Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

çıkmaz bir sokak, ya da bir mezarlık, çaresizlikle dolu bi havuz, umutsuzluk denizi.... neredeyim ben? içimdeki sızı boşluktan mı yoksa fazla doluluk mu bunun adı? hep korktuğum yerde miyim tam da şimdi. mutsuzlukla mutluluk arasında bir yerlerde. tüm duygularım sanki darağacında. hep görebildiğim o tünelin sonundaki ışık nerede? kimse neden iyi gelmiyor bana artık. yalnızlığım bile acıtıyor canımı. hiçbir şehre, yere, eve, odaya neden ait hissedemiyorum? neler oldu küçük mutluluklarıma, sevinçlerime. kelimelerle bile neden aram bozuldu benim? ne yaptınız bana? ben size ne yaptım ya da? her karanlıkta kalışımda bir gün dünyanın en güzel ışığına sahip olacağım diye umut edebiliyordum ben. şimdi karanlığımdan başka hiçbir şey göremiyorum bakınca. karanlığımı bile göremiyorum. kayboluyorum.... sevdiğim adamın gözlerine baktığımda ışıldamıyor gözleri. sesimdeki titrekliği duyamıyor. gözlerimden anlayamıyor sanki. içimde hep bir çığlık. sanki kime bahsetsem anlamayacak. kimse iyi etmeye yardım etmeyecek. gücü yetmeyecek kimsenin, hiç kimsenin. hiçbir doktor, hiçbir ilaç, ailemden hiç kimse, arkadaşlarımdan hiçbiri... odam aydınlık duruyor. ben o aydınlığın ortasına çökmüş kara bir bulut gibi hissediyorum. baktığım hiçbir şey güzel değil. yüzüm, saçlarım, ellerim... yediğim hiçbir şeyde bir lezzet yok sanki. kahvenin kokusu böyle miydi? sigarayı 4 kez üst üste içtiğimde boğazımda neden yanma olmuyor? acıyan yerlerimdeki iyileşme hissi ne saçma. kanayan yaralar, kapananları kıskandırmak için mi böyle güzel görünüyor... gündüz ile geceyi ayıran şeyler neler? uykuyla uyanıklık arasında bir fark var mı? sorduğum ama cevabını aslında hiç merak etmediğim bu sorular hayatımı kurtarmaya yarar mı? ölümü bir çözüm gibi görmek değil de artık başka bir yol bulamamak çaresizliği mi getiriyor beni buraya. ölünce sevdiklerimi özleyecek miyim yine? kimi sevdiysem özlemek zorunda kaldım ben. lojmanda beslediğim yavru kedim arabanın altında kaldığında, babannemin sesini son kez duyamadan gittiğinde, en sevdiğim arkadaşım cennete uçup gittiğinde, lucky gittiğinde ve onlar, her bir takıntım. benim güzel takıntılarım kaybolduğunda. her yok oluşta biraz daha mı eksildim ben... içimdeki doldurulmaz boşluk onların eseri mi? öfkeli miyim bütün bunlara? yoksa çoktan affettim mi? ya da affedecek bir şey bile yok mu ortada? boğularak ayrılmak fazla mı güzel bir veda bu salak dünyaya? ya da içimdeki ateşi ölüm sonsuzluğuna taşımamak için güzel bir seçenek mi suyun içinde kalmak? terleyen avuçlarıma defalarca doldurup her defasında babamı hatırlayıp vazgeçtiğim ilaçlar güzel bir yol değil mi? şifa versin diye reçete eden doktora saygısızlık mı? ya da 9 ay karnında taşıyan anneme ayıp olur mu? bilmiyorum. bilemiyorum artık ne olacak. güzel miyim yoksa çirkin mi, güçlü mü güçsüz mü, sakin mi tedirgin mi? içimdeki duyguları anlatmaya hangi dil yeter bilmiyorum... iyi bakamadığım bir mor menekşenin ahı mı var üzerimde? altında ezilip kaldığım hayal kırıklıklarım, anlatım bozukluğu yaptığım tüm yazılarım, kafamın içinde besteleyip durduğum şarkılarım, yazıp sildiğim şiirlerim, enkazlarım, yangınlarım, cenaze töreni gibi beynim... önemli miyim? koca evrendeki ufacık bir nokta mı? günlük telaşlarda kaybolmuş insanlardan biri miyim? özgür müyüm? tutsak mı? gitsem geçer sandığım şeyler gittiğimde neden geçmedi? elimde gitmekten başka hiçbir şey kalmadı. tüm kozlarımı oynadım. bütün