cumhuriyet döneminde özellikle kadın hakları ve eğitimi hususlarında yaptığı girişimlerle,yıllarca bir çok okulda öğretmenlik mesleğini ifa edişiyle döneminin kadın yazarları arasında oldukça seçkin ve önemli bir yere sahip olmasının yanı sıra ilk üniversite mezunu olan kadınımızdır. Ve ne yazık ki konaklarda başlayan hayat serüveni huzurevinde biten bir talihsiz edibemizdir aynı zamanda. Henüz on altı yaşında yaptığı ilk evliliğinin mutsuzluğu üzerine ki Tanzimat edebiyatçılarınca “eğitimli kadın trajedisi” olarak adlandırılan ve “ruh eşini” bulamamaktan dolayı mutsuz evlilikler yapıp bedbaht olan kadınlardan biri olarak da görürüz Şükufe Nihal Başar’ı.Şüküfe Hanım babasının zoruyla evlenmiştir Sadullah Sander ile hatta evlenmemek için bileklerini bile kesmiştir.Zaten babasının zoruyla yaptığı bu evlilik mutsuz bir hayata ilk adımlarıdır.Oğlu Necdet'in doğumundan sonra da ayrılacaktır Sander'den. Döneminin önemli aydınlarından Mithat Sadullah Sander ile ilk evliliğini yapan Şükufe Nihal’e, bu arada kendisinden aruz dersleri alan eşinin yakın arkadaşı ve aynı zamanda Cenap Şehabettin’in kardeşi olan Osman Fahri adlı şair ve ressam genç kendisine aşık olur. Lakin güzelliğiyle döneminde adından çokça söz ettiren Şükufe Nihal evli olmasının bilincinde olarak bu aşka karşılık vermez. Bunun üzerine Osman Fahri hem reddedilmiş birisi olarak, hem de en yakın arkadaşının eşine aşık olmuş birisi olarak bu durumu kendisine yediremeyerek İstanbul’u terk eder ve Şükufe Nihal’e sadece mektuplar üzerinde iletişim kurmaya çalışır ancak karşılık bulamaz. Zira Şükufe Nihal’den dostça ve arkadaşça kısa yanıtlar almakta hayal ettiği mutluluğa erememektedir. Otuz yaşlarında şiddetle kapıldığı aşktan yana sevdiği kadından karşılık bulamayınca üzüntü ve kederden buhranda olduğu bir gece tabancasını şakağına dayayarak intihara teşebbüs eder ve bitkisel hayata girer. Dört ay sonra da İstanbul’da vefat eder. Bu aşk Şükufe Nihal’de derin bir iz bırakır ve “Yakut Kayalar” adındaki biyografik romanı kaleme alır ki bu romanda Şükufe Nihal’ın bütün yaşantısı bir şekilde kendi ağzından anlatılmaktadır. Döneminde cemiyet hayatının en önemli gözde kadınlarından olan ve etrafı kendisine hayran erkeklerin iltifat ve övgüleriyle çevrili olduğu halde Şükufe Nihal, hem yaşadığı mutsuz evlilik, hem Osman Fahri’nin aşkından dolayı yaşadığı dramdan olsa gerek içine kapanır ve uzun bir süre insan içine çıkmaz. Adile Ayda ile yaptığı konuşmasında o tarihten sonra bir daha mutlu olamadığını, onun ölümünden kendini mesul tuttuğunu, yazdığı bütün şiirleri ona yazdığını, hayatında sadece bir tek Osman Fahri’yi sevdiğini anlatacaktır: “Zaten insan hayatında bir kez sever. Gerisi kapılış aldanış.Ben bütün şiirlerimi bir tek şahıs için yazdım. Hep onu anlattım, ona seslendim”. Hatta “Yakut Kayalar” romanında adeta bu trajediyi anlatır gibi, pişmanlığını dile getirir gibi şu ifadelere yer verir: “Seneler… Kaba, bayağı, ruhsuz, şuursuz seneler… Onun ve benim arama girdiniz, aramıza yığın yığın küller yığdınız. Ve siz, kaba, bayağı, ruhsuz, şuursuz insanlar! Ben ondan sizin için ayrıldım. O, sizin yüzünüzden öldü. Onu ben öldürdüm, onu bana siz öldürttünüz. Seni kime feda ettim? Seni, beni et ve kemikten başka hiçbir şey zannetmeyen et ve kemik yığını insanlara mı?” (s. 56, Yakut Kayalar) Bu hazin aşk hikayesi ölümle sonuçlandıktan sonra Şükufe Nihal ikinci evliliğini kızının babası Ahmet Hamdi Başar ile yapacak ancak yine mutlu olamayacaktır. Bu kez karşısına bir başka şair Faruk Nafiz Çamlıbel çıkacaktır. Aradığı ve idealize ettiği sanatkar eş ve sevgiliyi ve dahi aşkı bir türlü bulamayan ve ruhu yalnızlıklar ülkesine sürüklenen bu hassas ve duygulu kadın, uzunca bir aradan sonra Faruk Nafiz’i yarasına merhem gibi, bir umut gibi görür ancak Faruk Nafiz’in defalarca yaptığı evlilik teklifini de kabul etmez, zira kızına üvey bir baba istemez. Buna içerleyen Faruk Nafiz Çamlıbel, onu belki de kıskandırmak için başka bir kadınla ani bir evlilik yapar. Bu Şükufe Nihal’i derinden yaralar ve bir daha barışmazlar ölünceye kadar bu kırgınlık ve öfke sürer. Ancak her ikisi bu aşkla birlikte edebiyatımıza bir çok ölümsüz şiir ve eser bırakırlar. Mesela Faruk Nafiz ”Yıldız Yağmuru” adlı romanında Şükufe Nihal de “Yalnız Dönüyorum” adlı romanında bu aşkı anlatırlar.Yine Faruk Nafiz Çamlıbel'in ünlü ve aynı zamanda bestelenmiş şiiri "Kıskançlık" bu sırada ortaya çıkar: Sakın bir söz söyleme yüzüme bakma sakın Sesini duyan olur,sana göz koyan olur Düşmanımdır seni kim bulursa cana yakın Anan bile okşasa benım bağrım kan olur. Suat Sayın şiirden etkilenir ve notalara döker ve o güzelim şarkı ortaya çıkar. Mesela Faruk Nafiz Çamlıbel “Allahaısmarladık” adlı şiirini bu içli aşkı bitirişi üzerine yazar: Bin fersahtan duyarım kimle gülüştüğünü, Alnından öz kardeşim öpse ben irkilirim. Değil yalnız ardına kimlerin düştüğünü, Kimlerin rüyasına girdiğini bilirim. Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın, Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git. Bir yarın göçtüğünü,çöktüğünü bir dağın Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git! Evet edebiyatımızın bu iki seçkin şairinin yarım kalmış aşk hikayesi böyle bitse de onlar bizlere böylesine zirve şiirler bırakarak aşklarının hakkını teslim ettiler. Şükufe Nihal Başar’a aşık olan diğer şairlerimizden Nazım Hikmet ve Ahmet Kutsi Tecer’i de zikretmeden geçmeyelim. Zaten Faruk Nafiz’i kıskançlık krizlerine sokup tayinini İstanbul’dan Ankara’ya aldıracak kadar kızdıran unsurların bir diğer sebebi de sevdiği kadının peşine düşen kalabalık bir hayran kitlesinin varlığıdır.Hatta yazdığı "Kıskançlık" şiiri de bu sırada ortaya çıkar. anlatırlar.Yine Faruk Nafiz Çamlıbel'in ünlü ve aynı zamanda bestelenmiş şiiri "Kıskançlık" da bu sırada ortaya çıkar: Sakın bir söz söyleme yüzüme bakma sakın Sesini duyan olur,sana göz koyan olur Düşmanımdır seni kim bulursa cana yakın Anan bile okşasa benım bağrım kan olur. Suat Sayın şiirden etkilenir ve notalara döker ve o güzelim şarkı ortaya çıkar. Şükufe Nihal ikinci eşinden ayrıldığı demlerde altmışlı yaşlarını sürmektedir. Ölümüne kadar da dilinden ilk aşkı Osman Fahri’nin ismini düşürmeyecektir. İlk ve hazin aşkı dilinde hayata gözlerini yumacaktır.
··
216 views
Sapere aude okurunun profil resmi
Türkiye’nin ilk kadın coğrafya öğretmeni olan Şukûfe Nihal’e Türk edebiyatından birçok sanatçı hayrandı. Bu sanatçılardan biri de Nâzım Hikmet’ti… Şukûfe Nihal ki hayatının son yıllarında ‘susma’ kararı alan, Darülfünun'un ilk kadın mezunlarından biri… Gazeteci, yazar Hikmet Çiçek de Şukûfe Nihal’i, ‘Nâzım Hikmet’i çıldırtan kadın’ olarak tarif etmişti. Gelin bir de Şukûfe Nihal ve Nâzım Hikmet’i, Nâzım Hikmet'in Kadıköy’de yaşarken komşusu olan Ergun Türkcan’dan okuyun. İşte Ergun Türkcan’ın anlatımıyla Şukûfe Nihal ve Nâzım Hikmet: “‘Hikmet Çiçek'in yazdığı ‘Nazım Hikmet'i Çıldırtan Kadın’ beni neredeyse 70 yıl öncesine, 1950-51 yıllarına götürdü. Ben, o yıllarda, dedemlerin yanında, Kadıköy-Tevfik Bey sokaktaki, üç katlı ahşap evlerinde kalıyor, Fenerbahçe Stadı yanındaki Kadıköy Taş Mektep'te Orta 1'i okuyordum. Tevfik Bey sokağın konumunu vermem gerekirse, Saint Joseph Lisesi kapısını gören, Bahariye'ye paralel bir sokaktı, şimdi adı, her ne hikmetse Ulubatlı Hasan olmuş. Biz sokağın uç kısmına yakındık ve köşedeki şahnişli ve cumbalı ahşap evde de, Nâzım Hikmet'in eşi ve annesi Celile hanım oturuyordu. Buna ev demek doğru değildi; baharda erguvanların cumbasına kadar tırmandığı, belki de Kadıköy'ün en güzel yapısıydı. Sonradan düşünmüşümdür: Burada ya büyük bir şair oturabilir ya da oturan şair olur. O kadar güzel bir evdi. Celile Hanım, sanırım Memet'i her sabah Moda İlkokuluna götürürken bizim evin karşısında bekleyen MAH yani Milli Emniyet memurları da onu takip ederlerdi. Ama asıl takip ettikleri eşi Münevver Hanım'dı, çünkü şair çoktan yuvadan uçmuştu. “BU BÜYÜK AŞKTAN ŞAİR Mİ YOKSA ŞÜKÛFE HANIM MI ÇILDIRIYORDU, ORASINI BİLEMEM” Bu evin karşısında da küçük bir apartman dairesinin penceresinde bana göre yaşlı bir hanım oturur, bu evi seyredermiş, tabii benim bu seyirden ve hanımdan haberim bile yok. Kendileri de bir şekilde edebiyat muhitlerini bilen anneannem ve dedemin konuşmalarından bu hanımın büyük edibelerden Şükûfe Nihal olduğunu, Şaire büyük aşk beslediğini ve sırf ona yakın olmak için bu evi tuttuğunu öğrenmiştim. Burada tabii, bu büyük aşktan şair mi yoksa Şükûfe Hanım mı çıldırıyordu, orasını bilemem. Yıllar sonra bu ev yıkıldı ve Kadıköy'ün en çirkin binası bu köşeye oturdu. Üstelik, köşedeki sokak tabelası ‘Tefik Bey’ gibi bir imla hatasının belgesiydi (O da yok olmuş). Başka bir dünyada böyle bir şairin evi müze yapılır, kapısına tabelalar konur, çevresi düzenlenir. Bizde şairlerin yeri hapishanedir. Bütün bunların bir kısmını, hayatımı yazdığım: ‘Türkün Memuriyetle İmtihanı ya da Hayat-ı Kırtasiyem’, Phoenix Yayınevi, 2013, ss 77-80'de bulmak mümkündür.”