kartlarım açık oynadım. kayboldum. kayboluyorum. kaybolmak istemiyorum. korkuyorum... sessiz bir çığlık kopuyor duymuyor kimse. uyumadan karabasan etkileri yaşıyorum... derin bir sessizlik istiyorum. ama sessizlikten korkuyorum. yalnız kalmak istiyorum, ama yalnızlığı sevmiyorum. konuşmak gelir içimden, ama bilirim; artık susmam gerek... bir deniz kıyısına gidip döksem her şeyi oraya. bir kağıda yazıp atsam tüm dertlerimi. aksa gitse okyanuslara. kaybolsa koca denizlerde. rahatlar mıyım? zaten aslında rahat mıyım? rahatsam bu hissin adı ne? hüzün? acı? can sıkıntısı? moral bozukluğu? kaygı? korku? panik? öfke? stres? hangisi. hangilerinin karışımı bu? bir kez ölmek değil mi insanın sonu hep. her gün öldüğümü hissetmek neyin bedeli? bedel ödeten bir güç var mı dünyada? yoksa sorulmaz mı kırık kalplerin hesabı... “küçüğüm bu yol sana gidiyor...” -ezginin günlüğü yazdığım hiçbir şeyi okutamadığım insanların şehrinde gece oluyor yine... il sınırları bile sinirimi bozmaya yetiyor benim. isimler, insanlar, eşyalar... anlamla baktığım tek bir şey yok artık koca dünyada... denizi çok severdim onu bile göresim yok. sigarayı yakıp kültablasında unutur oldum. annemin beni görünce gülen gözleri güç vermedi bana son görüşümde. güç alabildiğim hiçbir şey yok... her gün duş aldığımda yaşadığım o yenilenme hissini yaşayamıyorum. soğuk bir mermere uzanmış cesedimi yıkıyorlar gibi sanki... nefesim batmıyor bana ama nefes aldıkça içimdeki boşluk daha da büyüyor kocaman bir balon gibi. bu kadar makyaj malzemesi alıcak kadar nasıl sevmişim bu çirkin hayatı? bu kıyafetler güzel görünmeme yeter mi? gülüşlerimi sahici sanan insanlar beni hiç mi sevmedi? sevseydi tanırlardı , anlarlardı bu gülüşler gerçek değil... ilacın içindeki kimyasallara da kafam takık. takıntılıyım biraz. unutturdukları şeyler oluyor. unutmayı sevmiyorum. unutmak zorunda bırakılmayı. diplomasında tıp fakültesi yazan iki kolu iki bacağı olan bi herifin yazdığı üç beş ilaçtan hiç de fayda beklemiyorum. layık görmüyorum onları içimdeki büyük balona.... şarkı sözlerini ezberleyen salak beynimden tamamını silmek istiyorum. beynimin windows gibi çalışmasını istiyorum ben. klasörleri tek tuşla silebilmek mümkünse bu boktan hevesleri hayalleri, kırılan her şeyi silmeyi istiyorum. mümkün olmayışı bu cümleyi yazmak için harcadığım enerjiye saygısızlık oluyor... bunu da biliyor. sonra bir de bu paragrafı silmek istiyorum. ama silemiyorum. ben galiba silgileri kalemler kadar sevmiyorum... saçlarım kırılmış yine. kırılgan olan bir tek ben değilim demek ki. saçlar da kadrolu kırılgan. kronik yalnız. aptal kaybeden. hep ama hep kaybeden. yaralansa da kanamayan, üzülse de ağlamayan... tıpkı ben gibi... bu kırıkları alıcak kadar iyi kuaförler gelmedi daha dünyaya. tek problem bu belki de.... belki de değil... kelimelerin yan yana dizilişleri rahatlatıyordu beni. yazmak yani. yazmak bile bi boka yaramıyor şimdi. yazmanın hiçbir şeyi değiştirmediğini anladığımdan beri defterlerimi bile kaldırdım elimin altından... sigara paketine yazı yazacak kadar seviyordum önceleri, şimdi çok haşır neşir olamıyorum kelimelerle. beynimdekileri dökerken anlamları değişiyor kağıtta. ben yanlış anlaşılmaları sevmiyorum. en güzel elbiselerimi giyip, süslenip gitmek istiyorum gittiğim yere... mutlu sonları seviyorum. mutlu sonlu hikayeleri de... başkalarını üzer biliyorum ama bu hikayenin asıl kızı benim. ben mutlu olacağım gidince. mutlu olacağımı bilince kalanlar da