Sapere aude okurunun profil resmi
Şükûfe Nihal, Türkiye’nin hızla değiştiği yıllarda şiir, öykü, roman kaleme almış bir edebiyatçımızdır. 1920’li yıllarda Erenköy’de bahçelerde, köşklerde edebiyatçılar toplanır, sohbetler ederdi. İşte böyle bir günde Nazım Hikmet küçük bir kağıda “Ben sizin için çıldırıyorum, siz bana aldırış bile etmiyorsunuz.” yazdı ve Şükûfe Nihal’e verdi. Daha sonra, Nazım arkadaşlarına Bir Ayrılış Hikayesi’ni Şükûfe Nihal’e yazdığını söylemiştir. Şükûfe Nihal’e yalnız Nazım değil, Faruk Nafiz de aşk şiirleri yazmış. Bir ayrılış hikayesi: Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl, avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp parmaklarımı kanatarak kırasıya çıldırasıya… Erkek kadına dedi ki: -Seni seviyorum, ama nasıl, kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz, yüzde yüz, yüzde bin beş yüz, yüzde hudutsuz kere yüz… Kadın erkeğe dedi ki: -Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla; severek, korkarak, eğilerek, dudağına, yüreğine, kafana. Şimdi ne söylüyorsam karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana.. Ve ben artık biliyorum: Toprağın – yüzü güneşli bir ana gibi – en son en güzel çocuğunu emzirdiğini.. Fakat neyleyim saçlarım dolanmış ölmekte olan parmaklarına başımı kurtarmam kabil değil! Sen yürümelisin, yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak.. Sen yürümelisin, beni bırakarak… Kadın sustu. SARILDILAR Bir kitap düştü yere… Kapandı bir pencere… AYRILDILAR…
Sapere aude okurunun profil resmi
Topla eteklerini yerlere sürünmesin/Rüzgâra cilvelenen tülleri görünmesin/Köşede kar içinde can veren çocuklar var... Süzülerek çıkarken bir barın kapısından/Haberin yok yurdumun eleminden, yasından/Köşede kar içinde can veren çocuklar var…” Bu dizeler Şükûfe Nihal Başar'ın “Duymayan Kadına” adlı şiirinden. Şükûfe Nihal Başar adını duymam çok eski yıllara uzanmıyor. Önceki yıllarda duymamış olmak, eserlerini okumamış olmak benim cehaletim, benim eksikliğimdi. Adını yanlış anımsamıyorsam ilk kez “Mor Kitaplık Şükûfe Nihal'in tüm eserlerini derleyip kitaplaştırdı” başlıklı haberle Bianet’te görmüş, duymuş, ‘daha sonra araştırılıp okunacak’ notuyla sonraya bırakmıştım. Kısa bir süre önce bir kez daha sinema araştırmacısı Yalçın Özgül’ün “Edebiyattan Sinemaya: Sinemamızda Edebiyat Uyarlamaları” kitabını baskıya hazırlarken gördüm, yaşam öyküsü bir kez daha ilgimi çekti. Kitaplarını edinmek, okumak notuyla yaşam öyküsünü araştırmaya başladım; edindiğim bilgileri sizinle de paylaşmak istedim. Tanıdığımız her yeni insan, yeni bir dünya demekti. Üstelik bu sanatçıysa ve erkek dünyasında zoru başarmış bir kadın sanatçıysa çok daha kıymetliydi. 1896 - 1973 yılları arasında aramızda olan Şükûfe Nihal Başar 1919-1960 yılları arasında şiir, öykü, roman ve gezi notları yayınlamış bir edebiyatçımızdı. Zoru başarırken ardında yedi şiir, bir öykü kitabı, biri tefrika halinde yayımlanmış altı roman ve iki gezi kitabı bırakan üretken ve öncü bir kadın edebiyatçıyı tanımak, dünyasına girebilmek tanıyabilmek o kadar da kolay değil. Bazen bir insanı, tanımak, anlamak için bir ömür gerekir. Böyle bir kadın edebiyatçıyı tanımaya, anlamaya çalışmak da, ondan söz etmek de kıymetli olduğu kadar heyecan verici. Toplumsal belleğimizin sık sık iğdiş edilmesi, bilgilerin kuşaktan kuşağa aktarılamaması bu tür bilgi-tanıma eksiklikleri de yaratıyordu ne yazık ki. Reklam YAŞAM ÖYKÜSÜNDEN NOTLAR Adının yanında “Öğretmen, Şair, Yazar, Eylemci (aktivist)” yazan, 1896'da İstanbul'da İstanbul’da Yeniköy’de doğan Şükûfe Nihal Başar ilk eğitimini babasının memuriyette bulunduğu Şam’da, orta eğitimini Selanik, Beyrut ve İstanbul’da tamamlar. Evde, özel hocalardan edebiyat, Farsça ve Arapça dersleri alır. Anne tarafından soyu, Fatih’in baş ressamı Nakkaş Mehmet Efendi’ye dayanır. Babası, Sultan V. Murad’ın başhekimi Emin Paşa’nın oğlu Eczacı Miralayı Ahmet Bey’dir. Şukufe Nihal, babasının evde düzenlediği toplantılarda tanıdığı devlet adamları, şairler ve yazarlardan etkilenerek erken yaşta toplumsal sorunlara ilgi duyar; Bir yandan da şiir ve makaleler yazmaya başlar. Şükûfe Nihal’in yayınlanan ilk yazısı, Ağustos 1909’da İttihat gazetesinde ve Eylül 1909’da Mehasin’de yer alan kadınların eğitimiyle ilgili bir açık mektuptur. “Başta Emine Semiye olmak üzere devrin kadın kalemleri arasında ilgi gören bu yazı, sanatçının kadın sorunları ve hakları konusuna duyarlı bir kişilik olacağının ilk göstergesiydi. Haziran 1923’te kurulan, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk kadınlarının ilk siyasal yapılanması olan Kadınlar Halk Fırkası’nın genel sekreteriydi. Başkanlığını Nezihe Muhittin’in yaptığı fırka, genç Türkiye Cumhuriyeti’nde partileşme başlamadığı ve kadınların siyasal hakları olmadığından hükümet tarafından kabul görmeyerek derneğe dönüştürüldü. Bu girişim, Şükûfe Nihal’in Türk kadınının siyasal haklarını kazanmasındaki katkılarını göstermektedir.” 16 yaşındayken annesinin isteğiyle evlendikten sonra İnas Darülfünunu'na (Kadın Üniversitesi) girer. İnas Darülfünunu ile Zükur Darülfünunu'nun (Erkek Üniversitesi) birleşmesinin gündeme gelmesiyle kız öğrencilere diğer okulun derslerini alma olanağı tanınır. Şukufe Nihal, bu olanağı değerlendirerek 1919'da Zükur Darülfünunu Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü'nü bitirerek “Türkiye'nin ilk üniversite mezunu kadını” olur. İlk eşi, eğitimci ve ders kitapları yazarı Mithat Sadullah (Sander) Bey’di. 1912-1915 yılları arasında süren bu evliliğinden bir oğlu (Necdet Sander), İstiklal Savaşı yıllarında politikacı Ahmet Hamdi (Başar) Bey’le yaptığı ikinci evliliğinden bir kızı olur. (Günay Alok) Bezmiâalem İnas Sultanisi’nde ve Vefa Sultanisi’nde coğrafya öğretmenliği Nişantaşı, Kandilli ve Kadıköy Kız liselerinde edebiyat öğretmenliği yapar. Reklam Kurtuluş Savaşı sırasında Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin önde gelen isimlerinden biri olur, Şukufe Nihal. Evinde yaptığı toplantılarda milli mücadeleye destek olmaları için kadınları teşvik eder. Ünlü Sultanahmet Mitingi'nde Halide Edip Adıvar'ın yanında duran Şukufe Nihal, Fatih Mitingi'ndeki konuşmasıyla kalabalığı etkiler, coşturur. Cumhuriyetin ilanından sonra, kadınların siyasi haklarını kazanması için mücadele eden Türk Kadınlar Birliği'nin kurucuları arasında yer alır. 1925 - 1927 arasında yayımlanan Türk Kadın Yolu adlı derginin yazarları arasındadır. Emekliliğine kadar İstanbul’un değişik liselerinde edebiyat, tarih, coğrafya öğretmenlikleri yapar. EDEBİYATÇI KİMLİĞİ Yazmaya küçük yaşlarda başlayan, iki evlilik yapan ve 1950’lerin sonunda ikinci eşinden ayrılan yazarın kullandığı imzalar da buna göre değişir. ‘Şükûfe Nihal’ adıyla yazmaya başlar, Mithat Sadullah Bey’le evliliği sırasında ‘Şükûfe Nihal Mithat’, Ahmet Hamdi Başar’la evliyken de ‘Şükûfe Nihal Başar’ imzasını kullanır. Edebiyat tarihlerinde ve kitaplarında ‘Şükûfe Nihal Başar’ olarak yer alır. Gazete ve dergilerdeki yazılarında ve eşinden ayrıldıktan sonra ‘Şükûfe Nihal’ bazen de ‘Nihal’ ismiyle yazar. Edebiyat dünyasında ‘Şükûfe Nihal’ olarak tanınmak ister. Edebiyatçılığıyla ilgili şu notlar vardır yazılı bilgiler arasında: “Başlangıçta Tevfik Fikret'in etkisinde aruz ölçüsüyle şiirler yazarken zaman içinde Milli edebiyat akımının ilkelerine uygun olarak hece ölçüsünü kullanmaya başladı. Devrinin tüm şairleri gibi Edebiyat-ı Cedide, Fecri Ati ve Milli edebiyat akımı arasında sıkıştı kaldı.”
Sapere aude okurunun profil resmi
Şükûfe Nihal, Cumhuriyet’in kuruluş döneminden itibaren Türk Edebiyatında eserleri ve modern fikirleriyle dikkat çeken bir kadın şair ve yazar olarak geçmiştir kayıtlara. Yazar ve şair kimliğinin yanı sıra, eserlerinde işlediği toplumsal konularda ‘kadın kahramanları’ öne çıkaran Şükûfe Nihal, aynı zamanda aktivist karakteri ve Cumhuriyetin erken dönemindeki “feminist düşünceleriyle” modern Türkiye’nin ilk aydın kadınları arasında yer alır. Özgürlüğe tutkun, mücadeleci ve ayakları üzerinde dimdik duran bir kadındır Şükûfe Nihal. “Yaşadığı dönemde modern ve ilerici fikirleriyle Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyat ve siyasi hayatında izler bırakan Şükûfe Nihal, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesini ve değerlerini savunan idealist bir aydındır.” 1908 Meşrutiyet’i sonrasında başlattığı kadınların eğitim almaları, sosyal ve siyasal haklarını elde etmeleri konusundaki çalışmalarını, bir aktivist olmanın yanında edebî eserleri, gazete ve dergilerdeki yazılarıyla sürdürür. Kaynaklarda “Güneş, Varlık, Aydabir, Çınaraltı, Şadırvan gibi dergilerde yayınlanan ve çoğu hece vezniyle yazılmış şiirlerinde lirizm ve kadınsı bir içtenlik dikkat çeker” yazar. Şükûfe Nihal’in yazılarının yayımlandığı dergi ve gazetelerden bazıları şunlardır: Cumhuriyet, Çığır, Çınaraltı, Dergâh, İfham, Kadın Gazetesi, Kadın Yolu, Süs, Şair, Şair Nedim, Tan, Türk Kadını, Ülkü, Yeni İstanbul, Yeni Mecmua, Yeni Türk, Yücel… Yazar Pınar Kür’ün annesi ve şair, öğretmen Halide Nusret Zorlutuna’nın da kardeşi olan İsmet Kür Şukufe Nihal için şunları yazar: “Şukûfe Nihal hemen her görenin âşık ya da hayran olduğu kadınlardandı. Güzel denemezdi, gözleri çukurdu ve ufaktı. Boyu uzun değildi. Beden hatlarıysa dikkati çekmekten uzaktı. Ne var ki, zarifti, her zaman bakımlı ve çok şıktı. Dünyaya metelik vermeyen, kendine güvenen bir havası vardı. Onu bu kadar çekici yapan da işte bu dünyaya metelik vermeyen haliydi.” (1) Abla Halide Nusret Zorlutuna da kardeşi İsmet Kür’ün söylediklerinden çok da farklı olmayan şu cümleleri yazar Bir Devrin Romanı’nda “Şukûfe Nihal bu dünyanın insanı değildi; onun için devamlı muhitini yadırgıyordu. Küçümsediği ya da küçümser gibi göründüğü insanlar Ayşe, Fatma, Ahmet, Mehmet değildi; tümüyle bu çamurdan dünyaya mensup olan insanlardı. O, büyük şair Ahmed Haşim’in yarı semâvî yaratıklarındandı muhakkak; ne çevresi onu anlayabiliyordu, ne de o çevresini. Bununla beraber etrafında bir hayranlar halkası vardı. Onun güzelliğine, onun zarafetine, onun şairliğine meftun olan bu hayranlar halkası uzun yıllar etrafında mevcut olmuştur,” (Bir Devrin Romanı, S. 278, 1978 Aktaran; Taner Ay. A.g.y. ) “Şukûfe Nihal önemli evliliklerinin yanı sıra “önemli, ünlü” edebiyatçıların ona olan hayranlıklarıyla, aşklarıyla, uğruna yaşanan intiharlarıyla da adından söz ettirir. Cenap Şehabettin’in ve Ali Nusret’in kardeşleri olan 1890 doğumlu şair Osman Fahri “Şukûfe Nihal’e aşkına karşılık bulamayınca umutsuzluğa, bunalıma düşüp intihar edecek kadar âşıktır, fakat bu aşkını hiçbir zaman açıkça söyleyememiştir. Arkadaşı Mithat Sadullah ile evlenip boşanmasına rağmen kendisine karşı hep uzak duran Şukufe Nihal’in bu mesafeli, uzak, soğuk tavrı nedeniyle bunalıma giren şair Osman Fahri kafasına bir kurşun sıkarak intihâr teşebbüsünde bulunur. Yatırıldığı Fransız Lape Hastahânesi’nde olaydan 34 gün sonra 1920 yılında henüz 30 yaşının başındayken vefât eder. NÂZIM HİKMET ŞİİR YAZAR Şukûfe Nihal’e âşık olan, hayranlık besleyen sadece Osman Fahri değildir. Nâzım Hikmet de hayranlığını gizlemeyenlerdendir. “Halide Nusret Zorlutuna Bir Devrin Romanı‘nda isim vermez, ama Nâzım Hikmet olduğu söylenir, şöhretli bir şair ona herkesin içinde ‘Ben sizin için çıldırıyorum, sizse bana aldırış bile etmiyorsunuz’ yazılı bir kâğıt uzatıp vermiştir. Bu şahsın Nâzım Hikmet olduğunu ilk defa Emine Işınsu telaffuz etmiştir. Emine Işınsu Halide Nusret’in kızıdır. İsmet Kür’ün Yarısı Roman isimli anı kitabına (Everest Yayınları, 2006 ) nazaran da, ablası Halide Nusret ona Nâzım’ın “Bir Ayrılış Hikâyesi” şiirini Şukûfe Nihal için yazdığını söylemiştir.” (Taner Ay, a.g.y.) Şukûfe Nihal’e âşık olan diğer isimlerse, Faruk Nafiz Çamlıbel ile Ahmet Kutsi Tecer’dir. Hatta Faruk Nafiz ile Şukûfe Nihal’in aşkları karşılıklı gibidir. Faruk Nafiz’in Yıldız Yağmuru kitabının ve Şukûfe Nihal’in Yalnız Dönüyorum’unun bu aşkı anlattığı söylenir. Faruk Nafiz Çamlıbel evlilik tekliflerine aldığı yanıtların hep olumsuz olması üzerine Ankara’ya tayinini istediği ve 1931 yılında Ankara Erkek Lisesi’nden biyoloji öğretmeni Azize Hanım ile evlendiği yazılır, söylenir. Faruk