anlayacaklar beni bilirim... hiçbirine değil bu notlar. yaşarken anlatamadıklarımı öldükten sonra anlamalarının da bir önemi yok çünkü. intihar notları gereksizdir işte tam da bu yüzden... nasıl bir şeyle karşılaşırım emin değilim. hiç senaryo kurmadım bununla ilgili kafamda... sanırım senaryo kurma takıntımı da ayrılırken armağan bırakıyorum bu kirli dünyaya... sahip çık bu duyguya dünya. üzerinde bir hafifleme olsun rahatla dünya... ekosistemin döngüsünde böceklere yem olsun gitsin ellerim. kemiklerim toprağa batsın artık. kimseye değil. bu salak kız artık kimseyi üzmesin. kendini de... yapabilseydim. başarabilseydim keşke. ama çok denedim. olmuyor... ben yapamıyorum. diğerleri nasıl yaşayabiliyor? yeryüzünde nefes alıp veren milyarlarca insan nasıl boğulmuyor gökyüzünün mavisinden. evet mavi. bi sevdiğim. bir nefret ettiğim. zaten hep böyledir renklerle aram. insanlarla da... sevdiğim şeyler boyut değiştirir gider. içimde kalır nefreti... gidenlerin de canı sağolsun artık, kalanların da... beni üzen her şeyi affettim. aşklarım, dostluklarım, düşmanlarım, kaybettiklerim, aslında zaten hiç kazanamadıklarım, sigara almak için gittiğim ama pos cihazı bozuk market, topuklu giyip de yürüyemediğim dik yokuşlu yol, içi boş bir cüzdan, acı kahvem, kovulduğum işim, bitiremediğim okulum, alamadığım o hayalimdeki araba, gitmek isteyip gidemediğim tüm şehirler... hepsini her şeyi affettim... affettim ki çıkayım karmanın kirli zincirinden... ne alacağım kalsın ne vereceğim kimseye. borçlu değilim, alacak bir şeyim de kalmadı hem... önemi yok hiçbirinin. ne paranın ne pulun ne kariyer ne başarının... benden hatıra kalsın herkese 5. kez alıp veremediğim fizik dersim. newtona saygımızdan uçmadık. dünyaya saygımızdan uçacağız şimdi.... tam 45 dakika önce başladığım bu uzun ve cümleleri birbirinden bağımsız yazının sonuna gelirken yayında ve yapımda emeği geçen herkesi sövgüyle anmak istiyorum. ilk kırılışımdan bu yana. bu hayalet kızın altına imzasına atan herkese ağız dolusu küfürler ediyorum şimdi içimden... bu bir yardım çığlığı değildir. bu bir kin gütme değildir! bu hiçbir şeydir. hayat gibi koca bir soru işareti. ben gibi koyu bir dengesiz... güzel şeyler bırakabilseydim iyi olurdu buralara. bi şarkı, bi şiir, bi fizik teorisi, yeni bir yemek tarifi falan ne bileyim. bir yerlerde benden bi parça yaşayan... ama dedim ya başaramadım. başarısızlığı bile başaramadım ben... zaten şarkı da yapsam kimse dinlemezdi... önemli değil. hiç değil hem de... hiçbiri önemli değildi. benim gibi. yoldan geçerken koluma çarpan birinin kusura bakma demesine verilen bir cevap gibi... önemli değil. hiç sorun değil. önemli olsaydı anlardım... değil işte anlayın siz de... sevdiğim sevmediğim her şey gözümün önünden akıp gidiyor şimdi. hangilerini seviyorum hangilerini sevmiyorum ayırt edemiyorum. her şey çok hızlı. soğuk bi sessizlik çöküyor odamın ortasına. ben sessizliği sevmiyorum.... sevince çok abarttığım gibi sevmediğimde de çok abartırım. bir şeyi sevmezsem ‘hiç’ sevmem. hiç kelimesi anlam kazanır hem böylelikle... anlamsız gelse de bir çoğuna, en anlamlı kelimelerimdendir hiç... ama anlayan olmaz bunu da hiç... vedaları hiç sevmem. hoşçakalları da... keşke veda ederken de merhaba diyebilsek hoşçakal kelimesi yerine. idam mahkumlarının son dilekleri yerine getirilirmiş ya benim de bu keşkem gerçek olsun hadi... merhaba dünya! hiç olmaktan, hiç olmamışlığa...
·
721 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.