Nafiz Şukufe Nihal’i ilk kez Erenköy’de bir köşkte görür ve bir süre sonra da ilişkileri başlar. “Demet Altınyeleklioğlu’nun Sustum Anne isimli romanına göre, Şukûfe Nihal Faruk Nafiz’i ilk gördüğünde hiç beğenmemiş, hatta ondan nefret etmiştir. “Kaba, kendini beğenmiş, suratsızın tekiydi,” (s. 487). Bu nefretin yerini cinsel hazza bırakması uzun sürmez. “Tartışsak da, kavga da etsek, küsüp küsüp barışsak da, seviyorduk birbirimizi. Hem de delice. Susuz toprak yağmuru nasıl özlerse, öyle koşuyorduk birbirimize. Şafağı birbirimizin kollarında bekliyorduk,” (s. 546). Haftada 2 gece gizlice Faruk Nafiz’in bekâr odasında kalır (s. 545), ev sâhibi bunu fark edince Heybeliada’da Madam Despina’nın pansiyonunda sevişirler (s. 551). Herkesten gizli ve kaçamak olarak yaşanan bu aşk geceleri Faruk Nafiz’i sonunda hırçınlaştırır. “Artık hemen her buluşmamızda, evlenme bahsini açıyordu. Ben de her seferinde ipe un seriyordum,” (Taner Ay, a.g.y.) “Demet Altınyeleklioğlu’nun yazdıkları elbette bir kurgu, ama evlenme teklifleri karşında Şukûfe Nihal’in her seferinde “ipe un sermesi” ise bir gerçek. Faruk Nafiz, çok kırılmıştır.” (s. 554). (a.g.y.)
Sapere aude okurunun profil resmi
“Kesin bir kaynak olmamakla birlikte, mektuplaşmalarından yola çıkarak, aşklarının 1920'nin sonlarından 1931 'in ortalarına kadar sürdüğü öngörülmektedir. Sevgililer uzaklığı aşmak için sık sık mektuplaşır, hatta Faruk Nafiz her hafta sonu trenle Ankara'dan İstanbul'a gelir. Mektuplar git gide seyrekleşir. 1932'de Faruk Nafiz, belki de iyice umudunu yitirdiğinden, aynı okulda öğretmen olan Azize Hanım ile ani bir evlilik yapar. Şükûfe Nihal şaşkın, Şükûfe Nihal kırgındır. Affetmez aşkını... Eli bir kez daha bırakılmıştır Şükûfe Nihal'in. Önce babası onu genç yaşta evlendirerek... Sonra Osman Fahri; intihar ederek, eşi duyarsızlıklarıyla... Son olarak da Faruk Nafiz... Yalnız ve yorgundur.” Yukarıdaki bilgileri yazan Müberra Karamanoğlu, Şükûfe Nihal’i yazdığı “Bizim Şaireler / Osmanlıda Aydın Olmak; Şükûfe Nihal” başlıklı yazısında da şu cümlelerle başlar yazısına: “Şükûfe Nihal dalgalı denizlerin yolcusuydu hep. 1896'da İstanbul'da bir yalıda başlayan yaşamı 1973 yılında huzur evinde sona erene dek nice fırtınalar, nice mehtaplar, nice tanlar gördü. Nazım Hikmet'in, Faruk Nafiz Çamlıbel'in, Ahmet Kutsi Tecer'in kalbine girdi. Sevdi, sevildi; uğruna intihar eden de oldu, şiirler yazan da... Daima ilklerdendi, öncüydü, çünkü o bir savaşçıydı. İlk Türk üniversite mezunu kadın, liselere atanan ilk kadın öğretmen... Şair, yazar, gazeteci, kadın hakları savunucusu, mütareke yıllarında hatip, Kuvayı Milliyeci, döneminin aydın ve zarif kadını Şükûfe Nihal'i Rumeli Aşiyan Mezarlığı’nda bakımsız, çökmüş bir kabirde bırakmak sadece şaire değil, yakın tarihimize de haksızlık değil midir?” MUTSUZ EVLİLİKLER, AŞKLAR, ÂŞIKLAR Şükûfe Nihal “'En büyük ideali sanat havası içinde yaşamak, kültürünü genişletmek ve bir sanatkâr olmakken” çok erken yaşta evlendirilir. Buna engel olmak için bileklerini keserek, intihar girişiminde bile bulunur. Evliliğinde mutsuzdur. Oğlu Necdet'in doğumundan kısa bir süre sonra Mithat Sadullah Sander'den ayrılır. Şükûfe Nihal evli olduğu dönemde eşinin arkadaşı, Cenap Şahabettin'in kardeşi, şair ve ressam Osman Fahri'den aruz dersleri alır. Osman Fahri gönlüne söz geçiremez, arkadaşının karısına âşık olur. Yasak aşkından kurtulma umuduyla öğretmen olarak Elazığ'a tayin ister. Ancak gurbet aşkını söndürmez. Fakat beklediği karşılığı bulamaz. Bir önceki yazımızda söz ettiğimiz gibi bunalıma giren Osman Fahri 1920 yılında, 30 yaşındayken başına tabancayı dayar, tetiği çeker. Fakat ölmez... İstanbul'a getirirler genç adamı. 4 ay yaşar. Şükûfe Nihal Osman Fahri'yi ölümsüzleştirdiği ''Yakut Kayalar'' adlı biyografik romanında çektiği vicdan azabını yazar. "Seneler... Kaba, bayağı, ruhsuz, şuursuz seneler... Onun ve benim arama girdiniz, aramıza yığın yığın küller yığdınız. Ve siz, kaba, bayağı, ruhsuz, şuursuz insanlar! Ben ondan sizin için ayrıldım, sizin yüzünüzden öldü. Onu ben öldürdüm, onu bana siz öldürttünüz. Seni kime feda ettim? Seni, beni et ve kemikten başka hiçbir şey zannetmeyen et ve kemik yığını insanlara mı?" Faruk Nafiz Çamlıbel’in evlilik tekliflerine olumlu yanıt vermemesi üzerine Faruk Nafiz’in ani evlilik kararı alarak evlenmesiyle boşluğa düşen Şükûfe Nihal de bir süre sonra üniversiteden arkadaşı Ahmed Hamdi Başar ile 34 yıl sürecek bir evlilik yapar. Ancak aradığı huzuru bulamaz. Boşanırlar. O yıllardan sonra aşkı sadece sadece ruhunda yaşar. O aşkın sahibi de karşılık vermediği için sevdası uğruna ölümü seçen Osman Fahri’dir. Yakın dostlarına, “Tek aşkım odur. Beni tek seven de odur. Nasıl ziyan ettim bu büyük aşkı” diye dert yanar hep. “Yakut Kayalar” adlı romanının kahramanıdır Osman Fahri. Hafızasını kaybedene kadar düşüncesinde, dilinde, kaleminde hep Osman Fahri vardı.”* NAZIM HİKMET’İN AŞKI Osman Fahri, Faruk Nafiz ve Ahmet Kutsi Tecer’in yanı sıra Nazım Hikmet’in de Şukufe Nihal’e, hayranlık duyar. Sanırım Şukufe Nihal de Nazım’a aynı duyguları hissediyordur. Şukufe Nihal, bir tanıklığa göre Nazım Hikmet’e hayranlığından, Nâzım Hikmet'in eşi ve annesi Celile hanımla birlikte oturdukları Kadıköy’deki güzel evin karşısında da küçük bir apartman dairesinin penceresinde oturur, bu evi seyredermiş.** “Anneannem ve dedemin konuşmalarından bu hanımın büyük edibelerden Şükûfe Nihal olduğunu, Şaire büyük aşk beslediğini ve sırf ona yakın olmak için bu evi tuttuğunu öğrenmiştim. Halide Nusret Zorlutuna’nın söylediğine göre, Nâzım Hikmet “Bir Ayrılış Hikâyesi” şiirini Şükûfe Nihal için yazmıştı. Nazım Hikmet’in Şukufe Nihal’e “Ben sizin için çıldırıyorum, sizse bana aldırış bile etmiyorsunuz” yazılı bir kâğıt uzatıp verdiğini yazmıştık. Ayrıca gazeteci- yazar Hikmet çiçek de bir yazısında Nazım Hikmet’in senaryolarında da kullandığı Ercüment Er” takma adıyla yazdığı Sâdettin Kaynak tarafından bestelenen şiirleri olduğunu yazar. SİNEMAYA UYARLANAN ESERİ: DOMANİÇ YOLCULARI “Domaniç Dağlarının Yolcuları” adlı eseri 1946 yılında Şakir Sırmalı yönetmenliğinde “Domaniç Yolcusu/Unutulan Sır” adıyla sinemaya uyarlanır. Senaryo yazımına Şakir Sırmalı ve Necdet Saner’le birlikte Şükûfe Nihal’in de katıldığı film, 16 Nisan 1948 tarihinde Taksim sinemasında gösterime girer. Geçirdiği bir kaza sonrası yürüme zorluğu da çeken Şukufe Nihal konuşmama kararı alır. Hayatın zorlaşması sonucu yakın arkadaşları onu Bakırköy’de bir huzur evine yerleştirirler. Huzur evinde “akıl almaz bir ıssızlık” içinde yaşar. Kızı Günay 1969 yılında çok genç yaşta vefât etmiştir, oğlu Necdet ise ‘annesini o hâlde görmeye dayanamadığı için’ yanına uğramaz. “Şükûfe Nihal zamanla huzur evinde sadece herkesi ve her şeyi değil, konuşmayı dahi unutur;” konuşmayı tamamen keser. İstanbul Yeniköy’de bir köşkte başlayan bu ışıltılı, iz bırakan fakat bir o kadar da acılı, hüzünlü hayat 24 Eylül 1973’te bir huzur evi yatağında son bulur. * Soner Yalçın, Hep ideal aşkı arayan bir şair: Şükûfe Nihal. 16 Ağustos 2008 (hurriyet.com.tr) ** Nâzım Hikmet'in Kadıköy’de yaşarken komşusu olan Ergun Türkcan (Oda TV)
Sapere aude okurunun profil resmi
Nazım Hikmet ona aşıktı. Faruk Nafiz Çamlıbel, ona olan sevdasını dizelere döktü. Cenab Şahabeddin’in kardeşi şair Osman Fahri, ona olan aşkına karşılık bulamayıp canına kıydı. Şair Ahmet Kutsi Tecer, ona tutkundu. Edebiyatçı Mithat Sadullah Sander ve politikacı Ahmet Hamdi Başar ile evlendi. Yaşamı köşkte başlayıp huzurevinde biten şair, yazar, öğretmen Şükûfe Nihal’in ruhunun derinliklerinde yaralar açan aşk hikáyeleri.. OSMAN Fahri otuz yaşındaydı. Dönemin ünlü edebiyatçısı Cenab Şahabeddin’in kardeşiydi. Ressamdı. Şairdi. "Mersiyeler" adlı şiir kitabı vardı. "Arkadaş" adlı dergiyi birlikte çıkardığı yakın dostu Mithat Sadullah’ın eşi Şükûfe Nihal’e áşıktı. Mithat Sadullah-Şükûfe Nihal evliliğinde sorunlar vardı. Ve bir gün Şükûfe Nihal, oğlu Necdet’i alıp eşi Mithat Sadullah’ı terk etti. Zaten hiç arzulamamıştı bu evliliği; hatta bileklerini keserek intihara kalkışmıştı. İstemediği evlilik artık son bulmuştu. Şükûfe Nihal’in bu zor günlerindeki dert ortağı Osman Fahri’ydi. Genç şair, yıllardır sakladığı hislerini o günlerde açığa çıkardı. Olumsuz yanıt aldı: "Sen benim hem-dem-i hayalatım, Ben senin yar-ı tesellikárın Olacakken; fakat, nedense, Nihal Sen benim gözlerimde dert aradın..." Osman Fahri karşılıksız aşkı yüzünden mecnun oldu. İstanbul’u terk etti. Elazığ’da öğretmenlik yapmaya başladı. Ancak platonik aşkını unutamadı. Şiirler gönderdi karasevdasına karşılık alabilmek için: "Ah madem ki sen de bir şair, Ben de şairim, bu káfidir" Hiç yanıt alamadı; bu acıyla yaşamamak için kafasına tabanca dayayıp tetiği çekti. Yıl 1920 idi... Şükûfe Nihal, Osman Fahri’ye karşı o günlerde bir şeyler hissetmiş miydi? Bilinmiyor. Bilinen Şükûfe Nihal’in, karasevda yüzünden intihar eden Osman Fahri’yi yaşamı boyunca unutamadığı... Güzel denemezdi Yakın arkadaşı (yazar Pınar Kür’ün annesi) İsmet Kür, "Yarısı Roman" adlı eserinde Şükûfe Nihal’i şöyle anlatıyor: "Şükûfe Nihal hemen her görenin áşık ya da hayran olduğu kadınlardandı. ’Güzel’ denemezdi pek. Gözleri çukurdu ve ufaktı... Boyu hiç uzun değildi. Beden çizgileri dikkati çekmekten uzaktı. Ne ki, zarifti, her zaman bakımlı ve çok şıktı. Dünyaya metelik vermeyen, kendine çok güvenen bir havası vardı. Onu bu kadar çekici yapan da, bu ’dünyaya metelik vermeyen’ haliydi. Ve de, o sıralar, ’hayran olunacak kadın’ sayısı da çok değil miydi? Ya da nitelikleri mi farklıydı? Sanırım, biraz öyle. Çocukluğumda, şıklık sembolüydü benim için. Onun üstünde görüp hayran olduğum kimi renkleri, kimi desenleri hálá sevdiğimi biliyorum. Çok kaprisli bir kadındı. Biraz cıvıltıya benzeyen, kendine özgü ve de hoş konuşma biçimi vardı. Evet, pek çok kişi sevdalanmıştı, zamanın en gözde şairlerinden biri olan bu kadına." Şükûfe Nihal’e áşık olan isimlerden biri de Názım Hikmet’ti... Názım Hikmet’in aşkı 1920’li yıllar... Erenköy bahçelerinde, köşklerinde şairler yan yana gelip edebi sohbetler yapıyorlardı. Bu toplantıların birinde... Názım Hikmet bir káğıda bir şeyler yazıp Şükûfe Nihal’e vermesi için Halide Nusret’e (Zorlutuna) uzattı. "Bir Devrin Romanı" adlı eserinde Zorlutuna olayı şöyle yazdı: "O (Şükûfe Nihal) okuduktan sonra, gülerek káğıdı bana verdi. Bugün gibi hatırlıyorum, káğıtta şairin o delişmen yazısıyla aynen şu kelimeler yazılıydı: ’Ben sizin için çıldırıyorum, siz bana aldırış bile etmiyorsunuz’." Názım Hikmet ile Şükûfe Nihal sevgili oldular mı? Halide Nusret Zorlutuna’nın, kız kardeşi İsmet Kür’e söylediğine göre, Názım Hikmet "Bir Ayrılış Hikáyesi" adlı şiirini Şükûfe Nihal için yazmıştı. Bu şiir ilişkinin boyutunu gösteriyor aslında: "Erkek kadına dedi ki/seni seviyorum,/ ama nasıl?/ avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp/ parmaklarımı kanatarak/ kırasıya/ çıldırasıya.../ Erkek kadına dedi ki/ seni seviyorum,/ ama nasıl?/ kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz,/ yüzde yüz, yüzde bin beş yüz/ yüzde hudutsuz kere yüz/ Kadın erkeğe dedi ki/ baktım,/ dudağımla, yüreğimle, kafamla;/ severek, korkarak, eğilerek,/ dudağına, yüreğine, kafana/ şimdi ne söylüyorsam/ karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana/ ve artık biliyorum:/ toprağın/ yüzü güneşli bir ana gibi/ en son, en güzel çocuğunu emzirdiğini/ fakat neyleyim/ saçlarım dolanmış/ölmekte olanın parmaklarına/ başımı kurtarmam kabil/ değil/ sen yürümelisin,/ yeni doğan çocuğun gözlerine bakarak/ sen yürümelisin/ beni bırakarak/ Kadın sustu/ sarıldılar/ Bir kitap düştü yere/ kapandı bir pencere/ ayrıldılar" Dönemin ünlü şairlerinden sadece Názım Hikmet áşık değildi Şükûfe Nihal’e! Yakın dostu Halide Nusret Zorlutuna’ya göre, Ahmet Kutsi Tecer de Şükûfe Nihal’e áşık edebiyatçılardan biriydi. Şükûfe Nihal’in edebiyat çevrelerindeki en bilinen aşkı ise hiç şüphesiz, Faruk Nafiz Çamlıbel idi... F. Nafiz Çamlıbel’in aşkı Faruk Nafiz Çamlıbel yaşamı boyunca unutamayacağı büyük aşkı Şükûfe Nihal’i halasının Erenköy’deki köşkünde gördü ilk kez. Ve ilk görüşte áşık oldu. Aşk karşılıklıydı. Hep şiirler yazdılar birbirlerine. "İnce bir kızdı bu solgun sarı heykel gibi lal/ Sanki ruhumdan uzat sisli bir akşamdı Nihal/ Ben küreklerde Nihal’in gözü enginlerde/ Gizli sevdalar için yol soruyorduk nerde./" Sadece şiir mi? Aşkları üzerine roman yazdılar. Faruk Nafiz Çamlıbel "Yıldız Yağmuru"nda, Şükûfe Nihal ise "Yalnız Dönüyorum" adlı romanda sevdalarını dile getirdiler. Yazar Selim İleri de, "Mavi Kanatlarında Yalnız Benim Olsaydın" adlı romanında edebiyat çevrelerinin çok konuştuğu bu aşkı anlattı. Aynı zamanda edebiyat öğretmeni olan Faruk Nafiz Çamlıbel evlilik teklifine hep olumsuz yanıt alması üzerine sinirlenerek tayinini Ankara’ya çıkardı. Ve burada; Ankara Lisesi’nde coğrafya öğretmenliği yapan Aziziye Hanım ile ani bir evlilik yaptı. Yıl 1931’di. Bir zamanlar; "Yalnız kalmaktansa Nihal’imden uzakta/ Kalsam diyorum, dar-ü diyarımdan uzakta" diyen şairin bu ansızın evlenmesi edebiyat çevrelerini çok şaşırttı. En çok da Şükûfe Nihal’i; gerçi kavga ettikleri için bir süredir görüşmüyorlardı ama o da anlam verememişti bu ani evliliğe... Çamlıbel yanıtını beş yıl sonra, 1936’da çıkan "Yıldız Yağmuru" adlı romanında verdi. Romanın kadın kahramanı ayrılığı, aşkı ölümsüzleştirmek için istemişti. Romanın erkek kahramanı ise bu ayrılık nedeniyle gidip sade bir kadınla evlenmişti. Roman ne kadar gerçeği yansıtır bilinmez! Yıllar sonra 1954 yılında Cumhuriyet Gazetesi muhabiri Sermet Sami Uysal, Faruk Nafiz Çamlıbel’e sordu: Eşinizle aşk evliliği mi yaptınız? Yanıt ilginçti: "Hayır. Birbirimizi beğenip evlendik; duygudan çok kafa izdivacı oldu daha doğrusu." Kim bilebilir; belki de Faruk Nafiz Çamlıbel ölümsüz aşkını hiç unutamadı. Sadece rastlantı mıdır; Şükûfe Nihal’in ölümünden bir buçuk ay sonra vefat etti! İkinci evlilik Faruk Nafiz Çamlıbel’in ani evliliğinin ardından Şükûfe Nihal de evlilik kararı aldı. Ahmet Hamdi Başar, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden sınıf arkadaşıydı. Okul arkadaşının zaman içinde ülkenin sosyal sorunlarına ilgi göstermesi çok hoşuna gidiyordu. Ayrıca oğlu Necdet’e yakın ilgisi de bu evliliğe zemin oluşturdu. Evlendiler. Şükûfe Nihal, kızı Günay’ı bu evliliğinden dünyaya getirdi. Ancak aradığı huzuru bulamadı; eşi sürekli politik beklentiler, arzular peşindeydi. 1960’ta Şükûfe Nihal, iki çocuğunu alıp kimseye haber vermeden evden ayrıldı. Boşandılar. Altmış beş yaşındaydı. Aşkı sadece ruhunda yaşıyordu. O aşkın sahibi ise sevdası uğruna ölümü seçen Osman Fahri’ydi. Yakın dostlarına, "Tek aşkım odur. Beni tek seven de odur. Nasıl ziyan ettim bu büyük aşkı" diye dert yandı hep. "Yakut Kayalar" adlı romanının kahramanıydı Osman Fahri. Onun aşkı uğruna mecnun oluşu, ideal aşkı arayan romantik Şükûfe Nihal’e şiirler yazdırdı: "Sana mecnun dediler/ Mukaddestir gözümde/ Cinnet, o günden beri..." Hafızasını kaybedene kadar düşüncesinde, dilinde, kaleminde hep Osman Fahri vardı... Köşklerden huzurevine uzanan bir hayat hikáyesi 1896’da İstanbul Yeniköy’de bir köşkte doğdu. Dedesi, Sultan V. Murad’ın doktoru Emin Paşa’ydı. Babası Miralay Ahmet Abdullah Bey eczacıydı. Baba tarafından soyu Kastamonulu Katipzadelere uzanıyordu. Annesi Nazire Hanım asker kökenli bir ailenin kızıydı. Şükûfe Nihal’ın çocukluğu ve dolayısıyla öğrenimi, babasının görevleri gereği gittikleri Manastır, Şam, Beyrut ve Selanik’te geçti. Arapça, Farsça, Fransızca öğrendi. Babası entelektüel biriydi. Onun sayesinde küçük yaşlarında edebiyatla tanıştı. İlk şiiri "Hazan" Resimli Kitap’ta yayımlandı. 18 yaşında üniversiteye gitti. Ancak babasının tayini Şam’a çıkınca İstanbul’da tek başına kalmaması için zorla evlendirildi. O dönemin yasalarına-kurallarına göre evlilik, üniversiteye gitmeye engeldi. Bu hakkı boşandığında elde edebildi. 1919’da üniversitenin coğrafya bölümünden mezun olan ilk kadın oldu. Ve ilk kadın lise öğretmeni. Emekli olduğu 1953 yılına kadar İstanbul’un çeşitli okullarında öğretmenlik yaptı. Siyasal, toplumsal meselelerle hep ilgiliydi. Kadınların eğitim hakkı konusunda dönemin dergi ve gazetelerinde makaleler yazdı. Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti ve Asri Kadınlar Cemiyeti’ne üye oldu. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini protesto eden Sultanahmet Meydanı’ndaki mitingde konuşma yapanlardan biriydi: "Ey aziz vatan beşiğimiz sendin, mezarımız yine sen olacaksın." Anadolu’daki ulusal savaşa katkı için İstanbul’da gizlice görev yapan kadınlardan biri de yine Şükûfe Nihal idi. O hep öncüydü. 1923’te kurulan Kadınlar Halk Fırkası’nın kurucusu oldu; partinin genel sekreterliğini yaptı. 1920’li yıllar şiirin yanında romanın başladığı dönem oldu. İlk romanı "Renksiz Istırap" 1926’da yayımlandı. 1935’ten itibaren Cumhuriyet, Tan, Yeni İstanbul gibi gazetelerde yazmaya başladı. "Domaniç Dağlarının Yolcuları" adlı eseri "Unutulan Sır" adıyla beyazperdeye aktarıldı. Sosyal sorumluluk içeren çalışmalar içinde de yer aldı. İstanbul Hayırseverler Derneği, Çocuk Dostları Cemiyeti ve Türk Kadınlar Birliği’nde görev yaptı. 1962 yılında başına talihsiz bir olay geldi; caddeyi karşıdan karşıya geçerken araba çarptı. Kaza sonucu birçok ameliyatlar geçirdi. Sol bacağı kısa kaldı. Hayatın zorlaşması sonucu yakın arkadaşları Hasene Ilgaz ve İffet Halim Oruz’un açtıkları Bakırköy’deki huzurevine yerleşti. Kızı Günay’ın bebeğini doğururken hayata gözlerini yumması, yaşamla ilişkisinin kopmasına neden oldu. Yurtdışında felsefe öğrenimi gördükten sonra Türkiye’ye gelip Taksim ve Osmanbey’de İstanbul’un en tanınmış iki kitabevini açan oğlu Necati Sander, annesinin bu durumuna çok üzülüyor ve onu böyle görmemek için yanına pek uğrayamıyordu. Kız kardeşleri Bedai Taş ve Muhsine Akkaş da artık yaşlanmışlardı; sık gelemiyorlardı huzurevine. Şükûfe Nihal zamanla konuşmayı tamamen kesti. Ve 24 Eylül 1973’te hayata gözlerini kapadı. Rumelihisarı Aşiyan Mezarlığı’na defnedildi. Adı okullara verilen Şükûfe Nihal’in mezarı bugün iç acıtacak kadar bakımsızdır... Şükûfe Nihal’in eserleri Yıldızlar ve Gölgeler (1919-Şiir) Renksiz Istırap (1926-Roman) Hazan Rüzgárları (1927-Şiir) Tevekkülün Cezası (1928-Hikáye) Gayya (1930-Şiir) Yakut Kayalar (1931-Roman) Çöl Güneşi (1933-Roman) Su (1935-Şiir) Şile Yolları (1935-Şiir) Finlandiya (1935-Gezi kitabı) Yalnız Dönüyorum (1938-Roman) Sabah Kuşları (1943-Şiir) Domaniç Dağlarının Yolcusu (1946-Gezi kitabı) Çölde Sabah Oluyor (1951-Roman) Yerden Göğe (1960-Şiir) Oğlu Necati Sander tarafından derlenen "Toplu Şiirler" (1975) 1955 yılında Yeni İstanbul Gazetesi’nde tefrika edilen "Vatanım İçin" adlı romanı kitap olarak basılmamıştır.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.